Birinci Dünya Savaşıyla dünyanın siyasal dengesi altüst oldu. Bu dengeyi ayakta tutan güç, Osmanlı Devleti denklemden çıkarılınca denge bir daha sağlanamadı.
İkinci Dünya Savaşı, başka faktörlerin yanında, temelde, bozulan dengeyi yerine oturtma çabasının kanlı hesaplaşması sayılabilir.
Osmanlı Devleti, bu gün Ortadoğu diye andığımız bölgeden ihraç edilince hesaplaşma da esas itibariyle bu bölge üstünden yürütülüyor.
Tekrarlamakta yarar görüyorum: Ben, gerek İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını, gerekse ondan sonraki savaşların nedenini Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesiyle bozulan dengenin artçı sarsıntıları olarak açıklama eğilimindeyim.
Osmanlı Devleti aslında o günün koşullarında İslâm Birliğinin adıydı. Günümüzde bu birlik, İslâm Ülkeleri Birliği adı altında yeniden ipka edilebilirdi. Ancak böyle bir Birlik tek çatı altında toplanmış ülkeler topluluğu olarak ele alınma yerine, aralarında gümrük birliğini gerçekleştirmiş ülkeler topluluğu olarak düşünülmeli ve ancak o suretle oluşturulabilir. Tarihi/sosyolojik gerçeklik bugünkü bilincimize bize bunu söyletiyor. Gene aynı tarihi/sosyolojik gerçeklik adı geçen Birliğin lokomotif gücünün Türkiye olması gerektiğini telkin ediyor.
Türkiye'nin iç ve dış siyasette benimsediği yol onun bu misyonunu idrak ettiği ve o yolda bir politika izlemek istediği izlenimini uyandırıyor. Dış politikadaki trendin bu istikamette yol alma teşebbüsünde olduğu ileri sürülebilir.
Türkiye'nin Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Afrika’da ve dünyanın başka bölgelerinde izlemeye çalıştığı politika bu izlenimimizi teyit edecek nitelikte. Tarihte tekerrür diye bir olay söz konusu değil. Dolayısıyla Osmanlı’nın politikasını günümüze taşımak ve onu taklit etmek diye bir politikanın tekrarlandığını söylemek de tarihin mantığına uygun düşmez. Ancak bazı ilkeleri benimsemek imkân dâhilinde sayılmalı. Türkiye'nin son yıllar boyunca bu ilkeleri ihya etmeye çalıştığını ileri sürebiliriz. Bu ilkeler muvacehesinde Türkiye bütün Kuzey Afrika ülkeleriyle olsun, kara Afrika ülkeleriyle olsun, Ortadoğu ülkeleriyle olsun, tüm bu coğrafya sathında tarihî bağlarını onarma, yeniden kurma, bu coğrafyada birlik bilincini uyandırma hususunda bir çaba içinde bulunduğunu gösteriyor. Bu çabalar semeresini vermeye de başlıyor. İşbu politika belli ki, dünya sistemini elinde tutan güçler tarafından göz ardı edilecek bir durum değildi. Bu politikanın istendiği biçimde hayata geçirilmesi, Birleşmiş Milletler nezdinde olsun, diğer her türlü uluslararası koalisyon nezdinde olsun güçlü bir blokun meydana gelmiş olmasını tazammun ediyor. Bu sonucun da dünya sistemini elinde tutan güçler nezdinde hoşa gidecek bir tablo oluşturmadığı anlaşılıyor.
İmdi, bu politika karşısında dünya sistemi ne ister? Şunu:
- “Dünya Beşten büyüktür” diyen Türkiye'nin tüm dünyada yükselen bir güç olmasını önlemek,
- Türkiye'yi eskiden olduğu gibi komşularıyla ve diğer İslâm ülkeleriyle bağlarını koparmış, bir başına emperyalist ülkelerin dümen suyuna girmiş bir ülke haline geri döndürmek...
Rasim Özdenören
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak