Ara

Sayıların Gizemi

Makalemde Prof. Dr. Annemarie Schimmel’in Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri -İslâm’a Görüngübilimsel Yaklaşım- isimli eserinde (çev. Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2004) tespit ettiği sayıların gizemine dair yaklaşımlarını ortaya koymak istiyorum. Schimmel eserinde zaman ve mekânın sayılarla ölçüldüğünü, İslâm kültüründe belli sayıların önemi üzerinde durulduğunu belirttikten sonra, kimi sayılara hangi açılardan önem atfedildiğini şu tespitleriyle ortaya koymaktadır:

BİR SAYISI

İslâm düşüncesinde vurgu genellikle tek sayılara yapılmıştır. Tek sayılar eril, çift sayılar dişil kabul edilmiştir. “Allah tektir, teki sever” ifâdesi yaygın kullanımdır. Bu nedenle pek çok davranış üç ya da yedi gibi tek sayılarla ifâde edilir. Peygamberimiz’in (sav) orucunu tek rakamlı günlerde açması bunun örneğidir. Tasavvuf düşüncesinde Allâh’ın birliğini telaffuz etmek bile konuşan bir öznenin varlığını peşinen kabul etmeyi gerektirdiği için, yalnızca Allah kendi birliğine şehadet edebilir. Ebû Saîd el-Harraz’ın (ö.277/890) ifâde ettiği gibi, yalnızca O, “Ben” deme hakkına sahiptir (s. 113). 

İKİ SAYISI

Yaratan ve yaratılan ikiliğini gösterir. Mekân ve zaman ancak yaratma eylemiyle varlık alanına gelir. Allah da kendini, gece ve gündüzün değişmelerinde, nefes alıp vermelerde, kalp atışlarında, elektrik akımını meydana getiren pozitif ve negatif kutuplarda celal ve cemal sıfatlarının ardından gösterebilir. Kur’ân besmele ile başlar. “B” harfinin sayısal değeri ikidir. Bu da yaratılmış her şeydeki içkin ikiliği temsil eder. Alfabenin ilk harfi olan “Elif”in sayısal değeri ise 1’dir. Bir’in ve tek olan Allâh’ın şifresidir. (s. 113) 

ÜÇ SAYISI

Tasavvuf geleneğinde üç boyutlu bir dünyâda yaşamadığımız ifâde edilmiştir. Bu çerçevede kapıyı çalarken veya belli soruları veya nezaket sözlerini tekrarlarken olduğu gibi üç kez yinelenmesi gereken pek çok âdet ve gelenek vardır.  

Peygamber (sav) de sözlerini üç kez tekrarlardı. Bir hadise göre dindar insanın hayatı üç aşamaya bölünmüştür. Zahirî, şer’î ve amelî İslâm. 

Kur’ân, Müslümana nefsin üç aşamasında söz eder: Nefs-i emare, nefs-i levvame ve nefs-i mutmaine.

Maneviyat yolu üç aşamalıdır. Şeriat-Tarikat-Hakîkat.

Yoldaki her aşama üç dereceye bölünür: Avam, havas ve havassu’l-havasın uyacağı kurallar. 

Geometrik bir şekil, yani bir üçgen oluşturabilecek ilk sayı olan üç, kuşatıcı ilke olduğu için çelişkiler ve gerilimler üçüncü bir öğenin devreye girmesiyle çözülür. Seven (Âşık) ve sevilen (maşûk) sevgide (Âşk) birleşmişlerdir. Zikr’in son aşamasında zakir, zikirde zikredilen şeyle (mezkûr) birleşir. (s. 113-114) 

DÖRT SAYISI

Dört, karenin ve düzenli evrenin sayısıdır. Dört yön, dört öğe, dört sayısının bu düzen koyucu gücüyle ilgili bilinen en iyi örneklerdir. 

Mânevî anlamda dört baş melek bulunması gibi, veliler hiyerarşisinde de dört evtad “sütun” bulunmaktadır.

Dört kitap; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm vardır.

Cenaze törenlerinde en az dört tekbir alınır.

Hulefa-i raşidin dörttür.

Erken dönemlerden itibâren çok sayıda okulun billurlaşmış hali, dört fıkıh okuludur.

Erkeklerin en fazla dört eşle nikâhlanması beyân edilmiştir.

Zinâ’ suçunun saptanması için dört şahit şart koşulmuştur.

Şehir ve binaların kare biçimindeki inşası kozmolojik modele göre inşasına rastlanılmaktadır. 

Dört sayısının düzenleyici gücü, Hz.Ali’ye atfedilen Nehcü’l-Belâgâ’daki bir takım ifâdelerden açıkça anlaşılmaktadır:

“Îmân, dört temel üzerinde durur: Sabır, yakîn, adalet, gayret; sabrın dört temel direği vardır: şevk, şefkat, zühd ve uyanıklık… vs.”

Aynı yapı, küfrü tasvir ederken veya şu gibi ifâdelerde de tekrarlanmıştır:

“Akıldan başka zenginlik yoktur; cehaletten başka fakirlik yoktur; iyi davranıştan başka miras yoktur; iyi nasihatten başka yardımcı yoktur.” (s. 114-115) 

BEŞ SAYISI

Beş rakamı, beş duyuyla ilintilendirilmiştir.

Allah sözcüğünün beşinci ve temel harfi olan “h”’nin sayısal değeri beştir.

Günde beş vakit namaz vardır.

İslâm’ın beş temel şartı vardır.

Fütüvvet teşkilatındaki şedd kuşanma töreninde talibe, beş şartı hatırlatmak için şedd beş kat sarılır.

Beş rakamı, Ehl-i Abâ’yı sembolize eder. Genellikle Penç-ten diye bilinen ve Muhammed’in (sav) abâsı altındaki beş aile bireyidir, yani Muhammed, Fatma, Ali, Hasan, Hüseyin.

Ulu’l-azm peygamberin sembolüdür. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (sav).

İbnü’l-Arabi’nin teozofisinde İlâhi huzur, hazret de beş tasnifle beyân edilmiştir. 

Bir Haksârî[1] dervişi sülukunda, beş guslü yerine getirmek zorundadır.

Tarikata yeni katılan salik beş hediye getirmek zorundadır ve kendisine beş aşamalı görevi hatırlatılır (s. 115-1169).

ALTI SAYISI

Allah âlemi altı günde yaratmıştır.[2]

Bu dünyâ mecazî dilde genellikle bir küp olarak tasvir edilir. Bu küpün altı yüzünün merkezinde zayıf insan, dört öğe ve beş duyuyla prangaya vurulmuştur.

Kur’ân’daki “Allah balarılarına vahyetmiştir.”[3] şeklindeki ifâde, belki de yaratılmış dünyânın uygun bir simgesi olan arı kovanının altıgen yapısına işaret ediyor olabilir.

“Altıgen”, makrokozmik ve mikrokozmik üçgeni birleştiren altı köşeli yıldız kabul edilir (s. 116). 

YEDİ SAYISI

Tavaf, Kâbe’nin etrafında yedi kez şavttan ibârettir.

Mina’da şeytan taşlaması yedi taş kullanılarak yapılır (üç kez tekrarlanır).

Sufilikte yedi makam ve aşılması gereken yedi vadi vardır.

Kur’ân’ın yedi katmanlı anlamı vardır ve yedi kırata göre okunur.

Namazın her rekâtı yedi bölümden oluşmaktadır.

İslâm’ın Bâtıni yorumlarında, İlâhi isimlerin taayyünlerinin sûretleri olarak açıklanan, aşkla kendilerinden geçmiş yedi melek ve ayrıca yedi büyük peygamber vardır.

Saliki nihai amacına ulaştırmak için yedi aşama vardır (s. 118).

Cehennemin yedi kapısı bulunur.[4] 

SEKİZ SAYISI

Dinler tarihinde ebedi mutluluğun, kemal ve sonsuzluğun sayısıdır.

Allâh’ın Arş’ı sekiz melek tarafından kaldırılmaktadır: “Melek(ler) onun kenarlarındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların üstünde sekiz (melek) taşır.”[5]

Camilerin avlusundaki sekizgen çeşmeler, Semavî Arş’ın hatırlatıcısıdır.

Cennetin, Cehennemden bir tane fazla olmak üzere sekiz kapısının olması, Allâh’ın merhametinin azabından fazla olmasıdır.

Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909)’in tasavvuf yolunda sekiz tavsiye bulunmaktadır.

Nakşi sufilerin sekiz kuralı vardır.

Haksârî dervişlerinin sülukta öğrendikleri sekiz söz bulunur.

Nizamî’nin Heft Peyker (Yedi Güzel) isimli eserine öykünen Emir Hüsrev Farsça Heşt Bihişt (Yedi Cennet) isimli destanını yazmıştır. 

Özellikle bir türbenin etrafındaki bahçeler, Cenneti hatırlatması için sekizgen biçimde düzenlenir. Bununla birlikte, Gülistan (Gül Bahçesi) veya Baharistan (Bahar Bahçesi) adlı kitapların her birisi ideal bahçe biçimini hatırlatan sekizer bölümden oluşur (s. 117).

DOKUZ SAYISI

Büyütülmüş kutsal üç diye tanımlanan dokuz sayısı, Türkler ve etkileri altındaki halklar arasında yaygındır. 

İslâm astronomisinde dokuz felek kavramı görülmektedir. Fars Edebiyatındaki Nüh Sipihr (Dokuz Felek) adlı eserlerin kaynağı budur.

Dokuz, Türk hanedanlarında görgü kuralları ve resmi hayatta önem taşımıştır.

Moğol Hindistan’ında yüksek mevki sahibi bir insana dokuzun katları sayısınca hediye getirme âdeti tokuz, “dokuz” sözcüğünü “hediye, ikram” terimine dönüştürmüştür (s. 117).

ON SAYISI

Pisagorcuların zamanından beri mükemmellik ve tamlığın sayısı olagelmiştir.

Araplar ve Müslümanlar onlu sistemi kullanmışlardır.

Mükemmelliğe aşere-i mübeşşere, Peygamberin Cennet müjdelenen on sahabesiyle ulaşılmıştır. 

Menkabelerin belirttiğine göre ünlü mürşidlerin etrafında on gözde mürit bulunurdu. 

Osmanlıların onuncu padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman’ın, hicri onuncu yüzyılın başında doğması ve on oğlunun bulunması, Türk tarihçilerin ona çeşitli onlu olaylar atfetmelerine neden olmuştur. Buna örnek olarak on ülke fethetmiş olması verilebilir.

Askeri birlikler (Eski Roma’da olduğu gibi) on ve katlarına göre düzenlenmiştir. 

On sayısı, Şia’ya, özellikle Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Muharrem’in 10. gününü hatırlatır. Muharrem ayının ilk on günü boyunca okunmak üzere Dehnâme’ler (On Kitap) yazılmıştır (s. 117-118). 

ON İKİ SAYISI

Burçların sayısının on iki oluşu, en çok kendileriyle on iki burç arasında gizemli bağlantıların kurulduğu Şia’nın on iki imamından kaynaklanmaktadır.

İbnü’l-Arabi de Kur’ân’da bahsedilen on iki melek kategorisinden söz eder (s. 118).

ON SEKİZ SAYISI

Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin giriş bölümündeki beyitlerin on sekiz tane olmasından dolayı Mevleviler tarafından on sekiz sayısı sevilmektedir.

On sekiz bin âlem, hayli erken dönemlerden beri bilinen bir kavramdır (s. 118).

ON DOKUZ SAYISI

On dokuz, vahid (bir) sözcüğünün sayısal değeridir.

Bahailerin kutsal sayısıdır.

Cehennemin on dokuz sadık bekçisi bulunur.

Besmelede on dokuz harf yer almaktadır.

Yedi peygambere ve On iki İmama karşılık gelen yedi gezegen ve on iki burcun toplamı olması nedeniyle on dokuz sayısı, Şii düşüncesinde önemli bir yer tutar.

Reşat Halife’nin Kur’ân’ın bütün yapısının on dokuza dayandığını iddia etmesinden dolayı, kitabı kuşkuyla ve nefretle karşılanmıştır (s. 119). 

KIRK SAYISI

M harfinin sayısal değeri kırktır. Bu harf özellikle Muhammed (sav) ismiyle, daha dar anlamda ise onun “semavi ismi” Ahmed’le bağlantılıdır: Ahmed ismi Ahad’dan, “Bir”den yalnızca m harfiyle ayrıldığına göre insanoğlu kırk makam aracılığı ile Allah’a ulaşmak zorundadır.

Kırk sayısının yaygın anlamı, hazırlanma ve arınmadır. Yani süluk için sıkıntılı bir hazırlıktır. 

İsrailoğullarının çölde dolanıp durdukları kırk yıl, insanoğlunun çekmek zorunda olduğu başka bir takım çileleri simgelemektedir. 

Musa (as)’ın kırk günlük orucu[6], sufinin kâmil maneviyatı elde edebilmek için yerine getirmek zorunda olduğu kırk günlük inzivanın (erbain, çile) örneğini oluşturur.

Günlük hayatta doğum yaptıktan veya ölümden sonra arınma için, kırk gün geçmesi gerekir. Çünkü bu durumlara ilgili tabulardan ancak bu süre içinde kurtulmak mümkündür.

Tufan kırk gün sürmüştür.

İdris, Hûd, Sâlih ve Muhammed (s.)’e kırk yaşında peygamberlik verilmiştir. Çünkü kırk tam olgunluk yaşıdır.

Müslümanların inanışına göre Ahir Zamanda kırk halifenin hükümranlığının ardından Mehdi zuhur edecek ve kırk yıl hüküm sürecektir.

Türk-İslâm kültüründeki Kırklar gibi kırk veli, tasavvuf hiyerarşisinde önemli bir gruptur. 

Ehl-i suffe kırk kişiden oluşmaktadır. Onların anısına Hâksârî dervişlerin külahlarının etrafındaki bağ, birlikte bükülmüş kırk iplikten oluşur.

Ali Baba kırk haremi ile uğraşmak zorunda kalmıştır.

Sivrisinek Nemrut’un beynine girip kırk günde ölümüne yol açmıştır.

Peri masalları kırklarla doludur, bir batında kırk kız doğuran vardır, düğünler daima kırk gün kırk gece sürer, kahraman kırk savaşta muzaffer olur. 

Biriyle bir fincan kahve içmek, Türk folklorunda kırk yıl sürecek bir dostluk başlatır.

Gazali, İhyâu Ulumiddin isimli eserini dört bölüm ve kırk kısma ayırmıştır. Böylece kitap, okuyucuyu aşama aşama Allâh’ın rızâsına uygun bir yaşam için gerekli olan basit öğretilerden, aşk, şevk ve tevekkül gibi hayatın derin tasavvufî yönlerine taşır. Eserin ana bölümü Muhammed (s.)’e ayrılmıştır. Son bölüm ise ruhun Allah’la karşılaşacağı ölüme ayrılmıştır. İşte bu, insan ömrü boyunca süren kırk aşamalı yolun nihayetidir.

Attar’ın Musîbetnâme isimli eseri, sonunda nefsin ruh deryasında fani olduğu çilenin kırk gününü şiirsel olarak tasvir etmektedir (s. 119-120).


[1] Hâksâr: Alame-i Maşrıkî’nin (İnayetullah Han) (1888-1963) kurduğu Pakistan ve Hindistan’da çok sayıda müridi olan tarikat.

[2] Furkan, 25/59.

[3] Nahl, 16/68.

[4] Hicr, 15/44.

[5] Hâkka, 69/17.

[6] A’râf, 7/142.

Haziran 2014

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak