Adım Guzeyye
Sizlere Asr-ı Saâdet'ten Sesleniyorum Sevgili Kardeşlerim.
İslâm gün geçtikçe yayılıyor, gönüller İslâm'ın Peygamberi (sav) ile şerefleniyordu. Gün geçtikçe Müslümanların sayısı da artıyordu. Ben de Allâh'ın Sevgilisinin büyük dâvetini duymuş, büyük bir hayranlıkla tâkip ediyordum. O'nun kadınlara verdiği değer beni çok memnûn etmiş heyecanlandırmıştı; bütün söylediklerini çok doğru buluyordum. Yüreğim O'na îmân etmem konusunda beni kamçılıyor, bir an önce îmân etmemi emrediyordu sanki. Daha fazla dayanamamış olacağım ki, bir çırpıda kendimi Peygamber Efendimiz'in huzûrunda bulmuş ve îmân etmiştim. Efendimizin kurak gönülleri yeşerten sohbetlerine katılmaya, yeni inandığım dînin bütün iyiliklerini öğrenmeye başlamıştım. İslâm'la kaynağında tanışmış, âdetâ çeşmeden yılların verdiği susuzluğumu gideriyordum. Aldığım her nefes İslâm'ın nefesiyle bir nur gibi beni aydınlatıyordu. Yapılacak çok iş vardı ve vakit durma vakti değildi. Allah Resûlü insanları İslâm'a çağırmaya devâm ediyor, dur durak bilmiyordu. Benim de yerimde durmam hiç birşey yapmamam bana yakışmazdı. Birilerine anlatmam, birilerini İslâm'la tanıştırmam ve bu şerefe nâil olmam gerekiyordu. Mekke'nin îmansız kadınlarının gönlünü bir mum gibi eritmeli, o gönülleri İslâm nûru ile tutuşturmalıydım. Çünkü bir îman eri, İslâm eri bu yaşanan güzelliklerden sonra artık aslâ yerinde oturamaz boş boş duramazdı. Gizlice dâvet çalışmalarına başladım. Günlerce çabaladım. Yaptığım faaliyetler nihâyetinde Mekke'nin birçok genç kızı ve hanımının gönüllerini fethettim ve onlarla dost oldum, arkadaş oldum. Onların sonunda müslüman olmalarına vesîle oldum. Böylece kendimden sonra gelecek gençlere dîn-i mübîn uğrunda var gücüyle çalışma konusunda faydalı olmuştum. Bu yaptıklarım, bu çalışmalarım müşrikleri çok rahatsız etmişti. Onlar "Eğer Guzeyye durdurulmazsa hiç ummadığımız bir günde hanımlarımız ve kızlarımız da müslümanlar safına katılabilirler. Onun yalan dolanlarına aldanabilirler" diye aralarında konuşmaya başlamışlardı. Bu yaptıklarım karşısında tehlikenin çok büyük olduğunu düşünerek bir çözüm arayışına girdiler. Sonunda bana işkence yapmayı ve beni, kabûl eden bir kervanla sürgüne göndermeyi kararlaştırdılar. Uzaklaştıracaklardı beni Sevgili'den, Mekke'den ve ahâlisinden. Buldular kendi sözlerini dinleyecek bir kervan. Sonra kervan reisine beni teslîm ederek gerekli tâlimatları verdiler. Kervan sahipleri ise kendi dinlerini de hiçe sayarak bana ders vermeyi memnûniyetle kabûl ettiler. Çok kaba ve insafsız bu kişiler beni bir devenin çıplak sırtına bağladılar. Tek düşündükleri ceplerine girecek paraydı. Yol boyu bana ne yiyecek ne içecek verdiler. Aç susuz yolun yarısından sonra bana eziyet etmeyi arttıracaklardı ki beni indirip kızgın kumlarda saatlerce günlerce yürüttüler. Zorlu yürüyüş tam 3 gün 3 gece devâm etti. Açlık ve yorgunluktan artık bilincimi kaybetmek üzereydim. Kimin umrundaydı ki? Bana hiç acımadılar. Onlara göre, putlarına isyân eden cezâsını böylece çekmeliydi. İşte yine bir gece olmuş ve kâfile bir yerde konaklamıştı. Çok çâresizdim, susuzluktan kavrulmuştum. Bütün ümitlerim tükenmek üzereydi. Artık son anlarımı yaşıyordum âdetâ. Tam bu sırada yüzümde bir serinlik hissettim. Dikkatimi topladım, acabâ bu hayâl miydi? Elimi yüzüme götürdüm. Aman Allâh'ım bu gerçekten bir su idi ve görünmeyen biri bana su ikrâm ediyordu. Kana kana içmiştim. Hayâtımda hiç ama hiç böyle lezzetli bir su içtiğimi hatırlamıyorum. Üzerime de bolca su döktüler. Sabahleyin uyanan kervancılar, benim kendime geldiğimi görünce şaşırdılar. Etrâfımda suyun ıslaklığını gördüklerinde şaşıp kaldılar. Ama benim hâlâ iplerle bağlı olduğumu, su tulumlarının ise çok uzağımda olduğunu gördükleri için 'acaba buna kim su içirmiş' diye söylenmeye başladılar. Ben de merâk ediyordum, acabâ bana suyu kim içirdi? Beni sorguya çektiler. Onlara bunun Allâh'ın apaçık yardımı olduğunu anlatınca etkilenmeye başladılar. Aralarında biraz istişâre yaptıktan sonra yaptıklarına pişmân oldular, sonra onlar da İslâm'ı kabûl ettiler. Ve beni serbest bıraktılar. Yine kârlı çıkan ben olmuştum. İslâm'a yeni insanlar kazandırmıştım. Bir süre kabîlemde kaldım. Ancak Allah Resûlünden uzakta kalmak bana çok ağır geliyordu. Kabîlemde kalmam rahat bir hayattı, ama Efendimizin hizmetinde olup onunla berâber her türlü zorluğa katlanmak burada rahat yaşamaktan kat kat daha iyiydi. Bunun için tekrar Mekke'ye dönmem gerekiyordu. Yeniden çalışmak, dîn-i mübîn yolunda çalışmak ve gerekirse son nefesi Allah yolunda vermek için.
Sizlere Asr-ı Saâdet'ten yazıyorum sevgili kardeşlerim. Vazgeçmedim Sevdiğimden, dünyânın süsüne aldanmadım, dünyânın çileleri beni Allâhımız'dan ve yolundan vazgeçirmedi. An geldi, ben yine Mekke'nin yollarına, o kara yola çıktım. Hak dînin yücelmesi uğruna canla başla çalışmak için, bu uğurda çilelere göğüs germek için, Allah Rasûlünün o sıcacık nefesini yeniden gönlümün derinliklerinde hissetmek için, o çöl sıcaklarına yeniden râzı olmuştum.
Ben Guzeyye.
Hayâtım, gücüm nisbetinde hep mücâdeleyle geçti. Bir kadındım, hep örselendim. Ama Allâh'ın Sevgilisi bana kimliğimi yeniden kazandırıp, değerli olduğumu bana yeniden hissettirince durmadım duramazdım. Son nefesimi de bu uğurda verdim elhamdulillah. Ben bir kadınım, bir zaman değeri olmayan sonra Sevgilinin iklîminde herşeyi olan. Size nasihat edecek ne vaktim var ne de duracak zamânım. Dediklerim hep kendime. Mü'min mü'minin aynasıdır. Sâdece ayna olmak isterim size. Sahi siz en son ne zaman baktınız aynaya? Vesselâm.
Ağustos 2024, sayfa no: 46-47
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak