15 Temmuz gecesi doğan kudret karşısında Batı dünyâsının güç ve üstünlüğe karşı duyduğu aç gözlülük yerle bir oldu. 15 Temmuz gecesi, Batı dünyâsının üstüne bir kalem çekti. Milletçe bir asırdır çektiğimiz çileler ve geçirdiğimiz darbelerden sonra nihâyet o gece darbe üzerinde darbe oldu.
İsra sûresi 81. Âyette Rabbimiz (cc); “Yine de ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Şübhesiz ki bâtıl yok olmaya mahkûmdur” buyurur. 15 Temmuz gecesi, bunun bir göstergesidir. O gece hidâyet nûru tecellî etti ve hak bâtıldan ayrıldı. Her şey gün yüzüne çıktı ve mü’minler için büyük bir ibret zuhûr etti. Gerçek kimlikler ortaya çıktı, maskeler düştü, kanserli organlar tesbît edildi ve kemoterapiye başlandı.
O gece kutlu bir çağrı tecellî etti ve millet bu çağrıya icâbet etti. O gece, Peygamber Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın ümmetine olan çağrısının tohumunu taşıyordu. Allah Teālâ tarafından seçilmiş kahramanlar; Asr-ı Saâdet’te Peygamber Efendimiz’in dostlarının hep bir ağızdan aşkla ve şevkle: “Malım, mülküm, makāmım, âilem, çocuklarım, canım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah!” diyerek yaşattıkları fedâkârlık ahlâkının tohumunu taşıdılar ve aşkın yıldızları yeryüzünde parlamaya başladı.
O gece yağan kurşunlara ve durmadan okunan rahmet selâlarına, diriliş ezanlarına şâhit olduk. Kutlamaların ilâhî güzellikleri bütün havaya doldu, İstanbul’u ve bütün Türkiye’yi sardı. Müthiş bir müjdeye şâhit olduk; silâhların, savaş uçaklarının sesini, selâ ve tekbir seslerinin bastırdığını gördük.
O gece mânâya gebeydi ve sabahı mânevî bayram doğdu. Ümmet-i Muhammed için bayram oldu. O gece Rabbü'l-âlemîn, Celâliyle tecellî edip, hemen ardından sabaha doğru bol ikram ve Cemâlini gösterdi. O gece Nemrud’un ateşi yandı ve sabahına gül bahçesine dönüştü. O kanlı gece bir kandil gecesi oldu. O gece millet îmânın nûru ile şeytānın şer güçlerini yendi. Hiç görmediğimiz müjdelere şâhit olduk; darbe gecesi Kâbil kaybetti ve Hâbil kazandı.
15 Temmuz gecesi “Birlik Rûhu”dur. O geceden itibâren, nöbet tutan her yaştan milyonlarca kişi, bir ay boyunca meydanlarda kıyâm etmeye devâm etti. Ve nihâyetinde Yenikapı’da tek yürek olarak dimdik durdular. Dünyâda eşi görülmemiş bir ihtişamla toplanan muazzam kalabalığın, milyonlarca insanın tevhîd üzere bir olması âdetâ Hac'da toplanan ümmeti anımsattı. Nasr Sûresi’nin mânâsı orada tecellî etti: “Allâh’ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanları bölük bölük Allâh’ın dînine girerlerken gördüğünde. Artık Rabbini hamd ile tesbîh et ve bağışlamasını dile. Muhakkak ki, O, çok bağışlayandır!”
15 Temmuz gecesi, birlik rûhunun harekete geçtiğine şâhit olduk!
Ümmet-i Muhammed olmaya çalışan bir millet darb edilmesin diye mü’minler, âdetâ etten bir duvar ördüler. Murâd-ı ilâhî ile bir birlik rûhu ortaya çıktı. İşte bu “15 Temmuz Rûhu”dur. Bu ruh birlikte hareket etmemizi sağladı. Böylece sahabe ahlâkı yeniden canlanıyor. Tıpkı Sahabe Efendilerimizin; “Anam babam ve canım sana fedâ olsun yâ Resûlallah!” dediği gibi.
Hakîkî mü’minler hayâtın içinde her an, tek bir vücut gibidirler. Sâdece mü’min, mü’minin dostudur ve dost dostunun kılına zarar gelsin istemez. Bunun için dostuna kenetlenir, dostu için tüm sevdiklerini, kendi nefsini ve gerekirse canını fedâ eder, gerekirse onun etrâfında etten bir duvar örer. Tıpkı Sahabe Efendilerimizin, Uhud savaşında Fahr-i Kâinât Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın etrâfında etten bir duvar ördükleri gibi.
Zamânımızda bu birlik rûhu zayıf düştü. Bugün artık bu rûhun, en yüksek mertebe olan ihlâsdan düşüp, ahlâkî çöküş olan iflas derecesine indiğini gözlemliyoruz. Bir isim, bir hakîkat, bir sıfat, bir güç, bir insânî bağ olan tevhîd sönmüştür. İnsanlar birlik ve berâberlikten, yükselmekten, rahmet ve merhametten yoksunlar. Şu gerçek var ki; biz İslâm'a girdik ama İslâm'da değiliz! İslâm'a girdik, ama İslâm'ın terbiye metoduyla kâmil mânâda şifâ bulabileceğimizi idrâk edemedik. İslâm'a girdik ama İslâm dâvâsını kaybettik. İslâm'a girdik ama her şeyi bir arada tutan birlik rûhundan habersiz kaldık. Dînin orijinal tevhîd anlayışı bozuk bir şekilde yanlış anlaşılır hâle geldi, köklerimizi kaybettik.
Bizim tek kurtuluşumuz, bütün İslâm dünyâsının tekrar bir yürek, kardeş ve ümmet olup Medîne medeniyetine erişmesinden geçmektedir. Medîne'de yapılan cihadlar vesîlesiyle yepyeni bir millet doğdu. Sağlıklı, güçlü ve dengeli bir İslâm toplum yapısı ortaya çıktı. O'nunla (sallallâhu aleyhi ve sellem) insanlık târihinin en muhteşem medeniyeti doğdu. Muhammed Esed 1900 yılında bir Yahudi olarak doğdu. 26 yaşında Müslüman oldu. Yaşadıklarını şu sözlerle ifâde etmiştir: “Çok şükür Batı medeniyetinin ışığı benim gözlerimi kamaştıramadı. Çünkü benim gözüm Medîne-i Münevvere sürmesiyle sürmelenmiştir. Evet, ben Avrupa'da yıllarca tahsil gördüm, uzun müddet o fırının içinde kaldım. Fakat çıkarken Hz. İbrâhîm'in Nemrut'un ateşinden çıktığı gibi tertemiz çıktım. Bütün etrâfım, gül-gülistan oldu.”
Nemrud'un zulüm ateşinde yanmadan gül bahçesine girilemez. Fahr-i Kâinât Efendimiz’i samîmiyetle tâkip etmek şarttır. Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulduğu gibi: “De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.” (Âl-i İmran, 31.)
Fahr-i kâinât Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm bir hadîs-i şerîfi’nde şöyle buyurmuştur: “Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duā yoktur: Allâh’ım, Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!” Dünyâya musîbetler yağdıran felâketleri yenmek ancak bütün ülkelerin birlikte çalışmasıyla mümkün olacaktır. Allah Resûlü Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm: “Birlikte rahmet, ayrılıkta ise azap vardır” îkāzında bulunmuştur. Zamânımızda ancak birlikten doğan tevhîd nûrunun gücüyle kurtulmak mümkündür. Tüm dünyâyı tek bir topluluk olarak kucaklamalı ve hepimiz birbirimize karşı sevgi ve saygı dolu olarak bir âilenin fertleriymişiz gibi hissetmeliyiz. İnsanlar ancak hakîkat üzere birleşebilir. Bu birleşme ancak Resûlullah Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’sselâm’ın Ümmet-i Muhammed’e olan aşkından beslenir.
15 Temmuz gecesi vâsıtasıyla, Ümmet-i Muhammed olmak şuuruna ve kardeşlik, birlik duygusuna tekrar eriştik. Darbe gecesi sonrasında millet bir ay nöbet tuttu. Gazze hastanesiz, yataksız bir yoğun bakım hâline çevrilmiştir. Gazze ile hemhâl olmak, yoğun bakım nöbeti tutmak demektir. Gazze ile hemhâl olmak, garipler ve Hâbiller ile birlikte olmaktır. Yaşayan Kur’ânlar, şehitler, yetimler, özgürlük ve ölümsüzlük âbidesi mertler ile birlikte olmaktır.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”Baş gözü ile değil, kalp gözü ile Gazze'yi seyredersek “....uykusuzluk ve ateşli hastalığı..” hissedebileceğiz. Filistin'deki insanların acısını, ağrısını, sancısını hissedebileceğiz. Gazze'deki ihtiyaçları karşılamak; Filistin halkı ile hemhâl olmaktır. Bir kadının dediği gibi; “Ben Filistinli değilim ama kanıyorum, çünkü her Filistinli’nin yarası benimdir” diyebilmektir.
15 Temmuz gecesinin ihsânı şehitlerin nûrudur. O gece şehâdet gecesiydi, müşâhede gecesiydi. O kutlu çağrıyı duyan ve icâbet edenler, her şeyden geçerek, kendilerini ön saflara atarak şehîd oldular. O gecenin kahramanları Câfer-i Tayyâr gibi cennete uçtular ve cennet de bizleri ziyâret etmeye başladı.
Gazze'deki Filistin halkı da 20 aydır her gün onlarca, bazan yüzlerce şehitler vermektedir. Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz tüm zorlukları göğüslemişler, canlarını, mallarını ve tüm sevdiklerini bu uğurda fedâ etmişlerdir. Onlar İslâm dîninin doğuşu için her şeyi kaybettiler, işkence gördüler ve şehit oldular. Bu yola kurban veya şehit olmasalardı İslâm yeryüzünde var olmazdı. Şimdi ise Gazze halkı her gün yoğun bir şekilde şehitler vermektedir. Bundan dolayı İslâm dîninin yeni bir diriliş gücünü müşâhede ediyoruz.
Filistin halkı muazzam bir birlik rûhu yaşamaktadır, zulümden nûra doğru hicret ediyorlar ve böylece adâlet ve şükür makāmına, şehitlik makāmına erişiyorlar. Onlar şehit olurken; “Allah var!” - “Allah bize yeter!” - “O’ndan geldik, yine O’na döneceğiz” diye haykırıyorlar! Gazze halkı, savunmasız kahramanlar olarak şâhitlik ederken; zayıf olanlar kazanmış ve güçlü olanlar kaybetmiş oluyor. Hâinler ve zâlimler ebter oluyor. İlk kanı dökülen şehîdemiz Hz. Sümeyye’dir. Fahr-i Kâinât Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, Hz. Sümeyye'ye hitâb ederken dedi ki: "Küfrün işi bitmiştir! Öyle bir güneş açtı ki; Mekke'nin kâfirlerinin işi bitti. Hepinize müjdeler olsun!" Kâfirin zulmü ebter kalmıştır. Zulüm ebter olurken, İslâm’ın güneşi dünyâyı aydınlatmaya başlamıştır. Gazze toprakları üzerinde öyle bir güneş açtı ki, Filistin halkından bize yansıyan cennet güzelliklerini, îmân ile ne derece yücelere çıkabileceğimizi idrâk ediyoruz. Bir Filistinli sesleniyor: “Onların topraklarını çaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Ama gerçekte siz onlara cenneti hediye ediyorsunuz. Onların hayatlarını ellerinden aldığınızı mı zannediyorsunuz? Ama gerçekte siz onlara şehitlik makāmını sunuyorsunuz. Onların mâneviyâtını çaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Ama gerçekte onların îmanlarını ve hakîkatini güçlendiriyorsunuz.” Aliya İzzetbegovic bu hususta; “Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlar.” demiştir.
2025 yılında Muharrem ayı Temmuz ayına denk geliyor. Hem 15 Temmuz şehitleri, hem Filistin halkının şehâdeti, hem de Hazret-i Hüseyin Efendimiz ve 72 Evlâd-ı Mustafâ’nın şehâdeti üzerine tefekkür edebiliriz. Hz. Hüseyin Efendimiz, Ümmet Muhammed için kıyâmet gününe kadar sönmeyecek, aydınlatan bir kandildir. Ümmet-i Muhammed’in kalplerinde Nûr-u Muhammedî ve Muhammedî sevdânın varolmasına sebep oldu. Şehâdetiyle berâber nur doğdu, mânâ doğdu ve bütün evreni, zamanları ve insanları aydınlattı, insanların hayâtı anlam, değer ve sevgi kazandı. Kerbelâ mü’minler için kıyâmete kadar alınabilecek en yüce ders, en yüce bir ibrettir. Kazanabileceğimiz en derin aşk hazînesini barındırır. Rızāyı, takvâyı, ihlâsı, zühdü, ma’rifeti, cesâreti, muhabbeti, mahfiyeti ve fedâkârlığı bizlere en şiddetli hâliyle öğreten, en yüksek derecede ilâhî şuurumuzu açan; Hazret-i Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere şehitlerimizin tâ kendisidir.
Aynı şekilde Filistin halkı da dünyânın hiç görmediği, ibret alınacak en nûrânî misâllerle var oldular. Filistin halkı her an en ağır hayat dersleri altındalar; okulu olmadan, hastanesi, evi, câmisi, dükkânı olmadan, yemeği, ilacı, suyu, elektriği olmadan, mükemmel bir şekilde diriliş gücünün nûrunu yansıtmaktadırlar; bombaların yağmuru içinde nübüvvetin nûrunu yansıtmaktadırlar. Dünyâya öğrettiler; insan olmak nedir, İslâm dîni nedir, Allah kimdir! Hayat dersimiz oldular, insanlığa insanlık öğrettiler.
Erhamü’r-Râhimîn olan Rabbimiz, günlük hayâtımızda şehitlerin nûrundan istifâde etmeyi nasîb etsin. Gazze'den yansıyan îmânın ve tehvîdin nûru bize tesir etsin! İslâm âlemi ve tüm insanlık için, Filistin'den nübüvvetin nûru ruhlarımıza dokunsun!
Temmuz 2025, sayfa no: 24-25-26-27
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak