Ara

ÂHİRETE ÎMAN

ÂHİRETE ÎMAN
Âhiret; ‘dünyâ hayâtından sonra başlayıp ebediyyen devâm edecek olan ikinci hayat’ olarak tanımlanmaktadır.1 Âhiret gününe îmân etmek ise îman fiilinin en önemli merhalelerinden birini oluşturmaktadır. Âhiret hayâtının varlığına îmân etmek îman esasları içerisinde müstesnâ bir yere sâhiptir. Âhiret hayâtına îman bu müstesnâ konumu ‘insanlar için asıl gâye’ olma özelliği taşımasından almaktadır. Bu bağlamda îman esaslarının hepsinin hedeflediği asıl gâyenin insanı beka âleminin/âhiretin varlığı konusunda iknâ etmek ve âhirete hazır hâle getirmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan âhiret gününe îmânı, mü’mini diğerlerinden ayıran en önemli faktör olarak değerlendirebiliriz. Burada âhiret hayâtına îmânın ispâtı sadedinde birkaç âyet-i kerîmeyi gündeme getirmenin; insanların âfâk ve enfüs dediğimiz kâinât ve kendi bedeni üzerindeki delilleri tefekkür ederek, yaratılışı ve âkıbeti hakkında yanlış düşüncelere/inançlara yönelmesini engelleyeceği kanaatindeyiz. Geçmişte ve günümüzde birçok insanın hayâtın sâdece bu dünyâdaki hayattan ibâret olduğunu iddia etmekte ve mükellefiyet düşüncesini zihninden çıkarmış bir vaziyette hayâtını sürdürmekte olduğunu görüyoruz. Yüce Rabbimiz birçok âyette insanın bu cüretkâr ve sorumsuz tavrını eleştirmekte ve insanoğlunun dikkatini yaratılışına çekmektedir. Son derece âciz ve güçsüz bir varlık olan insanın ilk yaratılışını unutarak hadsiz bir şekilde yönelttiği sorulara Allah Teâlâ şu şekilde cevap vermektedir; ‘İnsan hiç bizim kendisini bir nutfeden yarattığımıza bakmaz mı? Böyleyken o apaçık bir hasım olup çıkıyor. Kendi yaratılışını unutarak bize bir misâl getirerek dedi ki: 'Çürümüş haldeki kemikleri kim diriltecek?' De ki: 'Onları ilk defa yaratan kim ise O onları diriltecektir.’2 Yine aynı perspektiften bakılması insanı âhiret hayâtının varlığına îmân etmeye iknâ edecek başka bir âyet-i kerîmede ise insanın önüne Allah Teâlâ’nın eşsiz kudreti konulmaktadır: ‘Peki, göklerle yeri yaratmış ve onları yaratmaktan dolayı yorulmamış olan Allâh’ın ölüleri diriltmeye de kaadir olduğunu görmezler mi? Evet, muhakkak ki O, her şeye güç yetirendir...’3 Âhiret hayâtına îman, Efendimiz’in (sav) ifâdesiyle Allâh’a (cc) kavuşmak isteyen insanları diğerlerinden ayıran bir olgudur. Bu olgu, mü’minin ölümü bir yok oluş değil, ebedî bir hayâtın başlangıcı olarak görmesine ve îmânının netîcesi olarak Allâh’ın (cc) rızâsına ve nimetlerine kavuşmasına vesîle olur. Nitekim Efendimiz (sav); ‘Kim Allâh’a kavuşmayı arzu ederse Allah da ona kavuşmayı ister; kim Allâh’a kavuşmayı istemezse Allah da ona kavuşmayı istemez’ buyurmuş, yanında bulunanlar ‘Hiçbirimiz ölümü hoş karşılamayız’ deyince sözlerine şöyle devâm etmiştir: ‘Durum sandığınız gibi değil. Gerçek şu ki, mü’min olan bir kimsenin son nefesleri yaklaşınca Allâh’ın hoşnutluğu ve lütuflarıyla müjdelenir; artık ona göre Allâh’a kavuşmaktan daha sevimli bir şey bulunamaz’4 buyurmuştur. Buna mukabil Allâh’a (cc) kavuşmayı ummayanların yâni âhiret hayâtını yok sayanların itikad ve amellerinin karşılığının cehennem ateşi olduğu Kerîm kitâbımızda zikredilmektedir; ‘Muhakkak ki bize kavuşacaklarını ummayanlar, dünyâ hayâtıyla yetinip ona bağlananlar ve (bunca) âyetlerimizden habersiz bulunanlar (var ya) işte onların kazandıkları yüzünden varacakları yer ateştir.’5 EL-ÂN Dünyâ hayâtı insana âhireti unutturacak birçok etkeni bünyesinde barındırmaktadır. Gelişen teknolojinin etkisiyle insanlar yaratılış gâyelerinden uzaklaşmakta ve Allah Teâlâ’nın buyruklarına uymak yerine teknolojinin, zevk, sefâ ve eğlence kültürünün rüzgârına kapılıp ebedî âlemi unutmaktadır. Âhiret âlemine azık toplamak yerine dünyâda mal edinme telâşına düşmekte; ebedî hayâtında rahat edeceği bir mekân arzusunu yitirmiş bir halde dünyâda mülk edinme sevdâsına dalmaktadır. Bir an bile ötesini yaşayabileceği konusunda bilgisi olmamasına rağmen seneler sürecek borç yükünün altına girerek âilesine kendince bir gelecek hazırlamaya çalışmaktadır. Günlük yaşamında Allâh’ın (cc) sınırlarına riâyet ederek yaşamak yerine kendince sınırlar çizmekte, geleceğine dâir plan ve program hazırlamakta ve hesaplar yapmaktadır. Esâsen mü’minin hayâtı plan ve programa dayanmalıdır. Ama bu plan ve program Yüce Yaratıcı’nın istekleri doğrultusunda olmalı ve İslâmî prensiplerden ödün verilmemelidir. Fakat durumun bu şekilde olmadığı herkes tarafından müşâhede edilecek bir hakîkat olarak karşımızda durmaktadır. Hayatların âhirete endekslenmediği ve davranışların İslâm örf ve adetleri çerçevesinde şekillendirilmediği gerçeği, görmek istemesek de ortadadır. Oysa Yüce Rabbimiz bu dünyâ hayâtının aldanma metâından başka bir şey olmadığını vurgulamaktadır.6 Bu gerçeği unutmuş olmasının netîcesi olacak ki insanoğlu böyle pervâsızca tavırlar takınabilmektedir. Esâsen âhiretin varlığına îmân ettiğini söyleyen bir mü’minden böyle tavırların sâdır olması zihinlerde taaccüp uyandırmakta ve aslında dünyâdaki imtihânın ne denli çetin olduğunu gözler önüne sermektedir: ‘Kim Allâh’a kavuşmayı ümîd ediyorsa, bilsin ki muhakkak Allâh’ın belirlediği vâde elbette gelecektir’7 ilâhî hitâbını kendi üzerine alınan her Müslümanın dünyâ heybesini yeterince doldurduğunun farkına varıp biraz da âhiret heybesini doldurmaya gayret göstermesi gerektiği hakîkati herkes tarafından dillendirilmesi gereken bir husustur. Çünkü îmân ettiğimiz âhiretin ilk safhası olan kıyâmet gelip çattığında bu dünyâda menfaatine çalıştığımız hiçbir şey bize fayda vermeyecektir. ‘O gün ki ne mal ne de evlat fayda vermez. Ancak Allâh’a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa ererler).’8 Bu âyet de açıkça göstermektedir ki yapılacak hazırlık dünyâ ve dünyâdakiler için değil âhiret yurdu için olmalıdır. Aksi takdirde mü’min olmanın avantajı yitirilmiş olacaktır. Peygamber Efendimiz (sav) de ‘…Gaflete dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır…’9 sözleriyle zevk ve sefâya endeksli bir yaşam biçimini eleştirmekte ve âhiret hayâtını unutmanın büyük bir mutsuzluğa/bedbahtlığa sebep olacağını vurgulamaktadır. Âhiret ve kıyâmeti yalan saymak ömrün hezeyân ile sonuçlanmasına sebep iken bu iki kavramı hayâtın merkezine yerleştirerek yaşamak büyük bir başarı elde edilmesine vesîle olmaktadır. Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm’de âhiret sahnelerinden oldukça fazla söz edilmektedir. Kıyâmeti yalan sayanların, hesâba çekilmeyeceklerini ve tekrar diriltilmeyeceklerini sanan zihniyetin ahvâli anlatılmaktadır: ‘Onlar üstelik o saati (kıyâmeti) de yalan saydılar. Biz ise, o vakti yalan sayanlar için alevli bir ateş hazırladık. Cehennem ateşi uzak bir mesâfeden kendilerine görününce, onun müthiş kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yok oluvermeyi isterler. (Onlara şöyle denilir): Bugün bir kere yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin!’10 ‘Vay hâlimize!’ derler, ‘bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!’ Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.’11 Dünyâdaki imtihânın netîcesi olan âhiret yurdu mü’mine rahmet, kâfire zahmet olarak sunulacaktır: ‘Her canlı ölümü tadacaktır. Herhalde kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten en büyük başarıdır…’12 Ebedî Bir Hayâtı Mutlu ve Mesrur Bir Şekilde Yaşamak İsteyen İnsan Ne Yapmalıdır? İnandığı âhiret gününe kavuşmak için elinden gelen gayreti göstermeli ve kendini Rızâ-i İlâhî’ye götürecek tavır ve davranışlarda bulunmalıdır. Allâh’a (cc) karşı sorumluluklarını yerine getirmeli, ibâdetlerinde dâim olmalı, insanlarla olan ülfet ve muhabbetini her geçen gün daha ileriye taşımalıdır. Âhiret hayâtında hüsrâna uğramamak için hesâbını veremeyeceği iş ve davranışlardan kaçınmalı, özellikle kul hakkıyla Rabbinin huzuruna varmamaya dikkat etmelidir. Bu anlamda Efendimiz (sav) de nasıl davranılması gerektiğini şu hadîs-i şerîfinde özetlemektedir; ‘Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi misâfirine ikrâm etsin. Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi komşusunu rahatsız etmesin. Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi ya hayır söylesin ya da sussun.’13 Efendimiz (sav) bu hususlara dikkat eden kimse için ise şu müjdeyi vermiştir: ‘Allâh’a ve âhiret gününe îmân ederek ölen kimseye, ‘Cennetin sekiz kapısından hangisinden dilersen gir’ denilir.’14 Ayrıca âhiret hayâtına îman, mü’min için dünyâ hayâtının meşakkat ve zorluklarına karşı bir sigorta/tutunacak dal niteliği taşımaktadır. Yaşadığı hayâtın bu dünyâdan ibâret olmadığını kavrayan her mü’min dünyâda başına gelen olumsuzluk, sıkıntı, haksızlık, belâ vb. hâdiseler karşısında yanlış davranışlarda bulunmaz. İnancının gereği olarak Allah katında haksızlığa uğramayacağının farkında olur ve haksızlık yapmamaya da özen gösterir. Çünkü onun için asıl hesaplaşma yeri dünyâ değil âhiret âlemidir. Dolayısıyla âhirete îmân eden insan hayâtında aslâ ümitsizlik ve bezginlik duygularına yer vermez. Belâ ve musîbetler karşısında metîn ve sabırlı olması gerektiğini bilir. Onun için güvenilecek ve dayanılacak bir makam her zaman mevcuttur. Bu mütevekkil tavrı da onu mü’min olarak diğerlerinden ayırmaktadır. Sonuç Olarak Âhirete îman meselesi İslâm Akâidi’nde önemli bir yeri işgâl etmektedir. Âhirete îmân eden insan ise hal ve hareketleriyle diğer insanlardan ayrılmakta ve ilâhî müjdelere muhatap olmaktadır. Fakat şunu da belirtmeliyiz ki îman fiilî amellerle/eylemlerle süslenmeli ve âhiret yurdunda bizi saadete ulaştıracak azık bu dünyâda hazırlanmalıdır. Bu husûsa dikkat edildiğinde âhirete îmânın bizi diğer insanlar arasında farklı kılacağı görülecektir. O halde: ‘Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.’15 Habib Öztürk (Haziran 2016) Dipnotlar: [1] Bekir Topaloğlu, Âhiret, İA, İstanbul 1998, c. I, s.543. 2 Yasin 36/77-79. 3 Ahkaf 46/33. 4 Buhari, Rikak 41; Müslim, Zikr 14, 16-18. 5 Yunus 10/7-8. 6 Âl-i İmran 3/185. 7 Ankebut 29/5. 8 Şuara 26/88. 9 Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 17. 10 Furkan 25/11-14. 11 Kehf 18/49. 12 Âl-i İmran 3/185. 13 Ebu Davud, Edeb 122-123. 14 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17. 15 Haşr 59/18.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak