Ara

Adım Saad

Adım Saad

Adım Saad, hiç birşeyi yokken Sevgililer Sevgilisi’ni bulunca ādetâ her şeyi olan Saad. Size olmak istediğiniz zamandan yazıyorum. Asrı Saādet’ten, Sevgilinin zamânından. Yokluklar içinde boğuşan, îman nīmetiyle nûra kavuşanım ben.

Yüzüm simsiyahtı. Ama kendim boyamamıştım ki! Kaldı ki, Sevgiliyle tanıştıktan sonra artık kalbim bembeyazdı. Sahi şu an yaşadığınız çağda da kalbin beyazlığı yüzün siyahlığını örtmüyor değil mi? Siyah olmak ikinci sınıf veya sınıfsız olmak mı hâlâ? Her ne kadar beyaz düşünsem de buna rağmen beni basite alanlar vardı. Oysa ki ben bir yuva kurmak ve āilemle berâber Allah ve Rasûlü’nün yolunda hayat sürmek istiyordum. Evlilik için birkaç teşebbüsüm olmuştu ammâ… Siz anladınız beni. İçinizden bana güldüğünüzü farkediyor gibiyim. Siyah olmak ve hayâl kurmak. Ne kadar da zıt şeyler.

Olmayan evimden çıkmış mescide doğru yola koyulmuştum. Dün berâber olsak da Sevgiliyi görmeyeli asırlar olmuştu sanki. İçimdeki sevinç kıpırtıları adımlarıma da yansımıştı. Hızlıydım. Bir an önce kavuşma arzusu. Yolu yarılamayı az geçmiştim ki siyahlığımdan zevk alan, bunu eğlence gibi gören birkaç zengin evlâdı yaptılar yine yapacaklarını. Doyasıya eğlendiler benimle. ‘Bir de evlenmeye kalkmış bu hâliyle’ dediler, daha neler neler. Doldum taştım. Taşan herşey gözümden sicim gibi aktı. Yüreğim fokurdamaya, kalbim çemberini yırtmaya ahd etmiş gibiydi. Az sonra Sevgilinin mescidine girmiştim ki, hâlimden haberdâr olsa gerek yanına yaklaşmamı istedi. Sevgilinin huzuruna varınca kendimi tutamadım. Yüreğimin acısını oracıkta boşalttım.    

Dedim ki:

- Yâ Rasûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme māni midir?

- Aslâ!

- O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?

Ahhh! Keşke böyle konuşmasaydım. Hâlimle üzdüm mü acep?

Bir anlık tefekkürden sonra Sevgili ellerimi eline aldı, yüzündeki rahmet tebessümünü gönlüme akıttı.

Sonra dilinden şerbet akıtmaya başladı ādetâ:

- Amir’in evine git ve Resûlullâh’ın selâmı var, kızını bana nikâhlamanı emretti de.  Ben simsiyah yüzlü Saad. Sevgiliden emri alır almaz bir solukta hemen târif edilen adresteydim. Sevgili Peygamberim söylediğinden olsa gerek, kızın yanında babaya selâmı aynen tebliğ ettim ve teklifi de açıkça anlattım. Bu sözlerimi işiten Amir neye uğradığının şokuyla kızgın bir halle hemen reddetti. Şaşırmamıştım. Öncekiler gibi o da bir siyahı hem de birşeyin sāhibi olmayan bir siyahı reddetmişti. Bütün bunları kızı da duymuş şâhit olmuştu. Teklifi dinleyen kız babasını ikāz etti:

- Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcûb eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullâh’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

Ben evden yeni bir umutsuzlukla ayrılıp mescide varmıştım ki; kızının ikāzıyla mescide koşup benden önce varan baba özür dilemekteydi:

- Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikâhlısıdır.

Şok hâli yaşamaktaydım. Olmayanlar oluvermeye başlamıştı. Sonra Sevgili Peygamberimiz (sav) beni yanına çağırıp şöyle emretti:

- Git, evini hazırla, āile oturacak şekilde döşe.

- Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..

- Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler. 

Uçarcasına yola koyuldum. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulundular ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmişti. Bir ev hazırlamak için gerekli para elimde mevcuttu. Hele zevcem, ümîdimin de üstünde bir azîzeydi âdetâ.


Çarşı yolunda hızla giderken kulağıma bir ses geldi. Önce anlayamadım, durakladım ve nefesim kesilircesine dinledim. Evet, evet yanlış anlamamıştım, doğruydu. Ses herkese ilân etmekteydi:

- Ey kendini Allâh’a asker bilen Müslümanlar!

Derhal atınıza binin, cihâda yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyâda! Düşman ânî baskın yapacak!


Şimdi ne olacaktı?.. Cihâda mı gitsem, evlenmeye mi?.. Yönümü hemen değiştirip, demirciler çarşısına gittim. İlk işim bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak oldu. Elimdeki paranın hepsini de harcamıştım. Ama cihâd için lâzım olan silâhımı da tamamlamıştım. Sıçradığım atımın üzerinde ādetâ bir kuş gibi uçarak, bekleyen orduya toz duman içinde karıştım.

- Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, dediler. Ancak benim siyahlığımı fark eden Resûlullah Aleyhisselâm:
- Sen Saad mısın? dedi.

- Evet, deyince de duā etti:

- Ceddine saādetler!..

Kumlu çöllerden geçip, tozlu yollardan gidip nihâyet düşmanla müthiş bir savaşa başladık. Herkes cesâretle ileri atıldı. Ben de içlerinden biri olarak cesâretle ileri atıldım; saldırdığım tarafın adamlarını sağa sola püskürttüm. Savaşta epeyce kılıç darbesi almıştım ve gözlerim kapanıvermişti. Artık başka bir ālemin penceresinden izliyordum olanları. Nedense sonra meydan sâkinleşmiş, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardı. Şehitler tesbît edilirken, bir ses:

- Allâhü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!

Efendimiz cesedimin başına geldi, mahzun bir şekilde bana bakarak:

- Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim! dedi.

Bir hayret nidâsı daha:

- Allâhü Ekber!

Sonra dönerek, oradakilere hitâb etti:

- Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki

- Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allâhü Teālâ cennet hûrilerini lâyık gördü!

Ve hayret nidâları birbirini tâkip etti:

- Allâhü Ekber! Allâhü Ekber!

Ben Saad. Evet bildiniz şu siyâhî Saad. Size ötelerden sesleniyorum. Hiçbir şeyim hiçbir zaman belki olmadı. Ama ben her dâim Allah Rasûlü’nü herşeyden öte sevdim. Size diyeceğim bu kadar. Sanırım beni biraz da olsa anladınız. Onu seven zâten her şeyin sāhibi değil mi…

 Haziran 2022, sayfa no: 42-43-44

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak