Ara

Ağırnas’tan Cihâna Kubbenin Mührü / Cemil Şahin

Ağırnas’tan Cihâna Kubbenin Mührü / Cemil Şahin

Beni de hayırla yâd eyleyeler;
Dil-i mahsûnumu şâd eyleyeler…
Mîmâr Sinan

Büyük usta Sinan’ın sözleri arasında bir sözü daha var ki hepimize örmek olmalı. Ben hep o sözü hatırlarım: “Yaptığın işi gönlünde hissedersen, ırmaklar çağlar içinde.”

Bu sözleri aslında yaptığı tüm eserlerin boyutunu, kimliğini, özelliğini, asâletini, estetiğini, matematiğini, ilmini nasıl ortaya koyduğunun ve başardığının bizlere ispâtıdır.

14 yıldır bütün sevgimle Mîmâr Sinan’ın eserlerinin çekimlerini yapmaktayım. Her çıktığım eserine yıllarca, defalarca çıktım. Her çıktığım zaman sanki Sinan arkamda bana yol gösteriyor. Tüm dünyâya alâmet-i fârika eserlerini sergilemiştir.

Yıllardır Sinan’ın doğup büyüdüğü evi merâk etmişimdir. Bu hususta Sâî Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı Tezkiretü’l-Bünyan kitabı bana yol göstermiştir. Bu kadar büyük ve ihtişamlı kubbeleri nasıl zirveye taşımış?! 

Gelelim Ağırnas yollarına nasıl revân olduğumuza.

Bir gün Yenidünya Dergisi Yayın Yönetmeni kıymetli kardeşim Hasan Hafif beni Kayseri’ye dâvet etti. Benim yıllardır hayâlini kurduğum Mîmâr Sinan’ın doğduğu ev ile târihî yerlerin çekimini yapmak için ilk ışık doğmuştu. İşte o an içimde târif edilemez bir heyecan başladı. Çünkü Sinan, evinin karşısındaki Erciyes Dağı'nın tasvîrini kubbelere benzetmişti.

10 Mayıs sabahı saat 5’te Saime Güler ve Târihçi Yazar İbrahim Akkurt ve Hasan Hafif ile buluşup soluğu Sabiha Gökçen Havalimanı’nda aldık. Saat 07.00 uçağı ile Kayseri’ye doğru havalandık. Güzel bir yolculuk sonrası alana iniş yaptık.

Bizi orada Kayseri Yenidünya Dergisi sorumlusu Suat Kodalak kardeşimiz karşıladı. Aman Allâh'ım ne karşılama. Sımsıcak tavırlı, yüzünden tebessüm hiç eksik olmayan enerji dolu biri Suat kardeşimiz. Aslında ilk görüşmemizdeki o tebessüm dolu yüzü, iki gün boyunca yapacağımız çekimlerin enerji dolu geçeceğinin göstergesi olmuştu.

Havalimanından sonra dergi binâsına geçtik. Soluklanıp kahvaltı yaptıktan sonra 14 yıldır hayâlim olan Sinan’ın köyüne doğru yola çıktık. Yolda birkaç târihî yere daha uğradık. İlk durağımız o meşhur türküsü ile bildiğimiz Gesi Bağları ve Güvercinlikler oldu. O hâfızalara kazınan meşhur türküyü hatırlamak istersek: 

Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yârimi, aman aranıyorum.. 

Olağanüstü güzel bir yer. Eski zamanlarda Anadolu’nun bazı yerlerinde bağ ve bahçelerde gübrelerini kullanmak üzere yabânî güvercinler için özel mîmârî tarza sâhip farklı tipte güvercinlikler yapılmış.

Öğrendiğim kadarıyla Gesi Bağları'ndaki güvercinliklerde bulunan yer altı odaları sâdece bu yöreye özgü olup diğer bölgelerdeki güvercinliklerden önemli bir ayrım noktası oluşturmuş. İlk defa böyle bir mîmârî tarz yapıyı inceleme fırsatı bulmuş oldum. Çok etkiledi beni. Güvercin gübreleri alt odalardan toplanıp gübre olarak bağ ve bahçelerde kullanılmış. Çok verimli olduğu için yüzyıllardır devâm etmiş bu sistem. Erciyes Dağı'nın o muhteşem görünümüyle birleşince ortaya müthiş güzellikler çıkıyor.

Gesi Bağları sonrası Ağırnas Köyüne revân olduk. Köye varıp o taş yapıları görünce beni bir kat daha heyecan sardı. Arabadan inip köylülere selâm verdik, sohbet ettik. Sinan’ın adını duyunca hepsinin gözlerinde hemen bir ışıltı beliriyor ve “Sinan bizim ve dünyânın gurûru.” diyorlar. Çok seviyorlar Sinan’ı. Bize Sinan’ı anlatıyorlar. Yok böyle bir sevgi, hürmet. Kim gururlanmaz ki. Karşınızda Sinan var.

Sohbet sorası ağır adımlarla evine doğru yürümeye başladık. Aslında ekibin hepsinde olduğunu hissettiğim büyük heyecanla hareket ediyorduk.

Ama bendeki bambaşka. Sanki bizi Sinan dâvet etmiş de evinde ağırlıyordu. Ve evin sokağına geldik. Duygu yüklüydüm. İçeride Sinan bekliyor hissi vardı. Ağır adımlarla kapıya yaklaştım ve kapıya vurup selâmün aleyküm diyerek içeri girdim. İşte o an Mîmar Sinan sanki karşımda oturuyordu ve “hoş geldin, safâlar getirdin” diyerek beni karşılıyordu. Ve ben kendimden geçiyordum.

Geçti Bu Demde Cihândan Pîr-i Mîmâran-ı Sinan

Aşırı duygu yüklüyüm. Sinan’ın doğduğu evi inceledikçe muhteşem, eşsiz mîmârîdeki kubbeleri nasıl yaptığını daha iyi anlamış oldum. Evi bir süre inceledikten sonra Sinan’ın Süleymaniye Câmii’ni açarken söylemiş olduğu o müthiş sözü aklıma geldi.

Sultan Süleyman Odabaşına dönerek:

“Câminin kapısını açmaya en lâyık ve en uygun kim olabilir?” diye sorarlar. Odabaşı; “Pâdişâhım, Mîmar Ağa kulunuz çok emek vermiş bir ihtiyardır. Lokman hikmeti üzere bu hususta câminin kapısını açmağa en lâyık kulunuz odur.”deyince, bütün insanların ve canlıların pâdişâhı: “Allâh'ın rahmeti ve rızâsı üzerine olsun. Binâ eylediğin Allâh'ın evini, gönül temizliği ve duâ ile açmak yine sana gerekir.” diyerek duâ ve Allâh'a şükür ile anahtarı ben kuluna verdiler.

İşte şu sözü hiç aklımdan çıkmaz. Eserlerini çekmeye gittiğimde hep bu sözleri bana ilham kaynağı olmuştur: 

“Zenginlik hazînesinin anahtarını bulmadım âh
Nice kez cân ü gönülden demeyince, Yâ Fettâh!”
diyerek câmiyi açma şerefine nâil olur. 
Kaynak: Tezkiretü’l-Bünyan

Benim de o önemli sahne aklıma gelir ve “Yâ Fettâh!” diyerek Sinan sanki izin vermişçesine doğduğu evin kubbelerini çekmeye başlıyorum. Ellerim titriyor, hiç böyle olmamıştım. Aman bir hatâ yapmayayım, ustadan azar işitmeyeyim hissiyle işe başlıyorum. Her noktası ayrı bir heyecan dolu. Cihâna altın harflerle adını yazdıran Sinan’ın asırlara vurduğu mühürler buradan açılmıştı. Bize bu kubbe altından, bu kapıdan ses gelmişti. Biz de bu sese kulak verdik ve Sinan’ın ayak izinde Ağırnas’a sevgiyle, duyguyla geldik. İyi ki geldik, bizi çok iyi ağırladı Ağırnas köyü. Cuma namazını burada kılmayı nasîb etti Rabbim.

Bizleri buralara getiren, bu kubbe altında toplayan Allâh'ın lütfundan başka bir şey değildir.

Mesnevî;

Yaptım câmi ve mihrap nice bin
Allah bilir ki hep secde için 

Çok şükür Müslümanlığımı korudum
Bütün emirlerimde adâletli oldum.
Mîmar Sinan 

Ve ayrılık vakti geldi. Döndüm evin içine, Sinan karşımda şöyle dedim: “Büyük ustam, biz izninle yola revân olacağız ama tekrar yanına geleceğiz.” Hüzünle vedâ edip oradan ayrılıyoruz. Mîmar Sinan’ı anlamak için derinlere inmek lâzım. Dünyâya kubbeli bir evde gözlerini açıp cihâna Devlet-i Âliyye’ye sayısız eserler bırakan büyük ustayı en derin minnet, saygı, sevgi ve hürmetle yâd ediyorum. 

Zâten şu sözü bize örnek biri olduğunu özetliyor:

“Ben bütün bu eserleri hayırla yâd edilmek, hayır duâ almak, Allâh'ın rızâsını kazanmak için yaptım.

Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükâfâtını da âhirette bekliyoruz.”

Mîmar Sinan

Bizler de bu sözlere lâyık olmaya gayret gösteriyoruz. Gösterdik aslında… Büyük Çamlıca Câmii’nin, hiçbir ücret almadan yıllarca çekimlerini yaptık. Ne mutlu bu güzîde eserde yapılan duâların içinde olabilmek.

Mîmar Sinan’ın kendi yazdığı mührüne de değinmeden geçmeyeyim.

El-fakîrul Hakîr Ser Mîmârân-ı Hassa

(Değersiz ve muhtaç kul, Saray özel mîmarlarının başı)

Sinan’ın bu mührü Büyükçekmece Köprüsü üzerinde kazılı olan mührüdür. 

Şimdiki rotamız Yahyalı. 3 saatlik yol. Âşık Veysel’in:

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece

sözlerindeki gibi yollar uzun, ince bir yol. Yeşillik dolu. Suat kardeşimiz kaptanlığında yollara revân olduk. 3 saate yakın zahmetli bir yoldan sonra Yahyalı Kapuzbaşı Şelâleleri'ne vardık. Yorucu oldu ama o muhteşem, insanı cezbedici manzarayı görünce yorgunluğumuzu unuttuk.

Her yerde hâzır ve nâzır, Hayyu Kayyûm olan Allâh’ın (cc) isim ve sıfatı tecellîsiyle, bütün sanatı her an karşımıza çıkabiliyor.

Şelâleleri görünce biraz tefekkürden sonra aklıma Rahmân Sûresi’nin 28. âyeti geliyor. “O halde, Rabb’inizin hangi nîmetlerini yalanlıyorsunuz?” Bu âyet Kur’ân-ı Kerîm’de 31 defa geçmektedir. İnsan tefekkür edip düşünmeden geçemiyor. Kayaların arasından nasıl da gürül gürül akıyor. Yine işe koyulma vakti diyor ve çekimlere başlıyorum. Her bismillâh dediğimde Rabbim bizlere doğanın içine nakşettiği güzelliğini, sanatını gösteriyor. 

Akşam vakti yaklaştı ve dönüş yolu hazırlığı... Hasan ve Suat kardeşlerim dönerken Yahyalı’ya uğrayıp kanâat önderlerinden Ali Ramazan Dinç Efendi Hocamızın fotoğrafını çekebilir miyiz dediler.  Ne demek, büyük keyif alırım, dedim. Akşam vakti oraya vardık. Sonra çekimlerimizi yapmak için câmiye geçtik. Abdestlerimizi tâzeleyip câmiye girdik. Hocamız bizi karşıladı, kalbî muhabbetten sonra çekime başladım.

Güzel bir muhabbetten sonra burası da bir anım oldu.

Gâyet hoş, güzel birkaç fotoğraf çektim. Mihrâbın önüne geldiğimizde; “Hocamıza söylesem acaba üstündeki cübbeyi beyaz olan ile değiştirir mi?” diye içimden geçti. O an göz göze gelip o nûr yüzüyle, tebessümüyle benim düşündüğümü bana söyleyince çok şaşırdım. Ben de büyük keyifle elbette hocam, dedim. Çünkü içeride beyaz renk daha güzel ve uyumlu olacaktı. Allah râzı olsun ki hocamız ile kolaylıkla güzelliği yaşamış olduk. 

Duâsını alıp Kayseri’ye dönüş yoluna geçtik.

Güzelliği bulunduğu yerde yaşamak, güzel insanlarla olmak herkese nasîp olmaz.

Cumartesi günü de Hasan ve Suat kardeşlerim ile Kayseri’nin eşsiz târihî eserlerinin çekimlerine başladık. İşe Mîmar Sinan’ın Kayseri’deki tek eseri olan Kurşunlu Câmii’nin çekimi ile başladık. Kayseri Selçuklu eserleri ve eşsiz târihî zenginlikleriyle dolu. Türkiye coğrafyasında Selçuklu târihi denilince Kayseri en önemli şehrimiz. Kayseri Kalesi, Seyyid Burhâneddin Türbesi, Emir Erdoğmuş Türbesi, Hunat Hatun Külliyesi, Ulu Câmi, Döner Kümbet, Saat Kulesi ve Zeynel Âbidin Türbesi meydandan önde câmi arkada Erciyes'in enfes çekimlerini yaptık.

Önemli bir husus; bugün biz Sinan’ı konuşuyorsak bunu öncelikle Allâh'a, Rasûlullah Efendimiz’e borçluyuz. Selçuklu’ya borçluyuz, Devlet-i Âliyye’ye borçluyuz. Eğer Osmanlı olmasaydı, Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethetmemiş olsaydı bizler bunların hiç birini konuşuyor olmazdık. Ayasofya ayakta kalamayacaktı, çünkü o muhteşem eser Sinan’ın dokunuşlarıyla günümüze kadar gelebilmiştir. 

Ve tabii ki Ağırnaslı Sinan olmasaydı onun vücûda getirdiği hiçbir eserini konuşuyor, fotoğraflıyor olmazdık. 

Sinan’ın gözünden yaşadığımız coğrafyaya bakıyor olsaydık o mücevher değerindeki eserlerin etrâfı bomboş olurdu. Özgün uslûp sâhibi olabilmek için çalışmak, araştırmak, bilgi sâhibi olmak lâzım. O zaman o cevher yapılara daha iyi sâhip çıkarız. 

Bu târihî yolcuğumuza vesîle olan, önderlik eden Hasan Hafif ve Suat Kodalak kardeşlerimize en kalbî muhabbetlerimle çok teşekkür ederim.

Haziran 2024, sayfa no: 64-65-66-67

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak