Ara

Adım Hifa

Adım Hifa

Adım Hifa. Sizlere Asr-ı Saâdet'ten sesleniyorum sevgili kardeşlerim. Adım Hifa.

Benim için Medîne’nin en güzel kadını derlerdi. Her zaman sıcakkanlı ve samîmî olmaya gayret ederdim. Bundandır ki Medîneli kadınlar beni canları gibi severlerdi. Kimisi beni oğluna almak, kimisi de eşine ikinci eş olarak almak istiyordu. Beni ciddî ciddî sıkıştırır, araya hatırlılar koyup bana izdivaç teklif ederlerdi.

Medhedilmem o kadar çabuk yayılmıştı ki, birçok ülkeye hakkımda bilgiler ulaşmıştı. Hekimler, tüccarlar, vezirler hattâ Sultanlar bile benimle evlenmek için haber saldılar bana. Bunlardan birisi de Habeşistan kralı Necaşi idi. O da benimle evlenmek istemişti. Onu da reddettim. Çünkü benim tek isteğim Allâh’ın rızâsını kazanmaktı.

Beni iknâ edebilmek için başkasının reddemeyeceği türlü türlü servetler teklîf ettiler. Hiç birine kanmadım.

Bir gün Sevgili Peygamberimizin huzûruna çıkarak Ona:

- Beni cennete götürecek bir amel öğret bana, dedim.

Doğrusu ben, Peygamber Efendimizin bana:

- Gündüzleri oruç tut, akşamları ibâdetle geçir, demesini bekliyordum.

Ama Sevgili Peygamberimiz (sav):

- Önce evlenmen gerekiyor. Çünkü evlenmen dîninin yarısını tamamlatır, dedi.

Peygamber Efendimiz bu şekilde söyleyince, bana düşen şu cevâbı vermek oldu:

- Yâ Resûlallah. Siz benim için kimi münâsip görürseniz onunla evleneyim.

Peygamber Efendimize bu cevâbım üzerine, benimle evlenmek isteyen birçok kimse ümitlenmişti. Doğrusu benim aklımdan geçen, evleneceğim kişinin her yönüyle bana denk olmasıydı. Cevâbımı duyan Peygamber Efendimiz bana:

- Öyleyse sabah namazına ilk gelen kişi ile evlen, dedi.

Bu teklif birçok kişinin hoşuna gitmişti. Benimle evlenmek isteyenler erkenden uyuyacak, sabah erkenden kalkıp hızlıca mescide geleceklerdi. Herkes bir plan yapıyordu.

Bu haberi alanlardan birisi de Suheyb idi. Ama Suheyb bu habere çok da oralı olmamıştı. Çünkü o fakir ve kimsesiz biriydi. Evi, yurdu yoktu, karnını da zor doyururdu.

Ama işe bakın ki, bana tâlip olanlar, yaptıkları bütün planlara rağmen o gece uykuya yenik düşmüşlerdi. Uyku hepsine çok tatlı gelmişti. Peygamber Efendimiz ise her zamanki gibi imsakla berâber evinden çıkmış, mescide gelmişti. Mescide ilk gelecek tâlihliyi O da merâk ediyordu, beklemeye başladı. Az sonra mescidin kapısında uzunca bir gölge. Gelen kişi Suheyb’ten başkası değildi. Namazdan sonra Peygamber Efendimiz beni yanına çağırdı ve olanları bana bir bir anlattı. Ben durumu kabûl etmiştim, râzı olmuştum. Suheyb ile evlenecektim, başım gözüm üstüneydi Sevgilinin sözü. Hemen oracıkta Sevgili Peygamberimiz güzel bir hutbe irâd ettikten sonra, ikimizin nikâhını kıydı ve sonra Suheyb’e dönerek:

- Şimdi hanımına bir hediye al ve onu evine götür, dedi.

Kocam Suheyb ellerini iki yana açarak:

- Yâ Resûlallah vallâhi benim ne sığınacak bir evim, ne de hanımıma hediye alacak bir gümüşüm var, dedi.

Bu durum karşısında ben de çok üzülmüştüm. Kocamın boynunu bükmesine râzı olamazdım. Oracıkta kocama dönerek:

- Falanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim, dedim. Bunu duyan Sevgili Peygamberimiz gözleri dolmuş bir şekilde ellerini açarak ikimize duâlar etti. Ben de hem Peygamberimi hem de kocamı memnûn ettiğim için çok mutluydum.

Kocam o gün utana sıkıla akşama kadar sokaklarda dolaştı ve nihâyet akşam eve geldi. Yanıma sokuldu ve bana:

- Ey Hifa, Rabbim senden râzı olsun. Biliyorsun ki bu hâlimle ben sana ancak bir yüküm, sen ise bana Allah ve Resûlü’nün verdiği bir nîmetsin. Şimdi sana düşen sabretmek, bana düşen ise şükretmek. İster misin bu gece sabaha kadar Allâh’a ibâdet edip onun aşkıyla meşgûl olalım? dedi.

Ben de kocam da sabaha kadar zikirle, şükürle secdelerde ağladık sızladık. Bu durumumuzu Cebrâil (as), Peygamber Efendimize haber vermiş ve şöyle demişti:

- Yâ Resûlallah, Allah o iki kulundan da râzı oldu. Onları cennette cemâli ile müjdeliyor.

Sabah vakti kocam mescide gitmişti. Peygamber Efendimiz onu yanına oturttu ve ona:

- Ey Suheyb akşamki hâlinizi ben mi anlatayım, yoksa sen mi anlatırsın? dedi.

Bunun üzerine kocam gözlerini kucağına indirerek:

- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi.

Peygamber Efendimiz cemaattekilere ikimizin akşamki durumunu bir bir anlattı ve sonrasında Cebrâil’in getirmiş olduğu müjdeyi de söyledi. Bunu duyan kocam o kadar duygulanmıştı ki, Peygamber Efendimize dönerek:

- Yâ Resûlallah, ne olur Mevlâ'ya duâ et benim canımı alsın. Bu müjdeden sonra ben bir daha günah işlemek istemiyorum, dedi.

Sonra da secdeye kapanmış, hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Epey vakit geçmişti ama kocam secdeden başını kaldırmıyordu. Allah kocamın duâsını kabul etmiş, o da rûhunu oracıkta Allah’ımıza teslîm etmişti. Az sonra konuşan Allah Resûlü idi ve benim hakkımda konuşuyordu:
- Cebrâil şimdi bana haber getirdi. Hifa Hâtun da az önce evinde secdede iken rûhunu Mevlâ'ya teslîm etti.

Ben Hifa. Asr-ı Saâdet'ten Hifa. O gün Allâh’ımız verilebilecek en büyük müjde ile, Cennet ve Cemâli ile müjdeledi bizi. Bunun sebebi de herşeyimizle Allâh'ın Sevgilisine teslîm olmamız, O’nun bir dediğini iki etmememizdi. Bu büyük bir şerefti ve kazandık elhamdulillah. Bu müjde kıyâmete kadar yeni sâhiplerine ulaşmaya devâm edecektir. Kim bilir, Sevgiliye teslîm olur itâat ederseniz belki de bir sonraki müjde size gelecektir. Vesselâm.

Aralık 2024, sayfa no: 52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak