Ara

Adım Salebe

Adım Salebe

Adım Salebe. Size Asr-ı Saadet'ten sesleniyorum. Adımın Salebe olmasına bakmayın. Adımı zikrettiğinizde belki kimse tanımaz beni. Ama "cehennemden kaçan adam" derseniz herkes benim kim olduğumu bilir. Ben ay yüzlü güzeller güzelinin (sav) genç ümmetinden Salebe. Anam babam O’na fedâ olsun. Bütün ömrüm gül kokulu Sevgiliye yoldaş olsun. Genç yaşta îmânım her dâim O’nun aşkıyla var olsun. O’nun iman savaşı öyle bir savaş ki, düşman amansız, mücâdele çetin ve de çok hummâlıydı. Her an her dem hem küffâra hem de nefsimize karşı hazır olmamız gerekiyordu. Sevgililer sevgilisinin yanında olmak bana ilaçtı. Ben de her an O’nunla berâber olmayı seçiyordum cezbedar binbir seçimin içinden. Bir gün Peygamber Efendimiz beni yanına çağırdı. Bazı ihtiyaçlar vardı, çarşıya gönderdi beni. O kadar sevinçliydim ki. Allah Resûlü’nün bir ihtiyâcını giderecektim. Kalbimde Allah Resûlü’ne hizmet etmenin sevinci. Medîne-i Münevvere sokaklarında adım adım yürüyordum. Daracık bir sokaktan geçerken bir an bir su sesine kulağım takılmış olacak ki kafamı kaldırıp baktığımda bir hanımı banyo hâlinde gördüm. Aman Allâh'ım gözlerimi hemen çevirememiştim ve ona bakmıştım. Hemen oracıkta pişmân oldum amma bu bakış, benim içime bir korku saldı. Geri dönmeye yürek mecâlim yoktu. Bu korku ile Medîne'yi terk ettim oradan uzaklaştım. Bir taraftan kendi kendime konuşuyordum:

- Ne yaparım şimdi ben, eyvah! Allah Resûlü’nün huzûruna nasıl çıkarım ben? Allah, Resûlullâh'a benim bu halimi vahyederse, bildirirse helâk olurum eyvah ki eyvah!!!

Ben günahla çarpılmış bu gözlerle Mekke ile Medîne arasında bir dağın en kuytu gözükmez yerine sığınmaktan başka çâre ve yol bulamadım. Korku ve dehşet içindeydim, şaşkındım. Ne yapacağımı bilemiyordum. Âdetâ bir bakışla yıkılmıştım. Bir bakış beni Allah sevgilisinden uzaklaştırmıştı. Günler birbirini kovalayadursun bir ayı geçkin bir zaman, o dağdan inmedim inemedim. Utanıyordum, onca genişliğine rağmen âlem bana dar gelmişti. En sevdiğim an gece ânıydı. Gece karanlığı çökünce, kafamı iki avucumun arasına alıyor bir tepeden bir tepeye koşuyordum. Feryad figân içerisinde ah bana vahlar bana, keşke rûhum ruhlar içinde, cesedim başka cesetler içinde kaybolsaydı da ben bu hâli yaşamasaydım dedim sabahlara kadar. Sabah aydınlanana kadar her dem böyle inleyip duruyordum. Tek bir sığınağım vardı, sevgili Allâh'ımıza yalvarıyordum, O’na yakarıyordum bütün zerrâtımla:

- Ne olur beni temizle beni affet. Sen’in Sevgilinin huzûruna çıkma gayreti ver bana. Yeniden bu muhabbeti bana nasîb et, beni temizle, diyordum. 

Bir an ortadan kaybolmuş olmamdan olacak ki Sevgililer Sevgilisi beni merâk etmiş, endîşeye kapılmıştı. Bu kadar çok mu seviyordu beni? Ben O’nu çok seviyordum, demek ki O da beni merâk ediyor beni çok seviyordu. Allah Resûlü ümmetine karşı son derece müşfikti, merhametliydi. Ama bu gözlerimin bana yaşattıkları beni, merhameti hakketmiyorum düşüncesine de sevketmişti. Tam 40 gün boyunca beni arattı Sevgili. Bu ânî kayboluş Peygamberimin yüreğini kanatmıştı. Dedim ya gece karanlığında iki tepe arasında her an inliyor, cehennemden Allâh'ımızın rahmetine sığınıyordum. Bu haykırışım bu sığınmam Allâh'ımızın hoşuna gitmiş olacak ki Cebrâil Aleyhisselâm'ı peygamberime göndermiş ve Cebrâil:

- Yâ Muhammed Rabbim sana selâm ediyor ve diyor ki ümmetinden bir adam şu dağın içinde Bana sığınıyor.

Allah Resûlü, onun ben olduğumu anlamıştı. Sabah olunca Hz. Ömer ile Selman'ı yollara düşürdü. Mekke-Medîne arasında mekik dokudular, beni arıyorlardı. Emir almışlardı, Allah Resûlü’ne götürülecektim. Derken yolda bir çobana rastladılar:

- Bir genç arıyoruz, günlerdir kayıp bir genç. Şöyle şöyle bir giyimi kuşamı var. Saçı şöyle, kulağı burnu şöyle, diye beni târif etmişlerdi. "Hiç rastladın mı ona bu dağda, şu bayırda, şehrin herhangi bir yerinde?"

Çoban şaşırmıştı. Çünkü karşısındakiler, beni arayanlar Hazreti Ömer ve Selman'dı. Çoban onları tanımış ve:

- Ey Allah Resûlü’nün dostları, sanırım siz şu cehennemden kaçan adamı arıyorsunuz, dedi.

Ve şöyle devâm etti:

- O her gece yarısı ellerini başına koyup dağa doğru koşarak, keşke rûhum ruhlar içinde, cesedim cesetler içinde kaybolsaydı da ben bu hâli yaşamasaydım diye ağlıyor, sızlıyor feryâd ediyor.

Hz. Ömer ve Selman bu çobanın söylediklerine pek anlam verememişlerdi ama bir ümit vardı. Bana kavuşacaklardı, beni bulacaklardı, Allah Resûlü’ne götüreceklerdi. Benim ortaya çıkmam için gece karanlığını beklediler. Gece karanlık çökünce, ben yine eski ben iki dağ arasında koşup feryâd etmeye başladım. Hz. Ömer beni görünce bana doğru koştu. Yanıma gelince beni kucakladı bağrına bastı. Ben ise gönlü kırık, perîşan, zayıflamış, yaşlı gözlerle Hz. Ömer'e baktım ve:

- Yâ Ömer, Allah Resûlü benim günahımı fark etti mi, haber geldi mi ona?

Hazreti Ömer:

- Bilmiyorum, ancak dün yine seni andı. Ve seni bulup huzûruna getirmemiz için bizi sana gönderdi, dedi.

Gitmek istemedim aslında. Çünkü günahlarımla Allah Resûlü’nün huzûrunu kirletmek istemiyordum. Ama çâresizdim. Biliyordum ki Hazreti Ömer beni sürükleyerek de olsa götürecekti, emir almıştı. Ama içimde bir korku vardı. Hz. Ömer'e bir ricâda bulundum ürkek ürkek:

- Yâ Ömer ne olur, ne olur beni huzûruna birdenbire çıkarmayın. Resûlullah namazda iken beni huzûruna çıkarın. O’na alışmak istiyorum. Çünkü sesine olan hasretim benim içimi çürüttü, dedim.

Hz. Ömer ile anlaşmıştık, yola koyulduk. Mescide girdiğimde Allah Resûlü’nün namaz kıldırdığını gördüm. O gülden güzel, Güller Gülü güzel sesi benim kulaklarımdan kulaklarımın pasını delerek girmişti. Kendimden geçtim bayılıp yere düştüm. Çok özlemiştim çünkü. Allah Resûlü namazı bitirip selâm verince bizi gördü ve yanımıza geldi.

- Yâ Ömer yâ Selman, Salebe'ye ne oldu? diye sordu.

- Yâ Resûlallah sesinizi işitince bayıldı, dediler onlar da. Allah Resûlü beni ayılttı ve beni göğsüne doğru çekti. Başımı kendi kalbinin üzerine aldığında başımı çektim. Sordu bana:

- Neden kaçtın bizden yâ Salebe?

Yüzüm kızarmıştı ne diyeceğimi bilemiyordum. Ama cevap vermek zorundaydım:

- Günâhım yüzünden yâ Resûlallah dedim. Günahım o kadar büyük ki Yâ Resûlallah. Hiçbir günah benim işlemiş olduğum bu günâha denk gelmez, dedim.

 Allah Resûlü:

- Ama Allâh'ın rahmeti daha büyüktür, dedi.

Ben Allah Resûlü’nü üzeceğim korkusuyla:

- Yâ Resûlallah günahım çok büyük, diyor başka bir şey demiyordum.

Sevgili Efendimiz beni evime gönderdi. Döndüm evime ama bir türlü kendime gelemiyordum. Üzüntümden hastalandım ve yatağa düştüm. Hiçbir şey yiyemez içemez hâle geldim. Bir hafta sonuydu. Selman Allah Resûlü’nün huzûruna vararak:

- Yâ Resûlallah Salebeden haberiniz var mı? O işlemiş olduğu günahtan dolayı hasta, harap ve bîtap düştü, dedi. Selman'ın bu sözleri üzerine Allah Resûlü biraz da üzülmüş olacak ki:

- Kalkınız kardeşimizi ziyâret edelim, dedi.

Yanıma geldiler. Resûlullah benim başımı kaldırarak mübârek kucağına koydu. Ancak ben ânî bir hareketle başımı O’nun kucağından kaçırdım.

Allah Resûlü:

- Ne oluyor sana, başını kucağımdan niçin kaçırıyorsun? deyince:

- Ya Resûlallah başım günahlarla dolu, dedim.

- Şikâyetin nedir? diye sordu bana.

- Yâ Resûlallah kemiğimin, etimin ve derimin arasında karınca yürümesi gibi günâhımın dolaştığını hissediyorum.

- Peki benden bir isteğin var mı? dedi Allah Resûlü.

- Yâ Resûlallah, Rabbimin beni mağfiret etmesini istiyorum. Tam o sırada Cebrâil (as) gelmiş olacak ki, Allah Resûlüne şöyle vahyediyordu:

Bu: "Kulum gerçekten yer dolusu günahla bana gelse Ben de onu yer dolusu mağfiretle karşılarım” fermânıydı. Allah Resûlü bu âyeti bana bildirmişti, müjdeler vermişti bana. Bu müjde öyle bir müjdeydi ki bütün kemiklerimi eritip Rabbimin sevgisinde yoketmişti. Daha fazla dayanamayıp son bir çığlık atarak:

- Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Allâhu Ekber dedim.

Bu cümleler Benim son cümlelerimdi ve rûhum bu âlemden göçmüştü. Allah Resûlü benim yıkanarak kefenlenmemi emretmişti. Namazımı kıldırdığı zaman ayak uçlarına basarak yürüyordu. Bu durum Sahabe kardeşlerimin dikkatinden kaçmamıştı. İşlemlerim tamamlandıktan sonra ashab Allah Resûlü'nün yanına giderek:

- Yâ Resûlallah, cenâze namazından sonra ayak uçlarına basarak yürüdüğünü gördük. Nedir bunun hakikati, sebebi nedir diye sorduklarında, Allah Resûlü şöyle diyecekti:

- Beni hak ile peygamber olarak gönderen Allâh'a yemîn ederim ki Salebe'yi defnetmek için meleklerden inenlerin çokluğu o kadar fazlaydı ki, basacak yer bulamadım onun için bu şekilde yürüdüm. 

Ben Salebe, size Asr-ı Saadet'ten yazıyorum. Allah Resûlü’nü o kadar çok o kadar çok sevdim ki, günahın küçüğü büyüğü benim için hiçbir zaman fark etmedi. Bir günah ne kadar küçük olursa olsun, Allâh'a karşı yapılıyordu. Ben ise her an Allah Resûlü ile berâberdim. Bir günâhımın O’na bildirilmesi, olumsuz bir hâlimin Allah tarafından O’na iletilmesi zâten benim ölüm fermânımdı. Değil O’na iletilmesi, O’nun bir an üzülmesi, hüzünlenmesi zâten her şeye bedel değil miydi?

Ben Salebe. Hayatta ne buldumsa O’nu sevmekte buldum. Her ne sıkıntıyla karşılaştımsa da, yaşadığım bütün sıkıntılar O’nu üzdüğümden oldu. İşlemiş olduğum günah beni O’ndan aldı, Allâh'ımızın rahmeti beni yine O’na getirdi. İşte bu yüzden Medîne'de kim benim bu hayat hikâyemden bahsetse onu duyanlar kulak kabartıp şöyle konuşur:

- Bu, cehennemden kaçan adamın hikâyesi değil mi? diye sorarlardı. 

Evet kardeşlerim, ben Cehennemden kaçan adam, Salebe. Size Asr-ı Saadet'ten yazıyorum. Yaşadığınız bu âhir çağda şimdi belki gözler harama bakmaya alıştı, kulaklar haramı duymaya alıştı, ayaklar her dem harama yürüyor belki. Ama unutmayın ki gözünüzün değdiği her haram Allah Resûlü’nü incitiyor. Kulaklarınızdan giren her olumsuz kelâm sizi Allah Resûlü'nden uzaklaştırıyor. Hele hele yürüdüğünüz meclisler Allâh'ın ve Resûlü'nün sevmediği haram meclisler ise; o zaman bilin ki siz onlara bakışınızla duruşunuzla ve de yürüyüşünüzle harp ilân ediyorsunuz.

Bir kardeşiniz olarak size yalvarıyorum. Etmeyin eylemeyin, üzmeyin Muhammed'imi, yok etmeyin içinizdeki nûru. Çünkü an gelecek ruh bedenden ayrılacak ve O’nu sevenler O’nunla buluşacak. Alnımızdaki leke ile, gözümüzdeki karanlıkla, kulağımızdaki pasla, adımlarımızdaki aksaklıklarla O’nun karşısına varmak mümkün mü? Değil tabii ki. Gözlerinizi koruyun çünkü bu gözler Allah Resûlü'ne bakacak. Ayaklar meclisine koşacak ve de kulakların duyacağı enfes ses ile ruhlar coşacak. İşte saadet o saadet, huzur o an. Aksi durum hezeyan, perişanlık ve pişmanlık. Vesselâm.

Temmuz 2023, sayfa no: 34-35-36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak