Ara

“Niyet”

“Niyet”

“Niyet”
Ramazan Sodan

Niyet; Kasd, kalbin bir şeye yönelmesidir.

Niyet; hareketleri ibâdete, toprağı altına, âdetleri ibâdete çevirir. Meselâ yemek, içmek, uyumak, konuşmak gibi âdet ve hareketleri insan sünnete uyarak yaparsa, ibâdet olur. Akraba ziyâreti, hasta ziyâreti de öyle, sünnet niyetiyle yapılınca ibâdet olur. Bu sebeple niyet, ölü ve meyyit olan hâletleri ihyâ eden ve canlı, hayatlı ibâdetlere çeviren bir ruhtur.

Niyet; seyyiâtı hasenâta, kötülüğü iyiliğe, iyiliği kötülüğe çeviren, tebdîl eden bir ruhtur. O rûh’un rûhu da ihlâsdır, samîmiyettir.

Meselâ gıybet günahdır, bâzan günah olmaktan çıkar. Bâzı şahısların özellikleri hakkında bilgi vermek gibi. Ticârette, ortaklıkta bir kişinin dikkatli olması, zarar görebileceğini söylemesi gibi, zarar görecek kişiyi korumak sevap olabilir.

Yine örnek verecek olursak, adam öldürmek. Dînimizde büyük günahtır. Harb’te ise dîni, vatanı korumak için olursa sevaptır. Hatâsında bir insanın hâlis bir niyeti varsa sevap olabilir. Müctehidlerin hatâsının bile bir sevap olması gibi. İyi niyetle hizmet yapanın hatâsına da bu yönden bakmak lâzımdır. Çünkü niyetlerine Hak hâkimdir. Hz. Osman (ra), Hz. Ali (ra) zamânında çıkan ihtilaflara da böyle bakmalıdır. Sahabeler ictihâd hatâlarında bile sevap kazanabilir.

Niyetteki ikinci bir husus da şudur: Niyet, iyiliği kötülüğe çevirir. Meselâ, harbde kahramanlık iyi bir haslettir. Fakat dünyâlık için, hurmalıklar için yapılırsa hüsranlıktır. Çünkü niyet Allah rızâsı değildir. Niyet iyi ama rûhu başka. Bir kadın için Medîne’ye gelene Peygamberimiz o hicret yapmadı demiştir. Çünkü niyeti hicret değil. İşte bu sebeple kâfir, yaptıklarının sevâbını göremez. Cehennemden kurtulamaz. Cehennemliklerin derecesi de, kötülüklerin cinsine göre farklı olabilir. Ama cennetlik olamaz, cehennemden kurtulamaz. Çünkü küfür nihâyetsiz cinâyettir. Allâh’ın kâinat dolusu delilleri, varlıkları, mûcizelerine rağmen inkâr etmek nihâyetsiz bir cürüm olduğundan, yaptığının faydasını görmez. Hak din İslâm için, Allah için yapılmayan işin sevâbı yoktur. Mü’minin riyâ ile gösteriş için sadaka dağıtmasının bir faydası olmadığı gibi. Çünkü amelin rûhu ihlâstır. Yalnızca Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını gözetmektir. Yapılan işi sâdece, sırf emr-i ilâhî olduğu için yapmaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah (cc) da birçok âyetinde emr-i ilâhî dışındaki, gösteriş için yapılan ibâdetlerin boş olduğunu bildirmiştir. “Allâh’a ve âhirete inanmadıkları halde mallarını insanlara gösteriş için sarf edenler de âhirette azâba düçar olurlar.” (Nisâ, 38.)

Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir. Kim kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılır. (Neml, 89-90)

Allah Teâlâ, Bakara Sûresi 204, 205, 206. âyetlerinde, münâfıkların, hasımların en yamanı, bozguncu, gururlu ve kibirli olduklarını söylemiş, “Onlara cehennem yeter.” buyurmuş ve Cehennemin ne kötü bir yer olduğunu bildirmiştir.

Bakara Sûresi 207. âyette: “İnsanlardan öyleleri de var ki, Allâh’ın rızâsını almak için kendini ve malını fedâ eder.” Nahl Sûresi 128. âyette de “Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla berâberdir.” buyurmuştur. Bu âyetleriyle Allah bizden sâdece hâlis bir inanç, îman, dindarlık istiyor. İnsanların teveccühünü istemenin bile hesâbı olacaktır.

Peygamberimiz’in“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.” hadîsi ise küllî bir niyet kapsamındadır.

Meselâ kişi, “param olsa da hacca gitsem, câmi yaptırsam” dese bu niyet boşa gitmez ama, hadis, o kapsamda değil.

İyi düşünmek, mü’mine muhabbet sevaptır. Kötü zan da günahtır. Kalbimize gelen kötülüklerden mes’ûl değiliz, irâde kullanırsak mesûlüz. Belâya sevinmek bâzan sevap olur. İslâm düşmanı saldırgana belâ gelirse sevinmek sevap olur. Müslümanın başına gelen bir belâya sevinmek ise günahtır.

Fiilen işlemediğimiz bir günâh ile mes’ûl olabiliriz. Bu hadiste bu mânâ da değil. Şüphesiz mü’min iyi niyetinin mükâfâtını görür.

Eğer desen Allâh’ın nîmetleri sonsuzdur, şu küllî hadsiz nîmetlere karşı nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukâbele edebilirim?

Cevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikadla. Meselâ nasıl ki bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir pâdişâhın huzûruna girer ve görür ki, her biri milyonlara değer hediyeler, makbûl adamlardan gelmiş, orada dizilmiş, onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?”

Birden der: “Ey seyyidim, efendim! Bütün şu kıymettâr hediyeleri kendi nâmıma sana takdîm ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidârım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

İşte, hiç ihtiyâcı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabûl eden o padişah, o bîçârenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyâkatını, en büyük bir hediye gibi kabûl eder.

Aynen öyle de, âciz bir kul, namazında “Ettehiyyâtü Lillâh” der. Yâni bütün mahlûkâtın hayatlarıyla, Sana takdîm ettikleri hediyeyi, kulluklarını ben kendi adıma, umûmunu Sana takdîm ediyorum. Eğer elimden gelseydi onlar kadar hediyeleri, selâmları sana takdîm edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.” İşte şu niyet ve îtikad pek geniş bir şükr-i küllîdir. (*)

Şüphesiz amel olmadan niyet kâr etmez. Meselâ, kulun Allâh’a riâyet niyeti, namazında “Allâh’ım, bütün mahlûkâtının tesbihleri, zikir ve duâları Sana yükseliyor, bu tesbihlerin hepsini benden kabûl et Yâ Rabbi” demek, onun bu niyeti o kişinin namaz amelinden daha hayırlı olabilir.

Muhyiddîn Arabî gibi bir zât ve evliyâlar, Sahabelere yetişemiyor. Çünkü sahabeler gelen âyetlerin mânâlarını tam hissediyor, Allah sevgisini hissederek, İsimlerini düşünerek ibâdetini yapıyor, namaz kılıyordu. “Mü’minin ameli, niyetinden hayırlıdır.” bu demek olsa gerektir.

Tabii ki amelsiz niyetin faydası olmaz. Allah bizlere küllî bir şuurla amel, ibâdet yapmayı nasîb etsin.

* S. Nursi, Sözler Kitabı 24. Söz

Ocak 2020, sayfa no: 59-60-61

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak