Ara

Âhiret Azığı: İnsana Yatırım

Âhiret Azığı: İnsana Yatırım

Yüce Yaratıcı, binlerce yıl önce iki günde/iki aşamada yeryüzünü yarattı, ardından gökyüzüne yöneldi ve iki günde/iki aşamada gökleri yarattı. Sonra tekrar yeryüzüne yöneldi ve iki günde/iki aşamada onu dayadı döşedi. Gökler ve yer altı günde yaratıldı, bunun dört günü yeryüzünün yaratılış ve dayanıp döşenmesine ayrıldı.1 Çünkü insanın dünyâ hayâtı büyük ölçüde yeryüzünde geçecekti. Melekler, cinler, cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar hepsi yaratılmıştı. Güneş, ay ve yıldızlar, tüm gezegenleriyle gökyüzü hazırdı. Yer de öyle. Hepsi asıl hizmet edecekleri varlığın yaratılmasını bekliyorlardı ve beklenen saat geldi, Yeryüzünün Halîfesi/Efendisi, insan yaratıldı.

İnsanların yeryüzünün halîfesi olmasının anlamı, yeryüzünde hakkı ikāme etme ve yeryüzünü îmâr etme konusunda birbirlerine halef olmaları, birbirlerinin yerine geçmeleri idi. Böylece insan yeryüzünde Yüce Rabbin yasalarını uygulayarak Allah adına hükmedecekti.2 Onlar, bu görev bilinci içerisinde bayrağı önceki babalarından alacaklar ve kendilerinden sonra da gelecek kuşaklara devredeceklerdi. Bu kutlu görev nesilden nesile geçecek ve kıyâmete kadar devâm edecekti.

Yaratılan tüm varlıklar, insanın emrine âmâdeydi. Meleklerin ve cinlerin de Yeryüzü Halîfesinin emrine âmâde oluşunu tescîl etmek için ilk insana ve onun şahsında insanlığa tâzim için secde emri verildi. Evet, tüm bu yapılanlar insan içindi, insanın varlığı da Rabbi içindi. Çünkü Yüce Rabb, öyle buyurmuştu: Ben cinleri ve insanları, yalnızca Bana kulluk yapsınlar diye yarattım.3 Buna göre insanın yaratılış amacı, Rabbini tanıması ve kulluğunu yalnızca O’na has kılmasıydı. İnsanın Rabbini tanıyıp O’na kul olması, diğer varlıklara karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin de göstergesiydi. Zîrâ Yüce Rabb, hukūkullâh ve hukūku’l-ibâd/Allâh’ın hakları ve kulların haklarını yerine getirmeyi din olarak insanlığa sunmuştu. İlk Peygamberden son Peygambere (sav) tüm peygamberlerin insanlığa tebliğ ettikleri dînin adı İslâm’dı ve Yüce Allah katında geçerli olan yegâne din de İslâm’dı. İslâm, her insanın tanıması ve yaşaması gereken hayat nizâmının adıydı.

İnsanın hayat düstûru olan Kur’ân’a göre insan, Yüce Rabbin ellerimle yarattım4, canımdan can kattım5 diye tanımladığı varlıktı ve o Hazreti İnsandı. Tabiî ki onun bu unvânını koruyabilmesi, Yüce Rabbin koyduğu esaslara uymasıyla mümkün olacaktı. İnsan, Rabbin ölçülerine uyduğu sürece bu makamda kalacak ve yerine göre meleklerden bile üstün olacaktı. Ama bu ölçülere uymadığı zaman alçalacak ve hayvanlardan daha aşağılara yuvarlanacak, taşlardan daha katı kalpli olacaktı. İlk insan ve ilk peygamberden îtibâren tüm peygamberler, insanı bu yüce makāmında tutabilmek ve bu makamda mesâfeler katetmesini sağlamak için seferber olacaktı. Peygamberlerin yanında ilim adamları dâvetçiler, gönül adamları mürşidler de hep bunun için koşturmaktaydılar. Kıyâmete kadar da bu koşturmaca devâm edecekti. Sırf insanı bu makamda tutabilmek için, onu düşmanları olan ins ve cin şeytanlarının şerlerinden koruyabilmek için. Bu mücâdele sözle, mâlî harcamalarla ve gerektiğinde canla başla savaşla sürecekti/sürmeliydi. Zâten Yüce Rabbimiz de insanın fıtratına tevhîd üzere kalma, istikāmet üzere olma yetisini nakşetmişti. Yine insana bahşettiği akıl nîmeti sâyesinde insan, doğruyu eğriden ayırt edebilecek güce sâhip kılınmıştı. Bunun yanında onlarca melekle insan, şeytanlara karşı koruma altına alınmıştı. Hadiste belirtildiği gibi: Mü’minin korumasına yüz altmış melek görevlendirilmiştir. Onlar, bal çanağından sinekleri kovarcasına mü’minden şeytanları kovarlar. İnsan, bir an bile kendi hâline bırakılsa şeytanlar onu yağmalayıverirlerdi.6 Aslında insanın bu şekilde koruma altında oluşu Yüce Yaratıcının onu sevdiğinin, onun için hep hayır dilediğinin açık göstergesidir. Yine Kâinât Kitâbının sayısız âyetleri ve Kur’ân âyetleri, insanı bu fıtrat çizgisinde tutmak için ona seslenir dururlar. Öte yandan şeytânın güdümündeki şer odakları da gece gündüz, durup dinlenmeden insanı fıtratından koparmak, onu saptırmak için çırpınıp dururlar. Böylece dünyâ sınavı anlamlı hâle gelecek, kazananlar kaybedenler, saptıranlar ve doğru yola eriştirenler ortaya çıkacaktı.

Hidâyette Olma ve Hidâyete Çağırma Yükümlülüğü

İnsan, evrenin en önemli varlığıdır. İnsanın fıtrat üzere kalması, düşmanlarından korunması aynı zamanda hemcinslerinin de en temel görevidir. Her insan, hem kendini istikāmette tutmakla yükümlüdür, hem de yakın çevresi başta olmak üzere tüm hemcinslerini istikāmette tutmakla görevlidir. Bu, Yüce Allâh’ın ona bizzat yüklediği sorumluluktur. İnsan bu asil sorumluluğu hem çevresine güzel örneklik sunarak hem de çevresindekileri hikmet ve güzel öğütlerle dâvet ederek gerçekleştirecektir: Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun…7 Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenâlıktan meneden bir cemâat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.8 Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenâlıktan alıkoyan, Allâh’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.9

İslâm insanı, kendi eliyle bir kişinin hidâyete ermesini tüm dünyâ ve içindekilerinden daha hayırlı gören ve bu hayra ermek için koşturan kimsedir. Peygamberimiz Hayber kuşatmasının en kritik anlarında sancağı Hz. Ali’ye verip onu Hayberlilerin üzerine gönderirken şu târihî uyarısını yapmıştı: Ey Ali, sen şimdi Hayberlilere iyice yaklaşıncaya kadar sükûnetle ilerle. Sonra onları İslâm’a dâvet et ve üzerlerine vâcip olan İslâmî esasları onlara haber ver. Allâh’a yemîn ederim ki, senin irşâdınla Allâh’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin kırmızı develere sâhip olmandan daha kıymetli ve daha hayırlıdır!10 Savaş ortamında bile muhâtabının hidâyete ermesini en büyük hedef olarak ümmetinin önüne koyan bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu görev bizzat Allah ve Rasûlü tarafından bizlere verilmiştir. Ve bizler atandığımız bu görevin hakkını verip vermediğimizden sorgulanacağız.

Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır.11 Evet, insan kendinden ibâret değildir. O, hem kendinden sorumlu hem de çevresindekilerden sorumludur. İslâm insanı, yalnızca kendini kurtaran bencil kimse değildir. Yanıbaşında yaşananlara seyirci kalan vurdumduymaz, nemelâzımcı kimse de değildir. Dünyânın neresinde olursa olsun kötü gidişata karşı duyarsızlık mü’mine yakışmaz. Çünkü yeryüzü Allâh’ındır ve O, yeryüzünü sâlih kullarına emânet etmiştir. And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mîrasçı olacağını yazdık.12Müslüman, bulunduğu yerde gündemi belirleyen ve gündemin belirlenmesinde katkısı olan, gidişata yön veren kimsedir. Bunun için de her bakımdan güçlü, donanımlı olmak zorundadır. İslâm insanı, gücünü îman, ilim ve sâlih amelden alan kimsedir. Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurarak, Müslümanın ‘uydum kalabalığa’ yaşayan kimse olmayacağını haber vermiştir: Sakın ‘İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, onlar haksızlık yaparsa biz de haksızlık yaparız’ diyen kişiliksiz kimseler (İmmea) olmayın. Ama siz kendinizi, insanlar iyilik yaparsa da iyilik yapmaya; onlar kötülük yaparsa da iyilik yapmaya alıştırın.13 Bir kötülük gören kimse onu eliyle/gücüyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise îmânın en zayıf noktasıdır.14

İnsan için en kalıcı âhiret yatırımı, güzel bir çığır açmak ve ardından duâ edecek sâlih evlatlar yetiştirmektir. Bu konuda ufuk Peygamberinin gösterdiği hedefler çok nettir: Kim güzel bir çığır açarsa, ona hem o çığırı açma sevâbı verilir, hem de o çığırda yürüyenlerin sevâbı verilir ve onların sevâbından da hiçbir şey eksiltilmez. Kim de kötü bir çığır açarsa, ona hem o çığırı açma vebâli yazılır, hem de o çığırda yürüyenlerin vebâli yazılır ve onların günâhından da hiçbir şey eksiltilmez.15 Kim hidâyete çağrıda bulunursa, kendisine tâbî olanların sevapları kadar ona sevap verilecek ve tâbî olanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmeyecektir. Kim de sapkınlığa çağırırsa, kendisine tâbî olanların günahları kadar günah ona da verilecek ve tâbî olanların günahlarından da hiçbir şey eksilmeyecektir.16

Kişi öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak şu üç şeyle amel defterine sevap yazılmaya devâm eder: Sadaka-ı câriye, faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden evlat."17

Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herşeyi, apaçık bir kitapta saymışızdır.18 O gün insanoğluna, yaptıkları ve sonraya bıraktıkları bildirilir.19

Peygamberleri, âlimleri, mürşidleri unutulmaz kılan, insan yetiştiren üstadlar olmalarıdır. Onlar, insanlığın hidâyetine adanmış kimselerdir. Şu dünyâda nice güçlü kuvvetli sultanlar, vâriyetli zenginler unutulup giderken İmam Âzamları, İmam Şâfiîleri, Ahmed Yesevîleri, Mevlânâları, Yûnus Emreleri, Hacı Bayram Velîleri unutulmaz kılan, onların insan yetiştiren sanatkârlar olmaları değil midir? Onun için dünyâlıklar ve ömürler, yeni dünyâlıklar elde etmek için kullanılsa da tükenecek, sâhipleri de unutulup gidecektir. Ancak dünyâlıklar ve ömürler, insan yetiştirmek üzere harcandıkça bereketlenecek ve sâhiplerini ölümsüz kılacaktır: Mal ve oğullar, dünyâ hayâtının süsüdür. Ama bâkī kalacak yararlı işler, sevap olarak da, emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.20 O halde buyurulanı açıkça ortaya koy, müşriklere aldırış etme.21

Dipnotlar:

1 41 Fussılet 9-12.

2 Mâverdî, en-Nüket.

3 51 Zâriyât 56.

4 38 Sâd 78.

5 15 Hıcr 29; 38 Sâd 72.

6 Zemahşerî, Keşşâf.

7 66 Tahrîm 6.

8 3 Âl-i Imran 104.

9 3 Âl-i Imran 110.

10 Buhârî, Megâzî 39.

11 16 Nahl 125.

12 21 Enbiyâ 15.

13 Tirmîzî, Birr 62.

14 Müslim, Ebû Davûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ahmed.

15 Müslim; İbn Mâce, Dârimî, Ahmed.

16 İbn Mâce, Sünnet 14.

17 Müslim, Vasıyyet 14; Ebû Dâvud, Vesâya 14; Nesâi, Vesâya 8.

18 36 Yâsîn 12.

19 75 Kıyâme 13.

20 18 Kehf 46.

21 15 Hıcr 94.

Ağustos 2021, sayfa no: 16-17-18-19

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak