Ara

Adım Süheyl b. Amr

Adım Süheyl b. Amr

Adım Süheyl b. Amr. Sizlerle câhiliyye döneminden Asr-ı Saâdet dönemine geçişimin sancılarını ve nihâyetinde benliğimdeki büyük değişimin heyecânını paylaşmak istediğimden, geçmişten ötelerdeki siz kardeşlerime yazıyorum.

Mekke’nin en güçlü hatiplerinden biriydim. Bütün hücrelerimle öncü bir Müşriktim. Bu konumumdandır ki, hitâbet gücümü bütün unsurlarıyla, İslâm ve Hz. Peygamber’in (sav) aleyhine kullanıyor, böylece daha önemli bir şöhrete ulaşıyordum. Mekkelilerin övünç duyduğu kişilerden biriydim. Ama garip bir tecellîdir ki hicretin 2. yılında yapılan Bedir Savaşı’nın sonunda, birçok arkadaşım gibi ben de Müslümanlara esir düştüm. Benim esirler arasında olduğumu gören Hz. Ömer (ra) Peygamberimize (sav) yaklaştı ve bana diş bileyen Hz. Ömer (ra) şöyle bir teklifte bulundu:

- “Ey Allâh'ın Resûlü. Müsâade ediniz şu adamın dişlerini sökeyim. Bir daha sizin aleyhinizde bulunmasın.”

Hz. Ömer (ra) bu teklifinde oldukça ısrarlıydı. Zîrâ benim Mekke’deki konuşmalarım Müslümanları hayli rahatsız etmişti. Ben bu zamâna kadar sâdece İslâm aleyhinde konuşmamış, Peygamberimiz (sav)’e de çirkin ifâdelerle saldırıda bulunmuştum. Dolayısıyla Hz. Ömer’in teklifinin kabûl edilmemesi benim için olasılık dâhilinde bile değildi. Sonumun yakın olduğunu düşündüğüm bir anda ve bütün yaptıklarıma rağmen, Peygamberimiz (sav), Hz. Ömer’in (ra) teklifini şiddetle reddetti ve:

-        “Hayır Ömer. Aslâ böyle bir şey olmayacaktır” buyurdu. Sonra sözüne şöyle devam buyurdu: 

-       “Ben sana müsâade edip, senin dediğini yaparsam Peygamber olmama rağmen Yüce Allah bana çetin bir azapla azâb eder”.

Bu sözler beni derinden etkilemişti, şaşkındım. Hz. Ömer (ra) geri çekilmişti. Geri çekildi ama bana karşı olan hıncı dinmemişti. Bunu iyi anlayan Hz. Peygamber (sav) Hz. Ömer’e dönerek şöyle seslendi:

-        “Ömer! Sabret. Bir gün Süheyl seni çok sevindirecek iyi bir iş yapacak.”

Yapacağım iş neden Hz. Ömer'i sevindirecekti? Ona olan öfkemin amacına ulaşması için fırsat kolluyordum oysa ki. Ama Hz Peygamber (sav) beni son derece şaşırtacak enteresan cümleler kuruyordu. Şaşırsam da bana olan tavrı hoşuma gidiyordu. O'na (sav) saygım artmaya başlamıştı. 

Epeyce bir zaman sonra serbest kaldım ve Mekke’ye döndüm. Bundan 4 yıl sonra, hicrî 6. yılda Müslümanlar Peygamberimizin önderliğinde umre yapmak niyetiyle Mekke’ye girmek için yola çıkmışlardı. Sanırım 1500 kişiydiler. Mekke’ye yakın olan Hudeybiye bölgesinde Onları durdurmuştuk. Çünkü biz Mekkeliler Peygamberimize (sav) umre için müsaade etmeyeceğimizi haber vermiştik. Bunun üzerine görüşmeler yapmak üzere Hz. Osman (ra) Mekke’ye gönderildi. Hz. Osman (ra) Mekke’ye gelince onu göz hapsinde tuttuk. Bazı işgüzarlar da Hudeybiye bölgesine Hz. Osman’ın (ra) öldürüldüğü haberini götürmüşlerdi. Hudeybiye bölgesinde sulh için bekleyen ve Mekke’ye sâdece ibâdet için girmek isteyen silahsız sahabeler, bu haberi duyunca Hz. Peygamber’in (sav) etrâfında toplanmışlardı. Orada bulunan ağacın altında Hz. Peygamber’le (sav) ahitleştiler. Sonuna kadar direnecekler veya toptan öleceklerdi. Biz Mekkeliler bir Hz. Osman için 1500 kişinin ölümü göze aldığını görünce Hz. Osman’ı (ra) geri verdik. Bu tavır cesurcaydı ve bizim kolay kolay anlamayacağımız bir tavır idi. Bunun üzerine arkadaşlarımız beni anlaşma yapmak üzere Hudeybiye'ye gönderdiler.

Hudeybiye’de kamp kurmuş olan Peygamberimiz (sav) ile anlaşma yapmak üzere yanlarına geldim. Ama bu gelişimde güçsüzlüğümüzü örtmek ve psikolojik üstünlük sağlamak adına saygısızlık, tepeden bakma, küçümseme duygularım hâkimdi. Çünkü ben avantajlı tarafı temsil etmekteydim. Bedir gününü unutmuş gibi davranmak zorundaydım. Aslında dizlerimin bağı çözülmüştü, çok da korkuyordum. Antlaşma yapmak üzere oturduk ve Müslümanların aleyhineymiş gibi görünen çok ağır bir antlaşmaya vardık. ‘Hudeybiye Antlaşması’ diye anılacak olan bu antlaşmada görünüşte biz Mekkeli Müşrikler Müslümanlara psikolojik, politik, moral ve stratejik üstünlük sağlamaktaydık. Görüntü böyleydi. Ama ilerleyen zaman, şartları Müslümanların lehine çeviriyordu. Sonradan vâkıf olduğum kadarıyla Hudeybiye dönüşünde inen Fetih Sûresi’nin âyetleri bu durumu müjdelemişti. Mekkeliler adına antlaşma yapmak üzere görevlendirilmenin sarhoşluğuyla, kendimi kaybedercesine korkumu örtmek cesur görünmek için müzakereler sırasında yanlış şeyler yapmıştım. Yıllar sonra çokça hayıflanıp ah çekeceğim şeyler yapmıştım. Meselâ ellerimi Peygamberimizin sakalına uzatarak, okşayarak, şaka yollu da olsa üstünlüğümüzü pekiştirmek istemiştim. Hz. Ömer (ra) o esnâda o kadar hiddetlenmişti ki ellerini hemen kılıcına attı ve:

-        “Parmaklarını indir, yoksa ben kökünden indiririm” dedi. 

O an öleceğim vakit geldi demiştim kendi kendime. Ama bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber (sav) ortamı yumuşatmak için:

-        “Kılıcını yerine koy Ömer!” dedi.

Sıra yazılan metni imzalamaya gelince Peygamberimiz (sav) imza atacağı, mühür basacağı yere ‘Allâh'ın Rasûlü Muhammed’ ifâdesinin yazılmasını emretmişti... Ama ben bunu reddederek ve de şımarık bir edâyla:

-        “Senin Peygamber olduğuna inansaydım seninle savaşmazdım” dedim. 

Bunun üzerine Hz. Peygamber, 'Oraya şöyle yaz' dedi Hz. Ali (kv)'ye:

-       “Abdullâh’ın oğlu Muhammed”.

Ama Hz. Ali (ra) ve diğer ashab buna yanaşmadılar. 

-       “Vallâhi, Senin peygamber olduğunu yazan o satırı silmeyiz” dediler. 

Bunu duyan Peygamber (sav) kendi elleriyle o ibâreyi silerek, benim istediğim cümleyi yazdı. Peygamberlik vasfını bir kenara bırakması, kendisini bir insan olarak ön plana çıkarması ve bütün bu vasıflarıyla gururlanmaması doğrusu beni derinden etkilemişti. Ama Mekke'deki mahalle baskısı, asıl benliğimizi çölde kumlara gömülen kız çocukları misâli derinliklere gömmüş, kendimiz olmayı hep ötelemiştik.

Gün geldi Mekke fethedildi. Bütün Mekkeliler için genel af çıkmıştı. Ben de affedilenler arasındaydım. Yıllarca ötelediğimiz kendimizi bulma hayâli gerçekleşmiş ve ben de Müslüman olmuştum. Hitâbet gücümü ve diplomatik becerimi artık İslâm’ın hizmetinde kullanmaya başlamıştım.

Târihler 632 yılını gösteriyordu. Hz. Peygamber (sav) vefât etmiş, yüreğimiz parçalanmış, kor alevler kavurmuştu bizleri. Ama Rasûlullâh’ın vefâtı duyulunca zayıf irâdeli bazı insanlar 'Peygamber ölmemeli' diyerek isyân etmiş ve yer yer dinden dönme olayları baş göstermeye başlamıştı. Mekke’de de bazı kişiler dinden dönmüşlerdi. Dinden dönenlerin oluşturduğu bulanık hava saf insanları da etkilemişti. Mekke’de bir kaos ortamı oluşuyordu. İşte tam da bu ortamda ben de Mekke’de ikamet ediyordum. Câhiliyye döneminden Asr-ı Saâdet dönemine değin yaşadıklarım, şâhit olduklarım ve en önemlisi Hz. Peygamberin o müthiş mücâdelesi bir şeyler yapmam gerektiği konusunda beni de cesâretlendirip kamçılamıştı. İlk fırsatta Mekkelileri toplayıp enteresan bir konuşma yapmıştım. Hitâbetin bütün unsurlarıyla diplomatik zekâyı bir araya getirmiştim. Üstün bir gücün dilimin bağını çözdüğünün farkındaydım ve Mekke’de estirilmeye çalışılan dinden dönüş felâketinin önüne geçebilmiştim. Cümlelerim arasındaki şu ifâdeler dikkatleri çekmeye yetmişti: 

-       “Muhammed (sav) vefât ettiyse Allah hayy ve bâkîdir. Allâh'ın emirleri Kur'ân aramızdadır. Size ne oluyor ey Mekkeliler! İslâm’a en son siz girdiniz. İslâm’dan ilk çıkacak olan da siz olmayın...” 

Sonradan haberim olmuştu ve çok ilginç gelmişti bana ki Medîne’de benzeri bir konuşmayı da Hz. Ebû Bekir (ra) yapmıştı. Ortalık yatışmış, her şey ve herkes yerli yerine oturmuştu. 

Yaptığım bu hayırlı işin haberi Medîne’ye ulaşınca Hz. Ömer’in (ra) gözleri yaşarmıştı. Bir gün Onu da etkileyebileceğim aklıma gelebilecek en son şeydi. Bedir günü benim aleyhime yaptığı teklîfi ve Hz. Peygamber’in (sav) buna karşı verdiği cevâbı hatırlamış ve Hz. Ömer’in (ra) aralanan dudaklarından şu cümleler dökülmüştü:

-        “Vallâhi Ey Allâh'ın Nebîsi! Sen hakîkaten de Allâh'ın Resûlüsün. Sana binlerce salât ve selâm olsun.” 

Adım Süheyl. Sizlere Asr-ı Saâdet'ten sesleniyorum. Resûlullâh’ın (sav) buyurduğu gibi Allah bana hayırlı bir iş nasîb etmiştir. Hz. Peygamber'in zarâfetiyle, şer görünen hayâtım nihâyetinde hayra yelken açmıştır. Ama Hz. Peygamber’in (sav) zarîf dokunuşu çağları aşmaya devâm ediyor. O’nun hayâtı ve engin mesajları kıyâmete kadar aranızda dolaşacak ve sizlerden nasiplileri okşamaya devâm edecektir. Karşılaştığınız olumsuzluklar sizi yıldırmamalı, yolunuz cezalandırmanın yerine affetmek üzerine kurulmalıdır. Unutmayın ki şer gibi görünen şeylerin günün birinde hayra dönüşeceği her an ihtimâl dâhilindedir. Ve biliyorum ki şu an yaşadığınız âhir çağda, toplumunuzda nice Süheyl’ler vardır ve yine biliyorum ki Peygamber ahlâklılar o Hudeybiye’nin ölçüsüz Süheyl’ini, Hz. Süheyl’e (ra) çevirebilirler. İşin sırrı kendini bulmaktan geçiyor. Çünkü "Kendini bilen Rabbini bilir" diyor En Sevgili. Vesselâm.

Haziran 2023, sayfa no: 38-39-40-41

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak