Ara

Ahîlerin Pîri, Âlim, Mutasavvıf Şeyh Nasîrüddîn Mahmûd Ahî Evran

Ahîlerin Pîri, Âlim, Mutasavvıf Şeyh Nasîrüddîn Mahmûd Ahî Evran

 “İy yârânlar iy kardaşlar görün beni n'itdüm ahî

Ere irdüm eri buldum er etegin tutdum ahî ”

Yûnus Emre

Yûnus Emre döneminin önemli şahsiyetlerinden biri de Ahî Evran’dır. O da Yûnus Emre gibi devrinde derin izler bırakmış bir şahsiyet olarak yaptıklarıyla bugün de anılan bir isim durumundadır. Peki bu iki büyük isim arasında nasıl bir münâsebet kurulabilir yâhud böyle bir şeyden bahsedilebilir mi? Bu yazıda asıl konumuz bu olacaktır ama bunu anlamak için kısaca da olsa önce Ahî Evran’ın biyografisine bakmak gerekmektedir.

Hoy’dan Anadolu’ya

Ahî Evran, 1171’de Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğdu. Asıl adı Şeyh Nasîrüddîn Mahmûd Ahî Evran b. Abbas’tır. Çocukluğu ve ilk tahsil devresi memleketi olan Azerbaycan’da geçti. Gençlik döneminde Horasan ve Mâverâünnehir’de Tefsir, Hadis, Kelâm, Fıkıh, Tasavvuf, Felsefe ve Tıp alanlarında tahsil gördü. Bağdat’ta müderris olarak bulunduğu sırada Şeyh Evhadüddîn-i Kirmânî ile tanışarak onun vâsıtasıyla Abbâsî halîfesi Nâsır Lidînillâh’ın kurduğu fütüvvet teşkîlâtına girdi. Daha sonra Selçuklu Sultânı I. Gıyâseddîn Keyhüsrev döneminde Muhyiddîn Arabî ve hocası Evhadüddîn-i Kirmânî ile birlikte 1205 yılında Anadolu’ya geldiler. Bir süre sonra Hocası Kirmânî ile Kayseri’ye yerleşerek burada bir debbağ atölyesi kurup Anadolu’da Ahîlik teşkîlâtının ilk temellerini atmış oldu. Kirmânî’nin kızı Fatma Bacı ile evlendi. O da dünyânın ilk sivil kadın teşkîlâtı kabûl edilen Bacıyan-ı Rum’u kararak Anadolu kadınlarının hem meslek sâhibi üretici kişiler olmasını hem de binicilik, atıcılık gibi askerî eğitimler almalarını sağlayan önder bir isim oldu.

Ahî Evran, daha sonra 1. Alaeddin Keykubat’ın isteği üzerine Konya’ya geldi. Burada da hem sanatkâr hem âlim olarak önemli işler yaptı. Bir taraftan debbağlık yaparken bir yandan da medresede dersler verdi, eserler kaleme aldı. Ne var ki Keykubat’ın öldürülmesi hem kendisinin hem de ahîliğin adına olumsuz sonuçlar doğurdu. Ahî ve Türkmenleri sevmeyen ve tahtı için rakip gören 2. Gıyâseddin Keyhusrev aralarında Ahî Evran’ın da olduğu pek çok ahîyi tutuklattı. Bir süre tutuklu kalan Ahî Evran, hürriyetine kavuştuktan sonra önce Denizli’ye daha sonra Konya’daki yönetim değişince Konya’ya geldi. Kısa bir dönem vezirlik yaptı. Daha sonra Kırşehir’e yerleşti.

Ahîlik ve Kırşehir

Kırşehir, bundan sonra ahîliğin en önemli merkezi hâline geldi. Çünkü her ne kadar temelleri Kayseri’de atıldıysa da Ahîlik asıl olarak burada kuruldu. Çok geçmeden Anadolu’nun hemen her yerine yayılan bu teşkîlat meslek, sanat ve ticâret hattâ kurdukları zâviyelerle yol güvenliği, ihtiyaç sâhiplerinin ihtiyaçlarının karşılanması gibi önemli görevler yaptı. Ama hepsinden önce hayâta ve insanlara paylaşımcı, kardeşliği esas alan bir ruh kattı.

Ahîlerin bir önemli misyonu da Müslüman Türklerin Anadolu’da yeni fethedilen şehirlere yerleşmelerine olan katkıları idi. Şehir merkezlerindeki ticâreti ellerinde tutan yabancılara karşı lonca üyeleri olarak, bir sosyal ve mânevî yardımlaşma topluluğu hâline gelerek Türklüğün ekonomik istiklâlini korumasında etkili oldular.

Ahîlik, en başta Selçuklu sultanları tarafından destek ve himâye görmüş bir hareketti. Fakat sonraki süreçte tahta geçenler, Moğolların etkisi ile Ahîlere ve Türkmenlere cephe aldılar. Çünkü onlar bu işgâle karşı idiler. Sonuçta yürütülen ağır baskı politikası karşısında Ahîler ayaklandılar. En büyük isyân ise Ahîliğin merkezi Kırşehir’de oldu. Kimi kaynaklara göre 1261’de İsyânın bastırılması sırasında pek çok ahî ile birlikte Ahî Evran da öldürüldü.

Ahî Evran’ın Eserleri

Ahî Evran bu siyâsal, sosyal, ekonomik misyonunun yanında aynı zamanda büyük bir âlimdi. Ondan geriye İslâm îman ve ibâdet esaslarını anlattığı Menâhic-i Seyfi, îman esaslarının konu edildiği Metâlit’ül Îman, Allâh’ın birliği, isim ve sıfatlarının anlatıldığı Tabsira, Siyâsetnâme türündeki Letâif-i Hikmet, Felsefe, ahlâk, siyâset ve fıkıh konularının işlendiği Letâif-i Gıyasiyye, Tıbba dâir İlmü’t-teşrih gibi pek çok değerli eserler kaldı. Fakat onun en büyük eseri kurduğu ahîlik teşkîlâtı idi. Zîrâ Anadolu, bu teşkîlâtın çalışmaları, yetiştirdiği insanlar ve toplumda yerleştirdikleri meslek ahlâkı ve töresiyle büyük dönüşümlere uğramış, siyâsî sebeplerle ahîlere karşı sonradan muhâlif bir tavır ortaya çıksa da teşkîlât toplumda önem ve değerini hiçbir zaman kaybetmemiştir.

Yûnus Emre İle Münâsebeti 

Ahî Evran, 1171-1261 yılları arasında, Yûnus Emre de 1240-1320/21 yılları arasında yaşadı. Durum böyle olunca ilk söz olarak ikisinin aynı dönemin ve aynı coğrafyanın insanı olduklarını söylemek mümkün hâle gelmektedir. Yâni her ikisi de Anadolu’da benzer şartları yaşamışlar ve aynı misyonu üstelenmişlerdir.

Bu ikili arasındaki yakınlığın daha ötesi var mıdır? Ahî Evran öldürüldüğünde Yûnus Emre’nin yirmili yaşlarda olduğu görülür. Bu yüzden ikili arasında yaşadıkları coğrafya kısmen aynı olsa da doğrudan bir görüşme olduğu, bu konuda elimizde somut bir belge/bilgi olmadığı için elbette söylenemez. Ne var ki ahîlik teşkîlâtının Anadolu’da meydana getirdiği iktisâdî-ahlâkî dönüşümle Yûnus Emre’nin şiirleriyle yaptığı inanç-ahlâk değişiminin Anadolu aydınlanması açısından aynı özelikleri taşıması bu iki büyük ismi misyon birliği anlamında birlikte düşünmemize imkân vermektedir.

Yûnus, Ahî Olabilir Mi?

Yûnus Emre’nin Kırşehir/Aksaray bölgesinde yaşadığı ve vefât ettiği şeklindeki görüşler ise Yûnus’un bir ahî olabileceği şeklinde bir kabûle de yol açmıştır. Çünkü Kırşehir, ahîliğin en büyük merkezidir. Yûnus’u bu çevrede yaşayan biri olarak görürsek Ahîliği bilmemesi hattâ ona dâhil olmaması düşünülemez.

Bu görüşü savunanlar, Yûnus Dîvânı’nda ahî kelimesinin kullanım sıklığına dikkat çekmektedirler. Gerçekten de Yûnus’un ahî redifli iki müstakil şiiri bulunmaktadır. Bunlardan ilki “Ben bende seyr ideriken ‘aceb sırra irdüm ahî /  Bir siz dahî siz de görün dostı bende gördüm ahî /Bende bakdum bende gördüm benümile ben olanı/Sûretüme cân olanı kimdügini bildüm ahî” beyitleriyle başlar. Diğerinin ilk iki beyti ise şöyledir: “İy yârânlar iy kardaşlar görün beni n'itdüm ahî /Ere irdüm eri buldum er etegin tutdum ahî /Cânum bir gözsüz cânıdı içi tolu sen ben idi/Tutdum miskînlik etegin ben menzile yitdüm ahî”. Yine başka şiirlerinde de meselâ “Gel ahî iy şehriyâri sözümüzi dinle bâri (..)Bir kezden ol oldum ahî benden ümîd yokdur bana (…)İş bu benüm zârılıgum degül ahî bir bâgiçün” şeklindeki söyleyişlerinde “ahî” kelimesini kullandığı görülmektedir. Bu kullanımlardaki ahî kelimesi, “arkadaş, kardeş, dost” mânâsında mı kullanılmıştır yoksa “Fütüvvet kardeşiliği”ne yâni ahîliğe bir atıf var mıdır sorusunu tam olarak cevaplayamasak bile böyle bir münâsebetin doğrudan olmasa da dolaylı olabileceği söylenebilir. Ama ahîliğini savunanlar işte bu kullanımları delîl olarak görmektedirler.

Yûnus, Bir Evhadiye Dervişi Miydi?

Kimi yorumcular ise Yûnus Emre’yi ahîlik ekolü içinde ele alırken onu şeyhi Tapduk Emre’nin mürşidi Evhadüddîn-i Kîrmânî yoluyla ahîliğe bağlayarak onu bu isimlerle ve anlayışla “Anadolu fütüvvetçiliği” içinde ele alınması gereken bir isim olarak görürler. Buna göre Yûnus Emre, “Evhadüddîn-i Kirmânî→ Ahî Evren→ Taptuk Emre→ Yûnus Emre silsilesi içinde olan bir Evhadiye dervişidir. Dolayısıyla Anadolu fütüvvetçiliğinin en önemli ismidir.

Baki Yaşa Altınok ise bu iki isim arasında daha yakın bir münâsebet olabileceği görüşündedir. Ona göre Ahî Evran, Hacı Bektaş, Şeyh Ede Balı ve Yûnus Emre ülke meseleleri başta olmak üzere her konuda birlikte hareket eden isimlerdi. Buna delîl olarak da Ahî Evran hakkında yazılan 93 beyitlik “Menâkıb-ı Ahî Evran-ı Velî” adlı eserde bu isimlerin “Şol karındaşun Öyük’de kodı Hacı Bekdeş idi kim erin adı(…)Hem Ede Balı İnacü’l Gülşehri Ol hüma olmuşdı Evran’ın yâri (…)Yûnus bile anınla düşdi yola Nice ahîyi buluben şâd ola” mısrâlarını örnek göstermektedir.

Bu yaklaşıma göre sâdece şiirlerle halkı irşâd ettiğini düşündüğümüz derviş yâhud mürşid Yûnus, aynı zamanda siyâsî bir figür olarak karşımıza çıkmakta ve bir Türkmen lideri olarak görülmektedir. İşte Yûnus’un dâhil olma ihtimâli de bu anlayışa göre bir mânâ kazanmaktadır. Durum böyle midir? Bu konuda kesin sözler söylemek mümkün değilse de şunlar söylenebilir: O dönemin bütün dînî-tasavvufî yâhud ahîlik gibi sosyal-ekonomik yapıları birbirlerinden bağımsız değillerdir. Zîrâ hepsinin gâyesi Anadolu’da Müslüman Türklerin varlık mücâdelesini bir devlet inşâsıyla kalıcı hâle getirmekti. Bu yüzden birbirlerinden haberdâr olmaları, yardımlaşmaları hattâ gerektiğinde ortak hareket etmeleri elbette söz konusu idi. Yûnus Emre’nin bu yüzden Ahî Evran’dan habersiz olması ihtimâl dışıdır. Yalnız Ahî Evran’ın vefâtında onun yirmili yaşlarda olduğu düşünülecek olursa görüşmelerinin mümkün olduğunu söylemek az önce de söylediğimiz gibi zorlaşır. Bu yüzden onun ahî teşkîlâtına girmesi pek de mümkün görünmemektedir. Ne var ki bu onun misyonuyla ahîlerinkinin çok farklı olduğunu da göstermez. Ama durum ne olursa olsun Ahî Evran’ı; Yûnus Emre çağının en önemli şahsiyetlerinden biri olarak o çağa ve sonraki zamanlara tıpkı Yûnus gibi damgasını vurmuş bir isim olması sebebiyle Yûnus Emre’nin sûfî çevresi içinde düşünmek gerekir.

Kaynakça

Baki Yaşa Altınok: Yeni Vesikalara Göre Yûnus Emre’nin Ahî Evran, Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı İle İlişkisi, Yûnus Emre Kitabı, Editör: Orhan Kemal Tavukçu, Aksaray 2017

Haşim Şahin: Adalet Dürüstlük Bereket Temsilcisi Ahîler, İstanbul 2021

Mikail Bayram: Anadolu Selçukluları Zamanında Evhadî Dervişler, Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002.

Nihat Azamat: Evhadüddîn-i Kirmânî, TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 11, 1995.

Refik H. Soykut: Emrem Yûnus Ahîliği, Kültürü, Yurdu, Ankara 1982

Haziran 2021, sayfa no: 44-45-46-47

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak