Ara

Adım Ebû Eyyûb

Adım Ebû Eyyûb

Adım Ebû Eyyûb. Sizlere Asr-ı Saâdet'ten yazıyorum. Sizler beni İstanbul, Eyüp Sultan'dan tanırsınız. Ben Ebû Eyyûb el-Ensârî. Medîne’de yaşıyor ve bir gün Kutlu Peygamberimizle (sav) görüşme ümîdiyle yanıp tutuşuyordum. Gönlüm hep O’nu arzuluyordu. Îmân etmiş ama henüz O’nun Gül Cemâliyle şereflenmemiştim. Mekke’deki zulümler son haddine varınca bizim de Yesrib'de yüreğimiz yanıyordu ve şehrimize gelip bizimle yaşamaz mı diye düşünüyorduk. İlk kez Akabe’de Sevgiliyle buluşmuştum. O’nun zarâfetini, aydan, güneşten daha aydınlık güzelliğini anlatabilmek ne mümkün. O gün bizi îmâna dâvet etmişti. O gün hiçbirimiz teklîfini reddetmemiş, âdetâ red edememiştik. Hemen ipekten yumuşak eli tutup biat etmiştik. Âdetâ kelebeklerin ışığa koştukları gibi.

Allâh'ımızın emriyle nihâyet hicret vakti gelmişti. Peygamber Efendimiz en yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den Medîne’ye doğru yola çıkmıştı. Bu yolculuk Medîne’de duyulduktan sonra şehirde bir çalkantı meydana geldi. Hepimizi büyük bir heyecan kaplamıştı. Gözlerimiz yollara dikildi ve bir bekleyiş başladı. Hepimiz Sevgiliyi evimizde görmek ve O’na kendi elimizle hizmet etmek düşüncesinde idik. Bu heyecânı yaşayanlar arasında, hanımım Ümmü Eyyûb da vardı. Aradan günler geçiyor, Sevgilinin gelişi geciktikçe endişeleniyorduk. 

Nihâyet beklenen gün geldi. Kutlu misâfir Hz. Peygamber (sav) Yesrib’e ulaşmıştı. Bizler O’nu karşılamak için yollara düştük. Evlerimizin en iyi yerlerini O’nu misâfir etmek için hazırlamıştık. Benim Sevgili Peygamberimizle akrabâlığım da vardı. Soyum, dedesi Abdulmuttalib’in annesiyle akraba idi. Dolayısıyla bu yönden de O’nu evimde ağırlamak için can atıyordum. Efendimiz kimseyi kırmak istemiyordu, devesi Kusvâ’yı serbest bırakarak onun kapısına çöktüğü evin misâfiri olacağını duyurdu bizlere. Herkeste duygu yoğunluğu en üst seviyedeydi. Bazı kardeşlerimiz devenin dikkâtini çekip onu evlerine yönlendirmek için gayret gösteriyorlardı. Ancak Kusvâ hiçbir yere takılmadan yürüdü yürüdü, kapımızın önüne kadar geldi ve çöktü. Devesi Kusva'dan inen Sevgili evimize girmiş, hânemizi şereflendirmişti. Herkesin evine misâfir gelirdi. Ama bizim evimize gelen gibi şerefli bir misâfir kimsenin evine gelmemişti. Bizim için Cennet günleri başlamıştı. Bu ne büyük bir hazîneydi bizim için. Bir yandan ben, diğer taraftan eşim sevinç içinde sicim sicim gözyaşı akıtıyorduk.

Evimiz iki katlı idi ve üst katını Efendimiz için hazırlamıştık. Ancak Rasûlullah (sav) alt katı yukarıya tercîh etti. Ben deO’nun isteğine uydum. Akşam olunca hepimiz odamıza çekildik. Ben ve hanımım üst kata çıkmıştık ama rahat değildik. İçimizde bir huzursuzluk vardı. Allah Rasûlü alt katta iken bizim üst katta kalmamız hoşumuza gitmiyordu. Biz bu saygısızlığı yapamazdık. Ayrıca biraz eski olan evimizin üst katında yürüyünce alt kata ses gitmesi ve toz toprak dökülmesi ihtimâli de vardı. Evimizin bir köşesine çekilip sabaha kadar uyumadan bekledik. Birkaç gece bu şekilde sabahladık. Sabah olunca durumu Sevgili Efendimize bildirdim. Efendimiz de bana:

- Ziyâretçi çokluğu sebebiyle alt katta kalmayı tercîh ettim, dedi.

Az da olsa rahatlamıştım. Ama bu durum yukarıda çok da huzurlu olduğum anlamına gelmiyordu tabii ki. Birkaç gün sonrasıydı. Öyle bir olay cereyân etti ki yüreğimiz ağzımıza geldi. Gece üst katta, dolu bir testi devrilip suyu döküldü. Ben ve hanımım dökülen suyu kadife yorgana emdirerek alt kata inmesine engel olmaya çalıştık. Buna rağmen Sevgilininüzerine damlamış olabileceği endîşesiyle sabaha kadar uyuyamadık. Sabah olunca Efendimize gelip huzursuz olduğumuzu bildirdik ve testi olayını da anlatarak üst kata taşınması için kendisinden ricâ ettik. Bu yaşadıklarımız karşısında hassâsiyetimizi gören Sevgili böylece evin üst katına taşındı.

Efendimiz hânemizde yaklaşık yedi ay kaldı. Bu günler boyunca hânemiz misâfirlerle dolup taştı. Evimiz İslâm'ın Medîne’de öğretildiği ev olmuştu. Sevgili özellikle fakir kardeşlerimizi evimizde ağırlıyor, onlara ikramlarda bulunuyor, ganîmet ve hediyeleri de evimizde dağıtıyordu. Hânemize bereket yağıyordu. Bir yandan da artık Sevgili Peygamberimizin mihmandarlığını yapıyordum. Mescid-i Nebevî’nin ve evinin yapımı bittikten sonrasıydı, kendi evine taşındı Efendimiz. Doğrusu çok hüzünlenmiştik.

Ama Sevgili bizi aslâ unutmadı. O vefânın en büyük örneğiydi. Bazı günler, ashabdan bir grup arkadaşını yanına alıponlarla birlikte bize misâfir olurdu. O hayatta bulunduğu sürece beni yanından hiç ama hiç ayırmadı. Ben de elimden geldiğince, gücüm yettiğince Sevgili’ye izzeti ikramda bulunmaya devâm ettim. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına berâberinde katıldım. Hayber’in, Mekke’nin ve Tâif’in fethinde de bulundum. Peygamber Efendimiz’e vahiy geldiği zaman, vahyi bize anlatırdı, ifâde ederdi, telaffuz ederdi. Kâtipleri de yazardı. Bunlara vahiy kâtipleri deniyordu. Efendimiz’in her an huzûrunda bulunmak beni de bu şereften nasiplendirmişti. Ben de Vahiy Kâtipleri arasına katılmıştım.

Peygamber Efendimiz (sav) Hayber’i fethettiği zaman gece çadırın etrâfında ayak sesimi duymuştu. Uyuyamamıştım. Kılıcımı çekmiş, çıkıp bakıyor, etrafta dolaşıyordum. Sevgili, kim olduğumu merâk etmiş seslenmişti. Ben de:

- Yâ Resûlallah! Hayber fetholundu. Düşmanlar bir suikast yapabilirler diye endîşelendim. Sen rahat uyuyasın, canına bir zarar gelmesin diye etrâfında nöbet tutuyorum, dedim. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz:

- Yâ Rabbi! Benim için uykusunu terk eden bu mübârek kuluna hayırlar ihsân eyle, diye duâ etti. Peygamber Efendimiz’in o duâlarına mazhar olmak beni çok mutlu etmişti. Bu duâdan sonra artık akşamları uyumayı kendime yasaklamıştım, çadırının etrâfında nöbetler tutardım. Bu savaşlar esnâsında zaman zaman Sevgili’nin korumalığını da ben yaptım elhamdulillah.

Yıllar geçmiş ve Sevgilinin aramızdan ayrılışı içimize kor ateş düşürmüştü. Ben Allâh'ın (cc) bana sunduğu nîmetlere ve bunların içinde belki de en önemlisi Sevgiliyi misâfir etme ve her an yanında bulunma nîmetine nankörlük edemezdim, etmedim de. Yaşım bir hayli ilerlemesine rağmen İslâm için çalışmaktan aslâ geri kalamazdım. Cihad maksadıyla yılda en az bir defa sefere katılıp, herkesi de buna teşvîk ettim. Katıldığım en son sefer İstanbul kuşatmasıydı. Bu mübârek sefere katılmalıydım çünkü Sevgili Peygamberimiz; İstanbul’u ve onu fethedecek orduyu müjdelemişti. O sıralar yaşım sekseni geçmişti. Ordu ile berâber İstanbul önlerine geldim ve şehrin fethedilmesi için büyük gayret gösterdim. Ancak bir sonuç alamadık. Bu arada günlerin verdiği yorgunlukla berâber ağır bir şekilde hastalanarak yatağa düştüm. Ordudan mücâhid kardeşlerim beni ziyâret edip, bir vasiyetim olup olmadığını sorduklarında onlara:

- İslâm ordusunun surlara yaklaşabileceği en uç noktaya defnedilmeyi arzuluyorum, dedim.

Kuşatma esnâsında vefât ettim. Sonra vasiyetim aynen yerine getirildi. Cenâzem yıkandıktan sonra istediğim yere beni defnettiler.

Ben Ebû Eyyûb. Sizlerle Asr-ı Saâdet'ten hasbihâl etmek istedim. Sizler de görüyorsunuz ki hayâtınızda Allah Rasûlü varsa kıymetiniz vardır. Ben hayâtımda bunu hep gördüm. O’nun gibi şefkatli, O’nun gibi insanlara değer veren, vefâlı başka bir kimseyi dile getirmek, örnek göstermek imkânsızdır. Ben her an hayâtımda O’nu incitmemek, O’nu iliklerime kadar yaşamak, hissetmek ve nihâyetinde yolunda can vermek için uğraştım. Sonunda emelime de ulaştım elhamdulillah. O benim aynam oldu. Şimdi siz âhir zamanda yaşayan kardeşlerim; Allah Rasûlü’nün izinden koklaya koklaya yürümeye çalışırsanız, dîn-i mubîne hizmet etmeye çalışır ve Sevgilinin biraktığı mîrâsı ayakta tutarsanız işte o zaman kazanırsınız. O zaman mahşerde Sevgilinin arkasında yürüdüğünüzde kim bilir belki ben de aranızda olurum veya sizi gıpta ile izleyenlerden olurum. Vesselâm.

Şubat 2024, sayfa no: 36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak