Ara

Adım Âmir B. Füheyre

Adım Âmir B. Füheyre

Adım Âmir b. Füheyre. Sizlere Asr-ı Saâdet'ten yazıyorum.

Asrı saâdetten öncesiydi. Acımasızca dövülen, en ağır hakāretlere uğrayan, iğrenç işlere koşturulan ama yine de itāat eden, isyân etmeyi, haklarını aramayı akıllarından dahi geçirmeyen zavallı insanlardan, kölelerden sâdece birisiydim. Efendimin sürüleri arasında ömrümü tüketmeye mahkûm edilmiştim. Yarınlardan ümîdi olmayan, ölmesiyle adı unutulacak bir kimseydim. Tadını alamadığım, lezzetine varamadığım özgürlük, benim için sâdece masallarda anlatılan kuru bir hayâl olmuştu. Umutlarımın çürümeye yüz tuttuğu bir zamanda yaşıyorken bir taraftan da İslâm dâvetinin henüz ilk günleriydi. Sevgili Peygamberimiz (sav) güvendiği kimseleri İslâm’a çağırıyor, bunu da gizli bir şekilde yapıyordu. Mekke’nin her evinde İslâm konuşuluyor, Kureyşliler bu yeni dinden kin ve nefretle söz ediyorlardı. Onlara göre bu yeni din hemen geciktirilmeden yok edilmeli, kimse Müslüman olmamalıydı.

O günlerde Müslüman olmak, Sevgili Peygamberimiz'le konuşmak, huzûrunda oturmak çok ama çok tehlikeliydi. Benim kaybedecek bir şeyim kalmamış olacak ki, henüz 23 yaşında olmama rağmen hem bedenen hem de rûhen özgürlüğü seçip, bütün tehlikeleri göze alarak Müslüman olmak için Sevgilinin huzuruna çıkmış, gereğini yapmıştım. O an dilimden dökülen kelâm “Elhamdulillâh” olmuştu.

Benim bu yaptığım sāhiplerim tarafından aslâ göz ardı edilemeyecek, affedilemez bir suçtu. Kendi aralarında düşündükleri, konuştukları şuydu:

  • Âmir cezâlandırılmalı, yaşadığına bin pişmân edilmeli. Onun bedeni de rûhu da, duyguları da bize ā Onu derhal terbiye etmeliyiz.

Batha Vâdisini hiç duydunuz mu bilmiyorum, ama ben bu vâdiyi de bu vâdide olanları da son nefesime kadar hiç unutamadım sevgili kardeşlerim. Sāhiplerim zayıf bir ânımda beni zincirlere vurmayı başarmışlardı. Bu vâdiye getirmişlerdi beni. Yalnız değildim. Burası işkence altındaki kardeşlerimin feryatları ve onlara zulmeden müşriklerin tehditleriyle doluyordu. Güneşin tepeye çıktığı bir saatte, ateş gibi yanan taşların üzerinde ellerimiz ayaklarımız bağlanmış kırbaçlanıyor, sıcaktan yanmış bir zırhın içerisinde vücudumuz yakılıyor ya da gece gündüz aç susuz bir halde çölde bırakılıyorduk.

Sāhiplerimiz yeniden kendilerine itāat etmemizi istiyor, işkence şiddetini arttırıyorlardı. Ben ise gönlümün en derinine hattâ tüm hücrelerime işlemiş bir sevdâ ile “Allah!” diyor, dedikçe dayak yiyordum. Efendilerimiz bizi bayıltıncaya, ne söylediğimizi bilemeyinceye kadar dövüyorlardı. Başka neler neler yaptılar bizlere. Günün en kalabalık vaktinde benim ve Bilâl’in boynuna ipler takıyor, ipin ucunu da çocukların ve serserilerin eline veriyorlardı. Özellikle ikimizi Mekke sokaklarında sürüklüyorlar, vücutlarımız kanlara boyanıyordu. 

Hakāretler, tehditler ve işkenceler beni dînimden döndüremedi. Bütün bu işkenceler îmânımı güçlendirdi sâdece. Düne kadar kayıtsız şartsız bütün emirlerini yerine getirdiğim sāhiplerim, benim bu durumumu bir türlü anlayamadılar, anlamak istemediler. Ah bahtsızlar! Bir bilseydiniz içine düştüğüm aşk deryâsını, yapar mıydınız bütün bunları? Nasipsizlik diz boyuydu ādetâ. Bizim dînimizden tāviz vermeyişimiz onları çılgına çeviriyordu. Bir ara bizi öldürmeyi konuştular aralarında. Sonrasında ise;

  • Şâyet bunları öldürürsek kahraman olurlar, biz ise kaybetmiş oluruz, daha çok taraftar toplarlar, dediler.

Bunun üzerine işkencenin dozunu her geçen gün biraz daha artırmaya başladılar. Bu durum karşısında ölümü bekler olmuştuk. Özgürlük hayâllerimiz kursağımızda mı kalacaktı acabâ? Bütün olanlar karşısında Hz. Ebû Bekir, son derece üzülen Sevgili Peygamberimizin hüznünü gidermeyi aklına koymuş olacak ki; ömrü boyunca bin bir zahmetle, gurbet diyarlardaki panayırlarda elde ettiği tüm servetini, bizi kurtarmak için harcamaya karar verdi. Önce sāhibim Tufeyl’e gitti ve yüksek meblağlarla beni satın aldı. Ayrıca Bilâl’i, Fükeyhe’yi ve daha birçok kardeşimi sāhiplerinden satın aldı. Büyük bir servet harcayarak bizi baskıdan kurtaran ve sonrasında bizi âzâd eden Hz. Ebû Bekir’i, āilesi dâhil kimse anlayamamıştı. Babası Ona:

  • Bu değersiz zavallı insanları kurtarmakla eline ne geçecek oğlum?! demişti.

Sevgili Efendimizin hüznünü gideren ve bundan dolayı da son derece mutlu olan Hz. Ebû Bekir bu soruyu soran babasına şöyle cevap verdi:

  • Ben sâdece Rabbimin rızāsını kazanmak istiyorum.

Bütün zerreleriyle îmân edip îmânının gereğini yaşayan Hz. Ebû Bekir, niyet ve hareketinin netîcesini çok kısa zaman sonra görmüştü. Kur’ân-ı Kerîm, Rabbinin, Hz. Ebû Bekir’den râzı olduğunu ve Ebû Bekir’i de râzı edeceğini müjdelemişti. Bu ne büyük bir saâdetti. Bizi özgürlüğümüze kavuşturma, Dostu memnûn etme ve nihâyetinde râzılık makāmı niyeti.

Artık her ânımızı Sevgili Efendimiz'le berâber geçirmeye çalışıyor, bir an olsun ayrılmak istemiyorduk. Vakitler bütün meşakkatiyle vakitleri kovalamış, kutlu bir zaman dilimine girmiştik. Sevgili Peygamberimizle birlikte hicretin planını yapıyor, târihin en muhteşem seyahatinde Ona yoldaş oluyordum. Hicret yolculuğunda Sevgili Peygamberimiz dostu Ebû Bekir'le berâber Sevr mağarasına girmişlerdi. Ben ise bana verilen vazîfemi yaparak Ebû Bekir’in koyunlarını o çevrede otlatıyor; gece Efendimiz ve Ebû Bekir’e yemek hazırlıyor; sonra da sürümle, ayak izlerini yok ediyordum. 

Üç gün geçince ortalık bir nebze yatışmıştı. Sevgili Peygamberimiz, beni dostu Ebû Bekir’le aynı deveye bindirerek Medîne’ye götürdü. Bilmediğim bir toprakta tanımadığım insanlar arasında yaşamak beni ürkütmüyordu artık. Himâyesine girdiğim, bir anlık gülşenine canları kurbân edebileceğim Sevgili Peygamberimizi hānelerine misâfir etmek için insanların coşkun bir sel gibi önümüzden aktıklarına şâhit olma bahtiyarlığını yaşıyordum. 

Hicretin dördüncü yılı idi. Necid bölgesinde oturan kabîle reislerinden Ebû Bera Medîne’ye gelmiş, Sevgili Peygamberimiz ile görüşmüştü. Sevgili Peygamberimizden Necid halkına İslâm'ı anlatacak muallimler göndermesini istedi. 

Sevgili Peygamberimiz, Suffe ashâbından benimle birlikte yetmiş kardeşimi seçerek, bizleri Necid’e gönderdi. Kāfile olarak, Bi’r-i Maune denilen yere geldiğimizde, Efendimizin mektubunu Ebu Bera’nın yeğeni Amir b. Tufeyl’e götürdük. Yanına giren kardeşimiz, Amir’i İslâm’a dâvet edip Efendimizin mektubunu uzattığında, Amir ve adamları onu hunharca şehit ettiler. Sonra da kendilerini destekleyen kuvvetlerle bizi muhasara ettiler. Bizler ne kadar savaşma niyetinde olmadığımızı, elçi olduğumuzu söylesek de bunu onlara dinletemedik. Yapacak bir şey kalmamıştı artık. Ben son bir ümitle kabîle reislerinden Cebbar'ı İslâm’a dâvet etmek için Ona yaklaşmıştım ki, Cebbar mızrağıyla bana saldırdı. Mızrağı sırtımdan girip göğsümden çıkmıştı. Sevgili'den uzakta ama O'nun emrindeydim. Son nefesimi verirken dilimden:

  • Kâbe’nin Rabbine and olsun ki kazandım! sözleri dökülmüştü.

Cebbar bunu anlayamamıştı. Beni öldüren kendisiydi ve ölen kişi kazanmıştı. Bu adam neyi kazandığını söylüyordu? Ölen kazanır mıydı? Kafası karıştı, günler ve geceler boyu benim son sözlerimi düşündü. Araştırdı, sordu ve cennetin var olduğunu, Benim de cennete gittiğimi öğrenmişti. Bu hâlim Onu irşâd etmiş, hidâyetine vesîle olmuş ve nihâyet Cebbar Müslüman olmuştu. Bende ise bir huzur hâli vardı. Son nefesimde dahi bir kimsenin hidâyetine vesîle olmanın huzûruydu bu. Sevgilinin emrine itāat edip emâneti Yoluna kurbân etmenin zevkiydi bu. 

Az zaman sonrasıydı, Asr-ı Saâdet'te, Saâdet meclisinde Sevgili Peygamberimiz (sav) melekler tarafından yıkandığımı söylemişti. Büyük bir saâdete ermiştim. Henüz kırk yaşındaydım. On yedi yılı huzûra harcanmış bir ömür. 

Sözün nihâyeti sevgili kardeşlerim, ister Asr-ı Saâdet devri ister İnsanlığın son devri olsun farketmez, "En Sevgili"ye vereceğin kıymet, ehemmiyet Mevlâ'nın Sana vereceği Kıymet yolunu açacaktır. Vesselâm.

Mayıs 2023, sayfa no: 52-53-54

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak