Ara

Adım Rükâne

Adım Rükâne

Adım Rükâne.

Sizlere gerilerden, Saâdet Asrı'ndan yazıyorum.

Ben bir koyun çobanıyım. Koyunlarımla berâber olmak onlarla vakit geçirmek benim için vazgeçilmez bir durumdu. Onlarla konuşuyor, insanlara anlatamadığım birçok özelimi çoğu zaman onlarla dertleşerek dile getiriyordum. Aynı zamanda güçlü ve kuvvetli idim. Pehlivanvâri bir insandım. Zaman zaman panayırlarda güreşirdim ve her defasında zafer benden yana olurdu. Bir gün koyunlarımı otlatmak için vâdide iken, o günkü şartlarda pek de hoşlanmadığım Peygamber Efendimiz (sav) oradan geçiyordu ki bana rastladı. Selâm verip yanıma geldi. Ben ise O’nun selâmına karşılık vermedim. Çünkü ben yenilmez bir pehlivandım. Şimdiye kadar karşıma dikilen herkesi yere çalmayı başarmıştım. Bu sebeple aşırı güvenden de olsa gerek kimseye kolay kolay inanmazdım. Oysa ki Allah Rasûlü benim bu güçlü bedenimi rûhumla bir edip îmanla buluşturmayı düşünmüştü. O böyle düşünedursun ben kendime çok güvenmiş olacağım ki onu yalanlayanlardan biri olmuştum. İçim İslâm'a kin ile doluydu. Çünkü Allah Rasûlü yıllar yılı inandıklarımızı, atalarımızın dinlerini yok sayıyordu. Bu da bana zor geliyordu. Yanıbaşıma kadar gelen Rasûlullah bana:

-Ey Rükâne, sen Peygamberliğimin haberini aldın, tek bir olan Allâh'ın olduğunu da duydun. Allah'tan korkup îmân etmez misin? dedi.

Kurtuluşum olacak bu mükemmel cümleler karşısında o dilim keşke lâl olaydı da demeseydim, ama dilimden dökülenler şöyleydi:

- Ey Muhammed, eğer söylediklerinin gerçek olduğuna inansaydım zâten sana uyardım. Ama sana bir soru soracağım eğer yaparsan belki inanırım. Senin için mûcize gösteriyor diyorlar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

- İste, benden dilediğini söyle, dedi.

İnanacağımdan îmân edeceğimden değildi amma bir kere konuşmaya başlamıştım devâmını getirmem gerekiyordu:

- Karşıda bulunan bir ağaç var görüyorsun. Onun buraya gelmesini söyle. Eğer Peygamber isen ağaç yanımıza gelir.

 Bunun üzerine Peygamberimiz ağaca dönüp ağaca emrederek seslendi:

- Ey ağaç, Allâh'ın emriyle yanıma gel, Allâh'ın izniyle yanıma gel.

O an çok şaşkındım. Bu teklifimi kabûl etmeyeceğini düşünmüştüm fakat O hiç tereddüt etmemiş ânında ağacı yanına çağırmıştı. Aman Allâhım bu nasıl bir inançtı. Merak ve hayretler içinde heyecandan yüreğim kopuyordu ki olan ânında olmuştu. Karşımızdaki ağaç yeri yardı, kökünden kalktı ve yanımıza gelip Efendimizin karşısında durdu. Bazan diller lâl olur, insanın eli kolu tutmaz olur ya. İşte o an tam da o hâlin içine düşmüştüm. Bu sefer de îmân etmemek için yeni bir bahane ile:

- Eğer ağacı yerine geri gönderebilirsen o zaman belki îmân ederim, dedim.

 Bu sefer iki cihan güneşi (sav) ağacı gerisin geriye göndermek için ağaca seslenerek:

- Allâh'ın izniyle yerine geri dön, dedi.

Ağaç Peygamberimizden emri alır almaz eski yerine gitti köklerini toprağa gömdü. Gözlerime inanamıyordum. Bu olsa olsa bir sihirdir diye düşündüm. Kendi gücüme de güvenerek, O’na haddini bildirmeliyim diye kendi kendime söylendim ve O’na başka bir teklifte bulundum:

- Ey Muhammed seninle güreşmek isterim. Söz veriyorum eğer beni güreşte yenersen o zaman Allâh'a îmân ederim.

Bu teklîfimi Peygamber Efendimiz kabûl ederek:

- O zaman gel güreşelim, ama eğer seni yenersem koyun sürüsünün üçte birini senden alırım, dedi.

Kabûl etmiştim, çünkü nasılsa onu yeneceğimi biliyordum. Karşı karşıya geldik. Benim kibrim ve gururum son haddine kadar coşmuş, yerimde duramıyordum. Birazdan Muhammed'i tek vuruşla yere serecek işini bitirecek sonra da onunla alay edecek ve kahkahalar atacaktım. Derken güreşe tutuştuk. Daha ilk karşılaşmamızda kendimi yerde buldum. Adetâ kemiklerim kırılmıştı. Hayâtımda ilk defa sırtım yere gelmişti. İlk defa biri karşısında kendimi yerde buluyordum. Neye uğradığımı şaşırdım hemen ayağa kalktım. Nice güçlü güreşçilerin yenemediği ben sanki ben değildim, gücüm çekilmişti bedenimden. Çünkü Muhammed'in bir güreşçi olmadığını çok iyi biliyordum. Yoksa bunda bir yanlışlık mı vardı? Yoksa o güreşçi miydi? Ona bir daha güreşmeyi teklîf ettim kabûl etti. İkinci seferinde yeniden kendimi yerde buldum. Hayretler içindeydim amma yenilgi benim kabûl edeceğim bir durum değildi. Yenilen güreşçi güreşe doymazdı. Şu an için ben de onlardan biri olmuştum. Üçüncü kez güreşmeyi teklîf ettim ve tekrar güreşe tutuştuk. Peygamberimiz beni bir çırpıda yeniden yere serdi. Burnumdan soluyordum, çok kızgındım. Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Az önce dilimden dökülen iddialı sözler vardı. Beni yenersen sana inanırım demiştim. Söz vermiştim bir kere. Üstelik bir defa değil tam üç kere sırtım yere gelmişti. Ama inanmak istemiyordum. Biraz da duygu sömürüsü yaparak:

- Ben senin bu yaptıklarından şaştım kaldım. Sen bir güreşçi olmamana rağmen nasıl yaptın bunu? dedim.

 Sonrasında da ağlamaya başladım. Çünkü sürümün tamâmını kaybedecektim. Bu gözyaşlarım karşısında Allah Rasûlü etkilenmiş olacak ki bana:

- Korkma! Bu üç yenilginin karşısında senin koyunlarını, sürünü almam gerekirken, senden sürünü almayı, bütün malını kaybetmeni istemiyorum. Senden hiçbir şey almıyorum. Haydi şimdi o malını al ve selâmete düş, dedi.

Karşımdaki kişinin bu sürüyü hak etmesine karşın onları almamasını, benim bunca kibrime onca hakaretime rağmen bana merhamet etmesini tam olarak anlamlandıramamıştım ama çok etkilenmiştim. Çünkü etrâfımdaki istisnâsız herkes, en yakınım bile az önceki fırsatı yakalasaydı beni bir kaşık suda boğmaktan çekinmezdi. Oysa ki az önce, hayâtı suya bağlı olan balığın karada son çırpınışları gibi herşeyini kaybetmiş, son çırpınışlarını yapan ben, bütün bu olanları bu ulvî tavrı gösteren insanın yüksek bir şahsiyete sahip olmasına bağlamış olacağım ki, bu olanlardan sonra bu eşsiz iyilik ve cömertlik karşısında bütün itirazlarımdan sıyrıldım. İçimdeki kin ve nefret bir buz misâli eridi ve oracıkta hemen Allah Rasûlü’ne:

- Ey Allâh'ın Rasûlü bana îmânı öğret, sana îmân etmek istiyorum, şereflenmek istiyorum, dedim ve dilimden mübârek kelâmlar döküldü: Sen Allâh'ın Rasûlüsün. Ben de senin getirdiğin dîni kabûl ediyorum. Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûlühü.

Artık yeni bir hayat deryâsına düşmüştüm. İçim artık kıpır kıpırdı. Adetâ içimdeki çöpler çıkmış yerine nur dökülmüştü. 

Size Asr-ı Saâdet'ten yazıyorum sevgili kardeşlerim.

Yıllar yılı içimi kaplayan kin, nefret, kendini beğenme ve koyun sürüsüne sahip olma zenginliği beni bu âlemi cennet olarak düşünecek hâle getirmişti. Oysa ki gerçek ebedî âlem Allah Rasûlü'ne teslîm olmaktan, O’nun izinden gitmek, O’nun merhamet yağmurlarında yıkanmaktan geçiyormuş. O gün Allah, karşıma kendi Rasûlü'nü çıkardı ve merhameti gönlümü yıkadı. İşte ben o gün bugündür bu yolda, Allah ve Rasûlü'nün yolunda tüm gücümü kullanmaya, hizmet etmeye gayret ettim. Yıllar yılı hakîkati bana perdeleyen yine kendi kibrim, enâniyetim idi. Öte gerilerden siz kardeşlerime yazıyorum ki hayatım ibret ola size. Varsa sizi de bu güzellikten berî tutan arzularınız, nefis perdeleriniz; oyalanmayın yırtın gözünüzün önündeki perdeleri. İşte o zaman az ötede size de gülümseyen, iki kolunu açmış sizi kucaklamak isteyen Sevgili'yi (sav) göreceksiniz. Vesselâm.

Ağustos 2023, sayfa no: 40-41-42-43

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak