Büyük milletler hikâyesi olan milletlerdir. Hikâye, bir yönüyle yaşanmışlıkları ihtivâ ettiği gibi muhayyileyi, hayâta ve varlığa dâir tasavvurları da içerir. Milletlerin zihnî yapısını, varlık telakkîlerini, dünyâya yükledikleri anlamı, eşyâ ile olan alâkalarını, sosyal ilişkilerini, âile yapılarını, insana verdikleri değerleri, ahlâkî değerlerini, duygu ve düşüncelerini anlatılagelen hikâyelerinden öğreniriz. Bu hikâyelerin bir kısmı destan olur, bir kısmı masal, bir kısmı da kıssa… Adı ne olursa olsun, milletlerin kuşaktan kuşağa aktarılagelen hikâyeleri hep olmuştur. Dil, düşünce ve duygu böylece aktarılmıştır.
Biz hikâyeleri olan bir milletiz. Destanlarımız, masallarımız ve kıssalarımızla atalarımızın bıraktığı dile, kültüre ve örfe dâir mânevî mîrâsı tevârüs ediyoruz. Sözlü gelenek içinde kulaktan kulağa nakledilen bu hikâyeler zamanla yazıya da geçerek millî târihin birer parçası olmuştur. Bu meyanda millet olarak hikâyemizin en önemli dönüm noktası İslâmlaşma'dır. Asya’nın steplerinde varlık mücâdelesi veren milletimiz, İslâmlaşma süreciyle yeni bir kültür havzasının ve medeniyet muhîtinin içine dâhil olmuştur. Bu kültür havzasının dil birikimi ve medeniyet tasavvuru, asırlardır anlatılagelen hikâyemizi de yenilemiştir. Bu yenilenme, bütün bir zihnî dönüşümü ve hayat algısını ihtivâ eden bir yenilenmedir. Çünkü hikâyenin değişmesi, varlığı temâşâ eden gözün, âlemin sesini dinleyen kulağın, meseleleri tahlîl ve tahkiye eden dilin değişmesidir. Nitekim hikâyemizin müslümanlaşması, millî ruh ve karakterimizin, duygu ve düşüncemizin de müslümanlaşmasını temin etmiştir.
Hikâyemizi müslümanlaştıran bilge Korkut Ata’dır. Korkut Ata ne yapmıştır? Oğuz’un hikâyelerini, İslâm kültür ve medeniyetinin temel umdeleri ekseninde yeniden anlatmıştır. Bir bakıma anlatılagelen hikâyeleri tevhîd potasında yeniden yoğurmuş, “Adı güzel Muhammed”in öğrettiği esaslar çerçevesinde yeniden söylemiştir. Sözgelimi Dedem Korkut, Pay Püre’nin oğluna Bamsı Beyrek adını verirken şunu söyler:
“Ünümü anla sözümü dinle Pay Püre Bey
Allah Teâla sana bir oğul vermiş uzun yaşatsın
Ak sancak kaldırınca müslümanlar arkası olsun
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa
Allah Teâlâ senin oğluna güç versin
Kanlı kanlı sulardan geçer olsa geçit versin
Kalabalık kâfire girince
Allah Teâla senin oğluna fırsat versin
Sen oğlunu Bamsar diye okşarsın
Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun
Adını ben verdim yaşını Allah versin”
Peki, Oğuz'un hikâyelerini anlatan bu Korkut Ata yâhut halk arasında bilinen adıyla Dede Korkut kimdir? Maalesef bu büyük ruh hakkında fazlaca bilgimiz yok. O bir bakıma tıpkı Yûnus Emre gibi “meşhur meçhullerimizden” biridir. Rivâyetlere bakılırsa sâdece Oğuz’un hikâyelerini anlatmamıştır, ayrıca ozanlarımızın vazgeçilmez enstrümanı olan Kopuz’un da mûcididir. Hakkındaki ortak kanâate göre, Oğuzlar’ın Kayı ya da Bayat boyundandır. Ama bilinen şu ki sözü sohbeti dinlenen, verdiği hükümlere rızâ gösterilen bir bilge, duâları kabûl olan bir velîdir. Bir yönüyle o, boylar ve obalar arasında gezen bir gezgin derviştir. Gittiği yerlerde sohbet meclisleri kurmuş, hâdiselere ilişkin mâkûl fikirler serdetmiş, sorulan soruları cevaplandırmış, müşkülleri çözmüş, küsleri barıştırmış, doğan çocuklara ad koymuştur. Böylece âdetâ nakış nakış millet kilimini dokumuştur.
Arslan Baba’nın gönül kandilini uyandırdığı Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevî hikmetleriyle nasıl Asya steplerinde Hz. Peygamber (sav) sevgisini tahkîm ettiyse, Korkut Ata da Peygamber sevgisiyle Oğuz’un hikâyelerini telif ederek geniş halk kitleleri içerisinde şecâat ve mürüvvet gibi temel erdemleri tahkîm etmiştir. Fakat onu daha eski dönemlerle de ilişkilendirenler vardır. Kimilerine göre Dede Korkut, İslâmiyet’ten önceki zamânın vezîri, Türklerin hakîmidir. Bu böyle ise, onun anlattığı hikâyeler, sözlü kültür içinde zamanla değişmiş olabilir. Lâkin hikâyelerdeki İslâm’ın temel ilkelerinin ve ahlâkî değerlerin arı-duru bir şekilde sunulması, bu hikâyelerin sözlü târih içinde zamanla değişmesinden çok, ilk anlatıcının kābiliyetinden neşet eder. O ilk anlatıcı inanmasaydı, bu denli kalıcı tesir oluşturacak bir dil inşâ edemezdi. Kezâ onun Ata ve Dede olarak da anılması, Müslüman kimliğine muvâfıktır. Dolayısıyla bu değerlendirmeler mâkûl bir yere sâhip değildir. Evet, Korkut Ata, hikâyemizi müslümanlaştıran bir bilgedir. O bu hikâyeleriyle Türkistan’da Müslüman Türk kimliğinin oluşmasında büyük rol oynamıştır.
Halk muhayyilesi değer verdiği şahsiyeti efsâneleştirir. Bu noktadan olmak üzere bazı rivâyetlerde Dede Korkut, “aydın, berrak gözlü dev kızı”ndan dünyâya gelen olağanüstü bir şahsiyet olarak sunulmaktadır. Yine, onun Yelmaya adlı devesinin olduğu ve bununla dünyâyı dolaştığı da rivâyet edilir. Kezâ Korkut Ata’nın ölümüyle ilgili de çeşitli rivâyetler bulunmaktadır. Buna göre, Korkut Ata yirmi yaşına geldiğinde bir düş görmüş, düşünde ona kırk yıl yaşayacağı haber verilmiştir. Bu yüzden ölümsüzlük arayışına girişmiş, ölümden kaçmıştır. Nihâyet karşılık beklemeden yaptığı iyilikler Hak katında hoş karşılanmış, Cenâb-ı Hak ona, “Sen ölümü kendin arzu etmedikçe ölmeyeceksin.” müjdesini vermiştir. Rivâyetlere göre, çok uzun yaşamıştır. Nitekim Oğuznâme’de de 300 yıl gibi uzun bir süre yaşadığı belirtilmektedir. Nitekim hikâyelerin derleyicisi şu bilgiyi naklediyor:
“Resûl aleyhisselâm zamânına yakın Bayat boyundan Korkut Ata derler bir er ortaya çıktı. Oğuz’un her şeyi bileniydi. Ne derse olurdu. Gâipten türlü haber verirdi. Hak Teâlâ onun gönlüne ilhâm ederdi.”
Halk muhayyilesi, Ashâb-ı Kirâm’dan Selmân-ı Fârisî ile Ahmed Yesevî’yi buluşturduğu gibi, Dedem Korkut’u da uzun ömürlü kılmayı başarmıştır.
Bu büyük rûhun mezarı nerededir? Bu konuda da farklı yaklaşımlar var. Meselâ Bayburt’un Masat köyünde bir Dede Korkut Türbesi vardır. Aynı şekilde Bitlis’in Ahlat ilçesinde Korkud Han Kabri bulunmaktadır. Öte yandan İdil-Ural Bölgesi’nde İdil ırmağının sâhilinde Saray civârında Korkut Âsitânesi’nden, Azerbaycan’da Şirvan’da Kırklar makāmında Ziyâretgâh-ı Horhut (Korkut)’tan ve Sırderya (Seyhun) ırmağının Aral’a kavuştuğu yere yakın Kazalı’da Korkut Kabri’nden söz edilmektedir. Ayrıca, Kazak hükümeti Kızılorda vilâyetinin Karmakşı ilçesi yakınında Korkut Ata’ya âit bir anıt mezar bulunmaktadır. Bu kadar çok mezarın olması, bizdeki makam anlayışından neşet etmektedir. Benzeri durumu Nasreddin Hoca, Yûnus Emre, Veysel Karânî ve Ükkâşe Hazretleri için de görmekteyiz. Halk, sevip değer verdiği bilgeleri ve velîleri kendi toprağında mânen yaşatmayı tercîh eder. Bu özellik bizim milletimizin kadirşinaslığını ve vefâsını tevsik eder.
Korkut Ata’nın anlattığı hikâyeler zamanla derlenmiş, yazıya geçmiştir. Bu hikâyelerin farklı nüshaları bulunmaktadır. Biz daha çok Dede Korkut Hikâyeleri ve Oğuzname isimleriyle bu hikâyeleri tanısak da yazma nüshalarda farklı isimlerle kaydedildiği görülmektedir. Söz gelimi Dresden yazması, Kitâb-ı Dedem Ḳorḳud Alâ Lisān-ı Tāife-i Oġuzân şeklinde kaydedilmiştir. Vatikan nüshası ise, Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı şeklinde kaydedilmiştir. Her bir nüshada farklı sayıda hikâyeler yer almaktadır. Hikâyelerin büyük bölümünün ilk defa X-XI. yüzyıllar arasında Oğuzların eski yurdu olan Seyhun nehri boylarında ortaya çıktığı düşünülmektedir. Oğuzlar’ın Kuzey İran, Güney Kafkasya ve Anadolu’yu fethetmelerini konu alan bölümler vardır. Bu bakımdan hikâyelerin bir kısmı, Oğuz’un yayılış târihi olarak da okunabilir. Nitekim bazı hikâyelerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya âit izlere rastlanır. Kezâ Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Boyu hikâyesinde Trabzon çevresine dâir tasvirler bulunmaktadır.
Anlattığı hikâyeleriyle millî ve mânevî değerleri, temel ahlâkî ilkeleri ve kader inancını tahkîm eden Korkut Ata şöyle diyor:
“Allah Allah demeyince işler düzelmez. Kadîr Tanrı vermeyince er zengin olmaz. Ezelden yazılmasa kul başına kazâ gelmez. Ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez. Çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ tepesince malı olsa yığar, derer, ister; amma nasîbinden fazlasını yiyemez. Çağıldayan sular taşsa, deniz dolmaz. Büyüklük taslayanı Tanrı sevmez. Gönlüne benlik yerleşen kişide devlet olmaz. Eloğlunu besleyip büyütmekle oğul olmaz. Büyüyünce bırakır gider. Külden tepecik olmaz. Güveyi oğul olmaz. Kara eşek başına başlık vursan katır olmaz. Câriyeyi süsleyip giydirsen hanım olmaz. Lapa lapa karlar yağsa yaza kalmaz. Sere serpe yeşil çimen güze kalmaz.”
Her cümlesi bir hayat tecrübesi ve bir hikmet olan bu hikâyeler, erdemli, âdil, sözünün eri, samîmî, mürüvvetli ve hamiyetperver yiğitleri yetiştirmiştir. Kadere inanan, zaman, mekân ve imkân telakkîsi tevhîd eksenli inşâ olan bu erler, sınırlarını bilerek ve yetkinliklerinin farkında olarak mücâdele etmişlerdir. Millet ve devlet, bu yiğitlerin mücâdelesiyle varlığını idâme ettirmiştir. Dinleyici / okuyucu hemen her hikâyede bir şekilde yiğitlerin mücâdelesine tanık olurken, o mücâdelenin mutlaka hayırlı bir sonuca varacağını bilir. Zîrâ hayattan murâd, âkıbettir. Âkıbetin hayırlı olması, îmân ile emâneti teslîm etmektir. Bu sebeple olsa gerek her hikâye şükür sadedinde bir niyâz ile netîcelenir. Biz de Korkut Ata’ya dâir bu bahsi, Deli Dumrul hikâyesinin niyaz cümleleriyle bağlayalım:
“Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli kaba ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kadîr Mevlâm seni nâmerde muhtâç etmesin. Ak alnında beş kelime duâ kıldık, kabûl olsun. Derlesin toplasın adı güzel Muhammed’e bağışlasın… Hānım hey!”
Ağustos 2024, sayfa no: 20-21-22
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak