Ara

Adım Hâlid bin Saîd

Adım Hâlid bin Saîd

Adım Hâlid bin Saîd. Sizlere olmak istediğiniz zamandan, Asr-ı Saâdet'ten sesleniyorum. Âilem zengin ve şerefli bir âileydi. Bu dünyaya Kureyş liderlerinden önemli bir mevkide bulunan babamın şöhret gölgesinde gelmek varmış kaderimde. Çocukluğumda her ne kadar sokakla haşır-neşir olmasam da yapılan zulümleri, ezilen insanların haykırışlarını, şatafat içinde gününe gün katan ağzı içkili salyalı sözüm ona toplum liderlerini görmemek, duymamak için kör ve sağır olmak gerekiyordu. Dolayısıyla çok huzursuzdum. Yüreğim kavruluyor, bazı geceler için için sebebini bilmediğim ağlamalar beni uyutmuyordu. Bir gece bir rüya ile irkildim. Rüyamda geniş bir ateşin kıyısında idim, babam beni ateşin içine atmaya çalışıyordu. Bu sırada Rahmet Peygamberi imdâdıma yetişiyor, belimden tutarak beni ateşe düşmekten kurtarıyordu. Sabah kan-ter içerisinde uyandım. Bu kesinlikle gerçek bir rüya olmalı diye düşünmeye başladım. Çünkü küçüklüğümden beri Peygamber Efendimizi tanıyor, O’nun büyük bir kurtarıcı olacağına cân u gönülden inanıyor, O’na büyük bir sevgi ve hayranlık besliyordum. Görmüş olduğum bu rüya O’na olan sevgimi son haddine getirmişti. Heyecanla yatağımdan doğrulup kalktım. Küfür hayâtı, putperestlik hayâtı artık canımı çok sıkmıştı. Oyuncak putlara tapmak, ağaçtan yontulmuş odun parçalarının peşinde koşmak, hele hele onlara ilâh deyip bir de onlara kurban kesmek ne kadar da gülünç şeylerdi. Buna rağmen ben ve âilem yıllarca bunun peşine düşmüş, hayâtımızı zindân etmiştik. Yaşadığım ev, yakınlarım ve herşeyim artık bana yabancılaşmaya başlamıştı. Bir an önce Hz. Muhammed'e kavuşmalı, O’nun huzûrunda oturmalıyım diyordum kendi kendime. Kaybettiğim her an benim için kocaman bir kayıptı. Sonra rüyamı Hz. Ebûbekir'e anlatmaya karar verdim ve yanına gittim. 

Selâm verdikten sonra:

- Yâ Ebâbekir, bir rüya gördüm onu sana anlatabilir miyim? diye sordum.

Onayını aldıktan sonra gördüklerimi Hz. Ebûbekir'e bir bir sıraladım. Yüzünde güller açmıştı, çok sevinçliydi. Bana sarılarak:

- Hâlid bu rüyanın senin hakkında hayırlı olmasını dilerim, dedi.

Sonra Hz. Ebûbekir yeniden konuşarak:

- Ey Hâlid, işte Allâh'ın elçisi, koş O’na tâbi ol. Eğer İslâm'ı kabûl eder O’nun yanında olursan, tıpkı rüyandaki gibi seni ateşe düşmekten kurtarır, dedi. 

Bu sözler gönlümü öyle ferahlatmış, beni öyle cesâretlendirmişti ki hemen Hz. Ebûbekir ile beraber Efendimiz’in (sav) huzuruna koştuk. Efendimiz o ara mescidde idi. Huzuruna vardım ve sohbetini can kulağı ile dinlemeye başladım. Bütün sıkıntılarım dertlerim birer birer beni terk ediyordu. Gönlümü sevinç kaplamış, fokur fokur kaynıyordu gönlümün derinlikleri. Sanki bu dünyada değildim de Cennet ehlinden biriydim. Şu an dünya ötesindeymişim gibiydi, öyle güzellikler yaşıyordum. Bir taraftan Efendimiz’in (sav) o eşsiz sohbetini dinlerken bir taraftan da kendi kendime hayıflanıyor:

- Ey Hâlid bugüne kadar zamânını, ömrünü, hayâtını niye hebâ ettin? Niçin bu kadar geciktin? diye kendi kendime söyleniyor sitem ediyordum. 

Yine günler sonrası bir gündü. Efendimiz (sav) gençlerle bir araya geldi. Gençler etrâfını kuşatmış, muhabbetle O’nun ağzından çıkan sözlere kilitlenmiş O’nun gül cemâlini izliyorlardı. Sanki soluk bile almıyorlar, O’nu öyle pür dikkat dinliyorlardı. Sohbet bitince bu güzîde ortamda ve seçkin insanlarla beraber olduğum için Allâh'a (cc) teşekkür ettim ve yerimden kalkarak Peygamberimizin huzuruna gittim. Çok heyecanlıydım. Dedim ya içim fokur fokur kaynıyordu. Dağlar, gönlümdeki nefis dağlarıyla birlikte kömürleşmiş putlar yerinden oynuyor, bir bir devriliyor ve rûhum bana sesleniyor:

- Ey Hâlid sıra sende, git sevgiline kavuş, şimdi vuslat vaktidir haydi! diye haykırıyordu. Buna can mı dayanırdı? Toparladım kendimi ve derin bir nefes alarak enfes huzurda dizlerim üzerine çöktüm ve:

- “Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu” diyerek kelime-i şehâdetimi getirdim. Efendimiz (sav) bu hâlime çok sevinmiş beni tebrîk etmişti. Ben de O’nu sevindirmenin sevinci ile şehâdetime bir sevinç daha eklemiştim. Eve döndüğümde bambaşka biriydim. Artık babama anneme daha çok şefkatli ve saygılı davranma hissiyâtı içimde uyanmıştı. Ama din konusu gündeme gelince, benim Hz. Muhammed'e olan bağlılığım gündeme gelince bana tavırları, bana olan muhabbetleri çok değişiyor, yanımdan ayrılıyorlardı. Bana çok kızgınlardı. Özellikle babam çok endîşeliydi ve olanları anlamaya çalışıyordu, benim müslüman olmama da bir türlü gönlü râzı olmuyordu. Sonra küplere bindi tabii ki. Babam sanki ben îmân etmemişim gibi, duyduğu haberlerin yalan-yanlış olduğuna inanmış gibi bana şöyle sordu:

- Ey Hâlid, Hz Muhammed'e uyduğun sonra ilahlarımıza da sövdüğün doğru mu?

 Ben de:

- Babacığım ben putlarınızı sevmiyorum, artık onlardan berîyim. Ama Hz. Muhammed'e tâbi olmak mı, vallâhi doğru. Ben O’na inandım hem de bütün hücrelerimle.

Bu sözler babamın yüreğine âdetâ ok gibi saplanmıştı. Çok kızmıştı.

- Nasıl olur da sen bu yaşta din değiştirirsin? dedi. Bağırdı, çağırdı. Sana büyü yapmışlar, sihir yapmışlar, seni kandırmışlar deyip tekme tokat beni dövmeye başladı. Ama ben vazgeçmedim. "Allah bir" dedim "Muhammed aleyhi’s-selâm O'nun Peygamberidir" dedim. O kadar çok dövdüler ki her tarafım kan ve bereler içerisindeydi. Dayak çâre olmayınca beni bir odaya kapattılar, kilitlediler. Bunca acıma rağmen vazgeçmeyen ben dâimâ şöyle haykırdım:

- Muhammed haktır ve ben bu hak yoldan aslâ ayrılmayacağım. 

Beni aç bıraktılar susuz bıraktılar, günlerce bana işkenceler ettiler. Vazgeçireceklerini zannettiler. Ama ben bir defa îmânın lezzetini almıştım. Artık dünyada hiçbir şey bana îman kadar tatlı gelmeyecekti. Ahhh! Keşke annem ve babam da bu îmânın tadını alsalardı, bilselerdi böyle yapmazlardı. Çünkü dünyanın bütün zevklerinin geçici olduğunu bilselerdi, inanıyorum ki onlar benden daha öncesinde gider îmân ederlerdi. Sonra babam Said bana yapılan bu eziyetlerin yeterli olmadığını düşündü demek ki, beni odadan çıkarttı. Yanımda birkaç tane yardımcısı kollarıma girdiler, beni bağladılar ve Mekke'nin kızgın kumlarına götürdüler. Herhangi bir gölgelik yapmadan, bana bir damla su bile vermeden beni kızgın taşların arasına yatırdılar. Vücûdumu dağlamaya başladılar, eziyetler ettiler. Babam bâzan bana vaatlerde bulunuyor bâzan tehditler savuruyor ve her durumda beni vazgeçirmeye çalışıyordu. Ama ne yaparlarsa yapsınlar haykırıyordum onlara:

- Ne pahasına olursa olsun İslâm'ı terk etmeyeceğim, İslâm'la yaşayacak ve İslâm olarak öleceğim. Hz. Muhammed önderimden aslâ vazgeçmeyeceğim. Bu benim sevdâmın içten gelen tezâhürüydü. Babam bu sözlerim karşısında çılgına dönmüştü. Oğlunu öldürmek onun için zillet olacaktı. Arapların kendisini kötülemesinden, kınamasından korkmuş olacak ki işkenceyi daha da ileri götürmeyerek bana:

- Öyleyse defol yanımdan alçak. Seni evlatlıktan reddediyorum, mîrâsımdan reddediyorum, dedi. 

Belki şaşıracaksınız ama hiç üzülmemiştim. Kurtulmuştum. Oradan ayrılarak Rahmet Peygamberi, şefkat Peygamberi, aşkın Peygamberi Muhammed Mustafâ'nın kucağına sığındım, O’nun himâyesine kendimi attım. O günden sonra İslâm'ın yücelmesi için mücâdele vermeye devâm ettim. Ben artık babamın oğlu değil de herşeyimle İslâm'ın oluyordum. Efendimiz’in (sav) hizmetinde bulunarak O’nun eğitiminden geçmek için her şeyi yapmaya çalıştım ve Efendimiz’den ayrılmayarak O’nun nefesinin bir kurbanı olarak son nefesime kadar yaşamaya gayret ettim. 

Size asr-ı saâdetten sesleniyorum kardeşlerim. Allah; emirlerine karşı söylenen sözlerin dinlenmesini reddetmiştir, kabûl etmemiştir. Anne-babanız Mevlâ'nın ve Resûlü’nün emrine karşı bir emir verirlerse o emir dinlenmez, onlara karşı gelebiliriz. Ama sonuçta onlar bizim annelerimiz babalarımız, onlara şefkatimizi yine her ne pahasına olursa olsun eksik etmeyeceğiz. Ama mesele Allah (cc) ve Peygamberi (sav) olunca onlardan aslâ ve aslâ vazgeçmeyip bâtıla karşı her dâim dik duracağız. Ben böyle bilirim, böyle yaptım, kurtuluşa öyle erdim. Vesselâm.

Ekim 2023, sayfa no: 40-41-42

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak