Ara

Adım Selman

Adım Selman

Adım Selman. Siz kardeşlerime Asr-ı Saâdet'ten sesleniyorum. Yaşadığım dönemde İran’da Sâsâni İmparatorluğu hüküm sürmekteydi. Resmî dinleri Mecûsîlikti ve ateşperesttiler. Soyum İran Meliklerine dayansa da onlardan bana kalan sâdece çile oldu. Âilem toplumun en saygınlarındandı ve köylerin idâresinden sorumlu idiler. Babam da köyümüzün reisi idi. Mecûsî âlimi de olan babam benim dînî eğitimimi tamamlamam ve atalarımın dînine bağlı iyi bir Mecûsî olarak yetişmem için büyük gayret sarf ediyor, diğer çocuklar gibi oyuna ve tembelliğe meyletmeyeyim diye beni ev hapsinde tutuyordu. Babamın gayretleri sonucunda Mecûsîlikte önemli bir mevki olan ateşin körükçülüğüne kadar yükselmiştim. Fakat hak dînin Mecûsîlik dışında olduğunu hissediyor, ateşe tapmaktan rahatsızlık duyuyordum. 

Büyük bir çiftliğe sâhip olan babam, bir gün beni çiftliğe göndermişti. Yol üzerindeki kilise, çiftliğe o güne kadar hiç gitmediğimden, dikkatimi çekmişti. Kilisede ibâdet eden insanları görünce yanlarına gittim ve güneş batıncaya kadar orada kaldım. Akşam vakti eve döndüğümde, gördüklerimi babama anlattım. Hristiyanlığın Mecûsîlikten daha hayırlı olduğunu, ateşi kendi hâline bıraktıklarında söneceğini söyledim. Koyu bir Mecûsî olan babam bunun üzerine beniayaklarımdan bağlayarak eve hapsetti. Bu durum bendeki duyguyu kamçılamış olacak ki âilemin şiddetli muhalefetine rağmen Hristiyanlığı benimsedim ve evden kaçıp Hristiyan tüccarlarla birlikte Şam'a gittim. Burada Hristiyan bir din adamı olan Uskûf'un yanında kaldım. Hakîkati bulma çabasındaydım. Bir gün Uskûf'un ihtiyaç sâhiplerine vermek için topladığı altın ve gümüşleri kendisi için sakladığını gördüm ve içimde ona karşı bir kızgınlık oluştu. Fakat hakîkati bulma ideali uğruna onunla yaşamaya devâm ettim. Onun vefâtı sonrası Musul, Nusaybin ve nihâyet Ammuriye'ye gelmiş, Hristiyan âlimlerden ilim öğrenmiş ibâdetle meşgûl olmuştum. Ammuriye'de aradığım zâtı bularak bir müddet onun yanında kaldım. Bu zât, artık yeryüzünde tâbi olunacak kimse kalmadığını söyleyerek vefât etmeden önce bana özümü bulduracak ve bugüne kadar yaptıklarımın âdetâ bâtıl olduğunu bildirecek şu tavsiyede bulundu:

- Âhir zaman peygamberinin gelişi yakındır. O, Hz. İbrâhîm'in dîni üzere gönderilecektir. O, Arap topraklarından çıkacak, iki vâdi arası hurmalık bir yere hicret edecektir. O'nun gizli olmayan alâmetleri vardır: İki omuzu arasında nübüvvet mührü bulunur, hediye kabûl eder ancak sadaka yemez. Kavmi O'na sihirbaz, kâhin, mecnun diyecektir. O'na kavuşmaya gücün yeterse hemen git!

Aradığım zâtın haberiydi bu. Anlatılan özellikler müstesnâydı. Nerede, ne zaman, nasıl bir kavuşma? Nasip olur mu acep? Bu sorular arasında kavrulup duruyordum. Aradığım yerin Hicaz bölgesi olacağına kanâat getirmiştim. Bir gün Kelb kabîlesinden bazı tüccarlarla karşılaştım. Onlara, beni Hicaz'a götürmeleri karşılığında koyun sürüsünü vermeyi teklîf ettim. Teklîfimi kabûl eden tüccarlar, yolu daha yarılamadan bana ihânet edip beni köle diye bir Yahudiye sattılar. Bundan sonraki hayâtıma köle olarak devâm edecektim. Sonrasında Kurayza'dan bir Yahudiye satılarak Medîne'ye kadar geldim. Farkında değildim, kölelik döne dolaşa beni Sevgili'nin (sav) yurduna getirmişti. 

Medîne'ye gelince buranın, râhibin söylediği yer olduğunu anlamıştım. Burada Son peygambere ulaşma amacımı gizli tutarak, köleliğin ağır yükü altında gece gündüz çalıştım ve hicrete kadar Hz. Peygamber'den habersiz olarak yaşadım.

Yediğim kırbaçlar, açlık, susuzluk beni harap düşürse de hep Sevgilinin özlemiyle gıdâlanıyordum. Sabrediyordum. Bir gün efendimin bahçesinde çalışırken Sevgili'nin Medîne yakınlarındaki Kuba'ya geldiğini duydum. Gün içinde yapmam gereken bütün işlerimi çabucak bitirmeliydim. İşleri toparlayıp akşam olunca soluğu Kuba'da almıştım. Rasûlullâh (sav)’i görür görmez O'nun peygamber olduğunu anlamıştım. Önce donakaldım, ayaklarımın bağı çözüldü. Yılların biriktirdiği hasreti bir köşede doyasıya ağlayarak giderdikten sonra, Sevgili'nin yanına gidip selâm verdim. Kuşkum yoktu, amma yine de râhibin bana anlattığı peygamberlik vasıflarını sorgulamak istemiştim. Bütün iliklerimle îmân etmek istiyordum. Olacaksa, yarım yamalak bir kavuşma olmamalıydı benim kavuşmam. Yıllarca bu an için sabretmemiş miydim? Az bir bekleyişle gözlerimin feri nûra açıldıktan sonra, yanımda getirdiğim yiyecekleri Rasûlullâh'ın önüne koyup bunların sadaka olduğunu söyledim. Allah Rasûlü (sav) sadaka olarak sunulan yiyecekleri yemeyip ashâbına dağıttı. Bunun üzerine kendi kendime sevinçli coşkun bir halle:

- Bu bana öğretilen peygamber vasıflarından ilkidir, diyerek oradan ayrıldım.

Hz. Peygamber Medîne'ye geldiğinde tekrar ziyâretine gittim. Bu defa yanımda getirdiğim yiyeceklerin hediye olduğunu söyleyerek Rasûlullâh'a takdîm ettim. Hz. Peygamber ve ashâbı getirilen yiyecekleri yediler. Sevgilinin hediye kabûl ettiğini gördüğümde yine çok sevinmiştim, ikinci alâmetin de kendisinde bulunduğuna kanâat getirdim. Artık son alâmeti,üçüncü alâmeti de tesbît etmek için fırsat kollamaya başlamıştım.

Sevgili'ye yakın olmak herkesin âdetâ rüyâsıydı. Acep benim gibi kölelerin de buna hakkı olabilir miydi? Bir günPeygamber Efendimiz (sav)’in ashabından bir cenâzeye katılmak için kabristana gittiğini haber aldım. Yerimde duramadım. İçimi yakan kor ateşin harâretini dindirmeliydim. Mezarlığa gittim ve ashâbıyla birlikte oturan Allah Rasûlü'nün arkasına geçtim. Özlemimi giderme ümîdim vardı. Maksadımı anlayan Sevgili, gömleğinin sırt kısmını sıyırarak nübüvvet mührünü görmemi sağladı. Yıllar yılı beklediğim andı bu, Nûra kavuşma vaktiydi. Cânân’a Canım deme vaktiydi. Peygamberlik mührünü görür görmez Rasûlullâh'a sarıldım ve O’nu öperek, yüzümü gözümü sürerek aşkla ağlamaya başladım. Vaktiydi:

- Eşhedu Enlâ İlâhe İllallâh ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluh.

Kelime-i Şehâdet getirerek müslüman oldum ve başımdan geçenleri Sevgili'ye ve ashâbına anlattım. Sevgili daha fazla köle olarak kalmama râzı gelmemiş, efendimle görüşmüştü. Nihâyetinde 300 hurma fidanı dikimi ve takdir edilecek ücret karşılığında serbest kalacak hür olacaktım. Ümmetine son derece şefkatli olan Sevgili, diğer kardeşlerimizle berâber bana yardım etmiş ve tam üç yüz hurma fidanı dikmiştik. Peki ya takdir edilecek ücreti kim ödeyecekti? Boynumu bükmüştüm çâresizce. Bu durumu farkeden Sevgili daha fazla üzülmeme dayanamıyordu. Sevgilinin isteğini sezen, son derece cömertliğiyle tanınan Hz. Ebû Bekir beni efendimden satın alıp hürriyete kavuşturmuş, Sevgiliye muştuyu vermişti. Sevinen Sevgili, Sevinen Ebûbekir, sevinen fikren hür, bedenen de hür Selman.

Ben Selman, artık herşeyiyle İslâm'ın oğlu olan Selman. Bedir ve Uhud gazvelerinin yapıldığı sırada henüz köle olduğum için bu savaşlara katılamadım. Hendek Gazvesi öncesi Sevgili, savunma konusunda nasıl bir strateji uygulayacaklarını ashâbıyla istişâre ediyordu. Bu sırada ben de söz hakkı almıştım. Memleketimizde düşmana karşı korunmak için şehrin çevresine hendekler kazdıklarını, Medîne'nin de çevresine hendekler kazmak sûretiyle düşman muhasarasından korunabileceklerini söyledim. Bu görüşüm Sevgili Peygamberim ve ashab tarafından çok beğenilmişti. Doğrusu fikrimin takdîr edilmesi yılların köleliği sonrası hürriyetimin ilk sevindiren meyvesiydi.

Hendek kazımı sırasında on kişinin ancak kazabileceği yeri tek başına kazmıştım ve diğer sahabîler tarafından sık sık yardıma çağrılmıştım. Bu gayretimi gören Ensar ve Muhacir ashabtan bazıları:

-Selmân bizdendir diye çekişmişlerdi. Bunu duyan Sevgili Efendimiz:

-Selmân bizdendir, Ehl-i Beyt'tendir buyurarak tartışmaya son vermişti.

Bu sözlerle Sevgili beni ödüllendirmişti. Bu mutluluk yer gök ve dahi arasındaki herşeyden daha kıymetliydi. 

Ben Selmân-ı Fârisî. Bütün yaşamım boyunca sâde ve gösterişsiz bir hayat yaşamaya çalıştım. Sevgili çok cömertti ve ben de cömert ve misâfirperver olmayı şiâr edinerek, tuz bile olsa misâfire ikrâm etmeye özen gösterdim. Hayâtımda bir hiç sâhibi köle iken Sevgili'ye teslîm olmakla izzeti ve şerefi buldum. 

Sizlere çok öncelerden sesleniyorum. Sevgili'nin izinde yürüyen, O’na ittibâ edenler mutlaka izzet ve şerefi bulurlar, hayatlarını rûhen ve bedenen hür yaşarlar. Bunu hayâtımda hem kendim yaşayarak öğrendim hem de buna çokça şâhit oldum. Eğer sizin de O’na yâr olma gibi bir idealiniz ve hür yaşama aşkınız var ise yolun Sevgili'ye teslîmiyetten geçtiğini hatırlatmak isterim. Âhir zamanda O’na benzeme O’nu yaşama gayretiniz olursa siz de bir gün mutlaka benim gibi kavuşacaksınız. Yok köle olmak size daha tatlı geliyor, yalan gölgeler size daha sahici geliyorsa, işte o zaman rûhu nefsinin zincirlerine bağlanmış, bedeni dolaşan bir varlıktan öteye gidemezsiniz. Ben tercîhimi yaptım şimdi tercîh sizin. Vesselâm.

Ocak 2024, sayfa no: 36-37-38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak