Ara

Yûnus Emre’nin Nefesi

Yûnus Emre’nin Nefesi

 

“Her nefeste Allah adın de müdam

Allah adıyle olur her iş tamam”

Süleyman Çelebi

Nefes; yâni akciğerlere hava alıp verme ve bu yolla alınıp verilen hava, soluk mânâsıyla canlılığın devâm ediyor olmasında en önemli husûsu ifâde eder. Buna göre nefes alan yaşıyor, nefesi biten ölmüş demektir. Yine nefes yâhud nefeslenmek “rahatlık, ferahlık duyma” mânâsında da gelir. Bir sonraki anlam genişlemesinde ise nefesi şifâ maksadıyle veya nazara karşı bir kimseyi okumak, belli bir işin olması için gönülden duâ etmek” mânâsına da gelir.

Nefes kavramı asıl geniş ve zengin mânâsını ise Tasavvufta ve buna bağlı olarak sûfî anlayışta kazanır. Bu anlayışta nefes, “âşıkın mâşukla, sâlikin Hakk’la ünsiyet hâlinde iken âşıkın yâhud sâlikin ilâhî aşk ateşiyle yanıp tutuşan kalbinin bu ateşin hafiflemesi netîcesinde rahatlığa kavuşması” demektir. İşte bu rahatlama sürecinde hissedilen duygular dile de dökülür ve Dînî-tasavvufî Türk edebiyatında tasavvufî duyuşları dile getiren manzûmeler de “nefes” adını alır. Bunlar günlük dilde olduğu gibi “duâ” olarak da adlandırılır. Bu arada nefes teriminin daha çok Alevî-Bektâşî şiirinde sıkça kullanıldığını, Sünnî gelenekte bu terimin yerini “ilâhî” teriminin aldığını da söylemiş olalım.

Bu kavrama verilen anlamın sûfî telakkîlere göre değişiklik göstermesi konunun önemini azaltmaz. Burada önemli olan bu kavramın taşıdığı mânâdır. O da başta da söylenildiği gibi nefesin kalbi mutmain hâle getirmesidir.

Hacı Bektaş’ın Nefesi

Bilindiği gibi Yûnus Emre’nin hikâyesinde de nefes kavramı önemli bir yer tutar. Hikâyenin başlangıcında Yûnus Emre, Hacı Bektaş’a buğday istemek için gider. Eli boş gitmemek için de dağdan alıç toplayıp götürür. Hacı Bektaş Velî, ondaki bu ruh inceliğini görünce ona buğday yerine nefes vermeyi teklîf eder. Yûnus, nefesin mânâ ve değerini o süreçte bilmediği için “Nefesi ne yapayım bana buğday gerek.” der. Hacıbektaş, bunun üzerine: “Getirdiğin alıcın her tanesine bir nefes verelim.” demesine rağmen Yûnus bunu kabul etmez, çoluk çocuğu olduğunu, nefesin onların karnını doyurmayacağını söyler. Hikâyenin devâmında Hünkâr’ın emriyle öküzünün götürebileceği kadar buğday yüklenir. Yûnus vedâ edip yola koyulur, fakat köyden biraz uzaklaşınca aklı başına gelir. Pişmanlıkla geri dönüp nefese tâlip olursa da artık o teklif geçerli olmaz ve Hacı Bektaş onu “Bundan artık bu iş burada olmaz. Biz onun kilidi anahtarını Tapduk Emre’ye verdik. Varsın nasîbini ondan alsın.” der.

Bu anlatıda “nefes” artık “nasip” kelimesiyle ifâde edilmiştir ki kimi kaynaklar bunu “himmet” olarak da ifâde ederler. Böylece nefes, “Mânevî feyiz, irfânî bilgi” anlamına, “Himmet” olarak da “Mânen büyük kimselerin, ermişlerin dilediklerini yerine getiren mânevî gücü, mânevî yardımı, lutfu” anlamına gelir.

Yûnus’un Şiirlerinde Nefes

Yûnus Emre’nin şiirlerinde nefes en sık kullanılan kelimelerden biri olarak karşımıza çıkar. Yûnus, bu kelimeyi öncelikle “Her gâh ki nefes gelür ol kîsenden eksilür”, “Yüz yıllar hoşlugıla ‘ömrün olursa Yûnus/       Sonucı bir nefesdür geç andan da ötdün tut/Sonucı bir nefesdür geç andan da ötdün tut” gibi söyleyişlerinde bedenin canlılığı için gereken “soluk” anlamında kullanır. Ama onda bu kelimenin asıl kullanılış şekli “Mânevî feyz”, “Mânevî canlılığı sağlayan değer” şeklinde gerçekleşir. Tabi bu nefes “erenlerin nefesi”dir. Zira onlar, nefesleriyle kalbin diriliğini, canlılığını sağlarlar. “Erenler nefesidür devletümüz/Anunçün fitneden olduk selâmet”, “Bî-çâre Yûnus'ı gör derdile hayrân olmış/Anun her bir nefesi şehd ü şekere benzer”, “Bu sohbete gelmeyenler/ Hak nefesi almayanlar/ Sürün anı bundan gitsünTurur ısa çok iş ider”, “Erenler nefesin asa edin sen/Eğer nefsine uyarsan fenasın.”, “Döndürür erün nefesi/Siler gönüllerden pâsı/Yirine nûr toldurmaga/İricegiz Tanrı hâsı” gibi söyleyişler böyle bir nefesten söz etmektedir. Yûnus Emre, yine “nefes” yerine kimi zaman “himmet”i de kullanır. “Erenlerün himmeti yirden göge direkdür”, “Her kim ugrarsa bu derde/Bulur himmeti erde”, “Himmet alan kardaşlar/Tur irte namâzına” şeklindeki kullanışlar bunun bir örneği olarak karşımıza çıkar. Aynı şekilde “nasip” kelimesi de “Nasîbüne senün sen nazar eyle”, “Yeni dirlik yeni nasîb yeni gün” gibi söyleyişlerde bu anlam çerçevesinde de kullanılır.

Nefes’in Toplumsal Bağlamı

Yukarıda verilen örneklerde Yûnus Emre’nin şahsî hayat hikâyesinde “nefes” yâhud “nasip” veya “himmet”i onu gönül olarak diri kılan değerler olarak anmış olduk. Bu nefes, Yûnus’un da söylediği gibi “erenler nefesi”dir. Bu nefese muhatap olmak ve ondan nasiplenmek ise sohbet meclislerinde gerçekleşmektedir. Böylece mürşidin gönlünden diline dökülen her kelâm, dervişin kalbinde ölü bir yeri diriltmekte, onu canlandırmaktadır. Fakat nefesi ister gerçek ister tasavvufî literatürdeki mânâsıyla alalım, onun bir de toplumsal bir bağlamı vardır. Bunu anlamak için de Yûnus’un yaşadığı yüzyıla bakmak gerekmektedir.

Yûnus Emre’nin yaşadığı çağ bilindiği gibi Haçlı, Moğol saldırılarıyla âdetâ “nefessiz” kalmış bir çağdır. Bu zâlimler binlerce insan katlederek onları nefessiz bırakmışlardır. Yûnus’un “Gitti Beyler mürveti/Binmişler birer atı/Yediği yoksul eti/İçtiği kan olusar” gibi mısrâlarında anlattığı işte böyle bir nefessiz kalma tablosudur. Yine bu saldırılar, görünüşte sağ kalanları da kalben ve rûhen nefessiz bırakmıştır. Böylece ölümün, zulmün kol gezdiği, mutluluğun, huzûrun kaybolduğu bir zamanda Yûnus “Ben gelmedim dâvâ için, benim işim sevi için/Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.” şeklindeki çağrısıyla işte buhran içindeki o toplumu mânevî bir inanç ve düşünce zemînine çekerek rahatlatmak, kısacası millete nefes aldırmak istemiş ve bunu da sağlamıştır. Bu yüzden Yûnus’un nefesini sâdece ferdî bir konu olarak değil toplumsal bir konu olarak da düşünmek gerekir. Başka bir deyişle bu nefesi aynı zamanda bir “duâ”; kalbi gafletinden ve basîretsizliğinden uzaklaştıran mânevî bir nazarın sese, söze dönüşmesi olarak da düşünmek mümkündür.

Yûnus’un Türkçe’ye Kattığı Nefes

Yûnus Emre sâdece topluma değil o toplumla müşterek dili olan Türkçe’ye de nefes üflemiştir. Türkçe onunla bir şiir ve edebiyat dili olmuş; Dîvân, Halk, Tekke şiiri olarak üç kol hâlinde gelişen Türk şiiri Yûnus’u temel almış ve öncü kabûl etmiştir. Daha da önemlisi Yûnus’un Türkçe’yi bir din dili hâline getirmiş olmasıdır. Türkçe, onun kelimeleri kullanma biçimleriyle dînî kavramları, dînî duyuş ve düşünceyi ifâde edebilecek bir anlam zenginliğine ulaşarak Arapça ve Farsça’nın yanında İslâm medeniyetinin üçüncü büyük dili olma seviyesine yükselmiştir.

Yûnus’un Türkçe üzerindeki bu nefesi sâyesinde ortaya çıkan bir önemli husus da o dönemde halkla münevverlerin dilinin hemen hemen aynı olmasıdır. Yâni onun Türkçesi hem halka hem münevvere hitâb eden bir Türkçe’dir. İçinde elbette Arapça, Farsça kelimeler de bulunmaktadır. Ama o bunları meselâ Allah lafzını şiirinde Türkçe Çalap lafzıyla, Cenneti Türkçe Uçmak kelimesiyle birlikte kullanarak diller arasındaki farklı söyleyiş tarzlarını da bir potada eritmiştir.

Yûnus’un Nefesine Duyduğumuz İhtiyaç

Yûnus Emre erenler nefesiyle mânevî dirilik, onların nasîbiyle mânevî bilgi, yine onların nazarıyla mânevî bir iç aydınlığı kazanarak Tapduk ocağında “miskin, çiğ” iken “pişmiş”, olgunlaşmış böylece kendini inşâ etmeyi başarmış bir isimdir. Sonrasında ise her biri bir irşad (aydınlanma) sözü olan şiirleriyle Anadolu’nun dört bir yanında insanlara nefes olmuştur. Bektâşî edebiyatında Yûnus Emre şiirlerine “nefes” denmesi de bu yüzdendir. Bunların Sünnî gelenekte “ilâhî” olarak adlandırılması da yine aynı duruma tekâbül eder. “Allah’la ilgili, O’na seslenme, O’nun verdiği ilhamla söylenen söz” mânâlarıyla birlikte bu kavram da yine aynı mânâyı taşır. Bütün şiirleri Yûnus Emre’nin nefesidir, öyle okunmalı, öyle anlaşılmalıdır.

İşte bugün de bu sese, bu nefese fazlasıyla muhtaç bir çağda yaşıyoruz. Her türlü “izm” felsefelerinin insanlığı “nefessiz” bıraktığı bir zaman bu. Nefessizlik önce sıkıntı, zorluk ardından hayâtın sona ermesi, diriliğin, canlılığın, huzûrun gitmesi demek olduğuna göre izm’ler işte insanlığa sâdece bunları vermiştir. İşte böylesi bir zamanda bütün ümitler kaybolup gitmeden insanın gönlüne doğru bir nefes üflemek gerekiyor. Bilindiği gibi üfleme, sönmek üzere olan bir ateşi harlandırarak sönmesine mânî olma, alevini canlandırma” mânâsı da taşır. İşte kalbe dokunan, oraya üflenen her Yûnus mısrâı oradaki îmân ateşini harlandırır, orada oluşan karanlığı aydınlığa çevirecek bir özellik taşır.

Bu sâdece bir dilek yâhud umut ifâdesi değildir. Yûnus dün Anadolu’ya nefes üflerken biz bugün aynı nefesle buluşacak olursak aynı rahatlama, huzûra erişme olmayacak mıdır? Elbette olacaktır ama bunun için gayrete ihtiyaç vardır. Nitekim Yûnus Emre, o nefesi almak için Tapduk Emre dergâhına gittiğinde ona söylenen söz “hizmet et, emek yetir, nasîbini al” değil midir? Yûnus nefesiyle nasiplenmek için hepimize çok yönlü gayret gerekmektedir. Bu hizmetin muhtevâı ise öncelikle Yûnus Emre’yi tasavvufî anlayış bağlamında doğru anlamak ve ortaya sahîh bir Yûnus portresi çıkarmaktır. Gelenekte olduğu gibi Yûnus Dîvânı önce her eve sonra her gönüle giren bir kitap olmalıdır. Nurettin Topçu’nun dediği gibi “Yûnus’u ancak Yûnuslaşarak anlamak mümkündür” ama en azından onun söylediği dervişlik ahlâkına, kimliğine sâhip olabilmek de bu yolda atılmış kıymetli bir adım olacaktır.

Nisan 2020, sayfa no: 38-39-40-41

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak