PEK HAZİN BİR MEVLİD GECESİ
Yıllar geçiyor ki, Yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i mâ’sûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
7 Receb 1331 – 30 Mayıs 1330 (1914)
Bu mısralardaki ‘Mazluma yaman bir âlem oldu’ ifâdesi insanın rikkatine dokunuyor. 100 yıl sonra aynı yerde dönüp dolaşıyoruz. Hala târihin Tih Çölünden çıkabilmiş değiliz. Fitne asrının içinde debelenip duruyoruz. Afrika içlerinden Asya steplerine ve Kırım’a kadar yine Müslümanların üzerine karanlık ve karanlıklar çöküyor. Kırım Türkleri Stalin döneminden sonra küçük Stalin olan Putin döneminde benzeri bir sahneyi yaşıyorlar. Kırım’da Nikita Kruşçev’in mirasını kaldıran Putin, Stalin günlerine geri dönmüş oldu. Ukrayna’ya değil, Rusya’ya sadakat karşısında Tatarlara imtiyazlar vaat eden Rus işgal yönetimi, çok geçmeden Kırım Tatarlarına karşı Stalin yöntemlerine geri dönmüş oldu. Gerçek yüzü ortaya çıktı. İlk yapılan icraatlardan birisi vaatlerin aksine Kırım Türklerine getirilen kısıtlamalar oldu. Bu meyanda en önemlilerinden birisi de Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’nun anavatanı Kırım’a sokulmaması ve girişinin yasaklanmasıdır. Türkçedeki güzel ifâdesiyle dağdan gelenler bağdakileri kovuyorlar. Kırım Tatarları 70 yıl önceki acılarını bile ana vatanlarında anamıyorlar. Tehcirlerinin 70’inci yıldönümünü Ukrayna’nın başkenti Kiev’de andılar. Matemin 70’inci yılı yine matem oldu. Acı içinde acı. Târihin yükünü üzerlerinden atamadan yeni acılara gark oluyorlar. Acılar yeniden katmerleşerek nüksetti.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından itibâren bazı Tatarlar anavatanlarına geri döndüler. Buradaki sayıları hızla artarak yüzde 13 ile 15 seviyesine ulaştılar. 2,2 milyona baliğ nüfusun yaşadığı Kırım nüfusunun 300 binini Tatarlar oluşturuyor. Putin siyasetiyle Tatarların ters düşmesi Kırım’ın oldubitti ile yeniden Rusya’ya bağlanması üzerinden gerçekleşti. Putin, Ukrayna içinde azınlık Kırım’da ise çoğunluk olan Rusları kullanarak burasını fiili sonra da yasal olarak topraklarına kattı. Bunun masum bir siyasi hareket olduğunu söylemek mümkün değil. Putin, Matruşka siyaseti izliyor. Hitler’in târihte izlemiş olduğu Lebensraum politikasını (hayat alanı) Rusya Federasyonu ölçeğinde kopyalamış bulunuyor. Hitler’i izliyor ve onun politikasını hayata geçiriyor. Almanya başbakanlarından sol eğilimli Willy Brandt, Hitler’den sonra emperyal olmayan yeni bir Doğuya açılma politikası vazetti ve kurgulardı. Bu ise Ostpolitik (Doğuya açılma politikası) olarak bilinmektedir. İngilizler ve Amerikalılar Almanlara karşı 1945 yılından sonra Doğu Avrupa’yı bilerek ve kasıtlı olarak Ruslara terk ettiler. Almanların küreselleşme istidadı taşıyan emperyal vizyonlarına ve dürtülerine karşı Rusları devreye soktular. Doğu Avrupa’nın bekçiliğini onlara devrettiler. Rusların hazım kabiliyetinin sınırlılığından dolayı bunun uzun süreli olmayacağını da keşfettiler. Nitekim, 1989 yılında yani İkinci Cihan Harbinden 45 yıl sonra Ruslar Doğu Avrupa’da havlu attılar. Sonrasında da Sovyetler birliği çöktü.
*
Almanların yükselişi karşısında Ruslar İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı ile kurulan aleni ve zımni ittifakın SSCB’nin yıkılmasından sonra da devamını diliyorlardı. Sovyet sistemi içinde olmasa bile Doğu Avrupa ile ayrıcalıklı ilişkiler ve bu bölgede nüfuz ve etkinlik arıyor ve istiyorlardı. Batılıların bunu yeni dönemde de zımnen onaylamasını arzu ediyorlardı. Bundan dolayı 1991 Saddam’ın Kuveyt’ten sürülmesine ve Amerikalıların Körfez’e yerleşmesine sessiz kaldılar. Bir nevi onayladılar. Buna mukabil ‘kaşı sırtımı kaşıyayım sırtını’ anlayışıyla hayat alanlarında veya yakın yabancı havzasında kendilerinin nüfuzunun onaylanmasını ve tanınmasını bekliyorlardı. 1991 yılından 10 yıl sonra 11 Eylül 2001 saldırılarının akabinde de teröre karşı ABD ile ilk ortaklık arayışında olan Ruslar oldular. Afganistan işgali sırasında Orta Asya’daki üslerini Amerikan işgalinin hizmetine sundular. Buna mukabil karşı taraftan istedikleri ilgiyi göremediler. Soğuk Savaş sonrası dengeler değişti. Türkiye-AB yakınlaşmasının yerini Doğu Avrupa ile AB yakınlaşması aldı. Öncelik Doğu Avrupalı ülkelere verildi, Türkiye geri sıralara atıldı. Türkiye bekleme odasında tutulurken Sovyet şemsiyesi altından çıkan Doğu Avrupa ülkeleri Batı’nın yeni gözdesi oldular. Hem NATO hem de AB ile ilişkilerini geliştirdiler. Kimileri üyelikle taçlandı. Bu, Rusları kızdırdı. Ruslar SSCB’nin dış halkası olan Doğu Avrupa ülkelerinin hızlı bir biçimde nüfuz alanlarından çıktığını fark ettiler. Kosova’da direndiler ama bir şey yapamadılar. Batılılarla bu hususta centilmenlik anlaşmasına varılamamıştı. Batılılar Rusya çökmüşken onu yeniden dirilten ve palazlandıran taraf olmak istemiyorlardı.
Buna mukabil, Ruslar SSCB iç halkasından kopan yakın komşu veya yakın yabancıyı yanlarında tutma politikasından vazgeçmiyorlardı. Bizdeki gibi Ruslar çevrelerine yabancılaşmamış ve reddi mirasta bulunmamışlardı. Buna göre, SSCB çemberi içinden çıkan yeni bağımsız ülkeler Batı ile bağımsız ilişkiler geliştiremezlerdi. Bu nedenle Putin hem Bush hem de Obama döneminde çevreye yayılma politikalarına hız verdi. Askeri müdahaleden de çekinmedi. Hitler’in hayat alanı (Lebensraum) anlayışına mümasil civar bölgeyi Rusya’nın hayat alanı içinde görüyor ve kimseyi buraya sokmak istemiyordu. Aksi takdirde, kırmızıçizgiyi aşanlara gücünü ve gününü gösterdi. Eski kavgaları ve halledilmemiş iç sorunları bahane ederek Gürcistan’ın bir bölümünü fiilen işgal etti. Aynısını Ukrayna’nın altını oyarak Kırım’da da yaptı ve Ukrayna’nın doğusunda da altını oyma ve taksit taksit işgal planını sektirmeden yürütmektedir. İyice Batı’nın zaafından yararlanmaktadır. Burada Batı’nın temsil ettiği yumuşak güç ile Rusya’nın temsil ettiği haşin gücün sınırları da taayyün etmiş oluyor. Batı’da artık fikir birliği ve onun ötesinde lider birliği de yok. Buna mukabil, Rus nüfuz havzasında Putin ne derse o! Putin hayat alanına ulaşmak için Matruşka sistemi uyguluyor. Araç olarak azınlıkları ve onun ötesinde Slav ırkını ve onun ötesinde de Ortodoksluğu kullanıyor. Ukrayna örneğinde Rusya Slavlığı kullanamasa da hem Rus azınlığı hem de Ortodoks bağlantıları kullanıyor. Böylece Batı’nın centilmenlik anlaşmasıyla vermediği nüfuz alanını askeri operasyonlarla yeniden kazanıyor.
İKİ İHTİMAL VAR!
Batı’nın iki tarz müdahale imkânı var. Bunlardan birisi ne pahasına olursa olsun şu veya bu şekilde askeri güce başvurmak. Bunu doğrudan Rusya ile karşı karşıya gelmeden yapabilir. Rusların bilvekale yaptıkları gibi NATO’nun gizli ve açık imkânlarını seferber edebilir ve Ukrayna’nın sahadaki elini güçlendirmek için araçlarını takviye edebilir. Bu ülkeye nitelikli silahlar verebilir. Rusların bir zamanlar Küba ile ilgili uyguladığı politikaları Ukrayna için de uygulayabilir. Elbette Ukraynalı milliyetçilerin arzusu belki de Türkiye gibi ülkelerde bulunduğu gibi ABD’ye ait nükleer silahların ülkelerinde de konuşlandırılması. Bununla birlikte Beyaz Saray’ı zevk sarayı haline getirmiş bulunan Obama’nın askeri risk almaya hiç niyeti yok. Bu durumda diğer NATO ülkelerinin Rusya karşısında askeri olarak yapabilecekleri bir husus bulunmuyor. Tek başlarına varlık gösteremezler. Obama idaresi askeri olarak elini taşın altına sokmak istemezken ticari alanda da Avrupalı ortakları ambargo konusunda isteksiz davranıyorlar. Batı’nın, Putin politikaları karşısında felç olduğunu söylemek mümkün. Obama’nın karşılaştığı ve baş etmekte zorlandığı en önemli iki küresel sorundan birisi Suriye diğeri de Ukrayna. Batı Suriye’de olduğu gibi diplomatik ve siyasî bir süreç izliyor. Bunun ötesinde Putin’in Ukrayna’nın altını oymaya devam etmesi halinde ambargo ile dize getirmeyi planlıyor. Askeri konularda işbirliği ortamı sona erdi. Ayrıca uzay araştırmaları konusunda Rusya ile ABD arasında işbirliği dönemi de kapandı. Ukrayna’da mesele uzun vadeye yayıldığında bundan Rusların kazançlı çıkacağı gün gibi aşikâr. Batı’nın elinde de kendi ifâdeleriyle ‘sihirli bir formül/değnek’ bulunmuyor. Daha doğrusu rahatlarını bozmak istemiyorlar. Ruslar Soğuk Savaş sonrasında yeniden uyanırken, toparlanırken Batı’yı rehavet basmış bulunuyor. Dostları her yerde tehlike altında. Çin ve Kuzey Kore karşısında Japonya ve Rusya karşısında Ukrayna kırılgan pozisyonu temsil ediyor.
RUSYA İLE İSLÂM DÜNYÂSI İLİŞKİLERİ
Rusya Soğuk savaş sonrasında şimdiki adıyla İslâm İşbirliği Örgütüne gözlemci sıfatıyla katıldı. Lakin Suriye krizi sırasında İslâm ülkelerinin içişlerine çok açık bir sûrette karıştı. Kırım üzerinden İslâm dünyâsı ile Rusya’nın ilişkileri de hakîki bir testten geçiyor. Bu vesile ile aradaki dostluk köprüsünün pek sağlam olmadığı görüldü. Batı Çeçen savaşlarında seyirci kalırken ‘Boston bombacısı’ Çeçen kardeşler konusunda Putin’in Amerikalılarla işbirliği içinde olduğu gözlenmiştir. Maalesef güçlerini seferber edemediklerinden Müslümanlara gelen vuruyor giden vuruyor. Adeta şamar oğlanına döndüler ve küresel coğrafyada kum torbası hâline geldiler. Dünyâ sisteminin paryaları. Çeçenistan’da da öyle Kırım’da da öyle. Buna mukabil Putin riyakâr bir biçimde İslâm kartını oynuyor. Global ölçekte İslâm kartını oynarken Suriye ve Ortadoğu ölçeğinde Sünnilerin yükselmemesi için Amerikalılarla birlikte zımni olarak azınlık kartlı çerçevesinde Şii kartını da oynuyor. Siyasi olarak Putin İslâm’ı çıkarları için tavzif etmeye çalışırken Moskova’dan Kazan’a kadar eski İslâm yurdunda yeni camiilere izin yok. Bu hususta kısıtlamalar birbirini kovalıyor. Ortodoks Kilisesinin önü açılırken ve imkânlar seferber edilirken yeni İslâm mabetlerinin yapılması zorlaştırılıyor. Fransa’da laik cumhuriyet gibi Rusya’da hem Kilise hem de Putin İslâmî sembollerin ‘ulu orta’ teşhirine karşı çıkıyor. Bu meyanda Putin kaç defadır başörtüsü aleyhinde konuşuyor. Fransa’daki gibi bayram veya cuma namazlarında yer yetmezliğinden dolayı cemaatin sokaklara taşmasına sıcak bakmıyorlar. Kısaca İslâm’ı bastırmak istiyorlar. Duma Ortodoksluğu resmi din olarak ilan ederken Müslümanların Ortodoks Kilisesi tarafından bastırılmasına ve sıkıştırılmasına özen gösteriyorlar. Batı Rusya’ya karşı yıpratma savaşı verirken Müslümanlar ise Stalin’in siyasi varisi karşısında var olma mücadelesi veriyorlar.
Mesaj Bırak