Ara

Nazar Kılmak

Nazar Kılmak

Erenlerinnazarı toprağı gevher eyler
Erenlerkademinde toprak olasım gelir
Yûnus Emre

Lügat mânâsıyla “Bakış, bakma, göz atma” demek olan nazar kelimesi Yûnus Emre’nin gerek Dîvânı’nda gerekse Rîsalet’ün-Nushiyye adlı eserinde sıkça geçer. Çoğu yerde bu kelime varlıklara bakmayı ifâde eder. Meselâ “Ey aşk eri aç gözünü yeryüzüne kılgıl nazar” ifâdesi böyledir. Buna göre insan gaflet tuzağına düşmemek için yeryüzüne de gökyüzüne de, kuşlara da ağaçlara da, kısacası yaratılmış olan her şeye nazar etmeli yâni bakmalıdır. Çünkü böyle bir bakış, bakanı görünenin ötesine çeker. Yaratılmış olandan Yaratan’a götürür. Yûnus, bu tecrübeyi yaşamış birisi olarak “Gör bu latîf çiçekleri bezenüben Hakk'a gider” derken bu bakışın gâyesi ve mâhiyetini de açıklar. Buna göre bakılanların hepsi bize Hakk’tan haber verirler. Bakmak, bu gâyeye mâtuf olmalıdır.

Burada şu soru akla gelmelidir: Her bakan görebilir mi? Ya da neyi görür? Çünkü gözün gördüğü zâhirî olandır, bâtını yâni o varlığın hakîkatini görmek ise başka bir şeyi gerekli kılar. O da Yûnus’un ifâdesiyle “can gözü”dür. Aksi takdirde o latîf çiçeklerin süslenerek Hakk’a gitmelerini anlamak mümkün olmaz. Böyle bir bakış ise bir eğitim meselesidir. Kişi, alacağı mânevî eğitimle can gözüyle bakmayı öğrenebilir. Bu yüzdendir ki nazar kelimesi tasavvufta kelime mânâsının yanı sıra bir ıstılah olarak da anlam taşır. Buna göre nazar, “Hakk nûru ile bakış, lutufkâr ve keremli bakış, teveccüh ile bakma” şeklinde bir mânâ taşır. Hakk nûru ile bakmak ise tamâmen nefsin arındırılması, gönül aynasının temizlenmesi, Hakk’ı gönül sarayının sultânı yapmakla mümkündür. Yûnus’un “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” yâhud “Hakk nazar kıldığı câna bir göz ile bakmak gerek/Ona ki Hakk nazar kıldı ben anı niçe yereyim” şeklindeki söyleyişlerini böyle anlamak gerekir.

Erenlerin Nazarı

Nazar kelimesinin tasavvufta taşıdığı başka bir anlam ise, “mânen büyük ve tasarruf sâhibi kimselerin lütuf ve keremle bakması” demektir. İşte Yûnus Emre gibi hakîkat erlerini anlamak için nazarın asıl bu anlamı üzerinde durmak gerekir. Bilindiği üzere tasavvuf yoluna girmek isteyen biri, bu mânâdaki eğitimini ancak bir mürşidin kapısında gerçekleştirebilir. Böyle zâtlara verilen bir ad da “er” yâhud “eren”dir. Bu kelime tasavvufta “Velî, ermiş, Allâh’a mânen yakın olan, Allah katında şefâati kabûl edilen kimse” demektir. İşte böyle zâtlardan “el alınarak” onun terbiye halkasına girilir. “Er elini aldın ise ere gönül verdin ise” diyen Yûnus da bu yolun yolcularından biridir.

İşte er yâhud eren denilen bu mürebbîler, dervişlerini çok farklı metotlarla eğitirler. Nazar tam da bu noktada anlam kazanır. Allah dostları müridlerine, mânevî yolda ilerleyen dervişlere nazar edip onların ruhlarına tesir ederek onlara yeni bir kıvam/şekil verirler. Kalplerini İlâhî nurla-feyizle doldurur, ruhlarını olgunlaştırırlar. İşte mânevî eğitim dediğimiz eğitim de böyle gerçekleşir. Bu elbette sâdece gözün değil aynı zamanda aklın ve gönlün işidir. Dervişini her an gözetlemek, ondaki kusurları düzeltmek, feyzini artırıcı dersler vermek şeklinde olur. Bu bir bakıma şifâ bulmak isteyen hasta ile buna vesîle olacak olan hekim arasındaki münâsebet gibidir.

Yûnus’a Nazar Kılanlar

Yûnus Emre, şiirlerinde kendisinin bu mâcerâsını da haber verir. Ona bu mânâda nazar kılanların ilki menkîbeye göre söyleyecek olursak Hacı Bektaş velîdir. Kendisine buğday istemek için geldiğinde ondaki gönül saflığını görerek “himmet” teklif etmiş ve yoluna çağırmıştır. Fakat Yûnus, henüz bunu anlayacak kıvamda olmadığı için bu defa onu asıl mürebbîsi olacak olan Tapduk Emre’ye ısmarlamıştır. Böylece Yûnus, Tapduk’un eğitim halkasında yine menkîbeye göre kırk yıl onun nazarına yâni eğitimine muhâtab olarak kendini yetiştirmiştir. Kendisi bu hikâyesini “Tapduk’un tapısında/Kul olduk kapısında/Yûnus miskin çiğ idik/Piştik elhamdülillah” mısrâlarıyla ifâde der. Onun bu dörtlüğüyle özetlediği mânen olgunlaşma hikâyesi nazara muhâtab olduğunu gösterir. Üstelik kendisi de bunun farkındadır. Bundan dolayıdır ki “Bir göl idim kıldı erenler nazar/Deniz oldum dört yana ırmagıla” diyerek er nazarıyla nasıl bir dereceye geldiğini bizzat kendisi söyler.

Mânevî yolun yolcuları eğitimleri süresince başka nazarlara da muhâtab olurlar. Bu durum, Yûnus için de böyle olmuştur. Meselâ nazarına muhâtab olduğu isimlerden biri asıl adı Hasan olmakla birlikte Âşıkpaşazâde’ye göre dağlarda bir geyiğe binip geyiklerle dolaştığı veya geyiklerle ünsiyet edip aralarında yaşadığı için Geyikli Baba olarak bilinen bir sûfîdir. Yûnus, “Geyikli Baba bize bir kez nazar kılaldan/Hâsıl oldı Yûnus'a her ne ki vâyesidir” diyerek onun nazarından nasıl istifâde ettiğini belirtir.

Yûnus bir dörtlüğünde nazar ehli olarak başka isimler de sayar: “Fakîh Ahmed Kutbuddin Sultân Seyyid Necmüddîn/Mevlânâ Celâlüddin ol kutb-ı cihân kânı”. Bunlar Yûnus Emre döneminde yaşamış irfan büyükleridir. Aralarındaki münâsebetin detaylarına bu sınırlı bilgiyle vâkıf olamıyoruz ama son olarak zikredilen isimle yâni Mevlânâ ile ilgi bilinenler bir hayli fazladır. Zîrâ Yûnus Emre bir başka dörtlüğünde Mevlânâ’dan özel olarak bahseder: “Mevlânâ Hüdâvendgârbize nazar kılalı/Onun görklü nazarı gönlümüz aynâsıdır/Mevlânâ sohbetinde saz ile işret oldı/Ârif mânâya daldı çün biledir ferişte”

Bu söyleyiş iki açıdan mühimdir. Bize hem Yûnus’un tarihsel olarak yaşadığı dönem hem de Mevlânâ ile münâsebeti hakkında mâlûmât vermektedir. Buna göre Mevlânâ ile Yûnus Emre çağdaştır. Doğum ve vefat târihleri dikkate alındığında aralarında 33-34 yaş bir fark vardır. Yâni Yûnus Emre doğduğunda Mevlânâ’nın 30’lu yaşlarda olduğu anlaşılmaktadır. Asıl önemli olan ise Yûnus’un Mevlânâ meclisinde bulunduğu ve onun nazarına muhâtab olduğudur. Mevlevî kaynaklarda bu münâsebete dâir menkîbelerin de bulunması bu iki büyük irfan ehli arasındaki yakınlığın bir başka delîlidir.

Hakk Nazarı

Nazar meselesi elbette şahısların nazarından ibâret değildir. Onların asıl yapmak istedikleri tâlipleri Hakk nazarına muhâtab olacak olgunluğa eriştirmektir. Yûnus’un ifâdeleri onun da bu nihâî gâyeye vâsıl olma nîmetiyle nasiplendiğini göstermektedir. Buna göre “Diledi göre yüzün işide kendü sözün/Nazar kıldı bir kezin anda cân verdi bana” söyleyişi bu nihâî gâyeyi ifâde eder. Burada Buhârî’de geçen “ (…) Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum.(…)” şeklindeki Hadîs-i kudsî’yi hatırladığımızda bu hâdisenin nasıl gerçekleştiğini daha iyi anlamış oluruz. İşte tam da bu noktada “Kişinin gözi neye baksa sever/Tekellüfsüz gönül ol yana akar” sözündeki mânâ gerçekleşmiş olur. Zîrâ yine Yûnus’un ifâdesiyle “Gönül pâsı” yunmuş, “kibr ü kîn” terk edilmiş, ere “İkrâr verilmiş” ve onun nazar eğitimiyle Hakk nazarı kulda tecellî etmiş olur. Bu tecellînin devâmında gelinen nokta ise şudur: “Hakk'dan nazar oldı bana Hakk kapusın açar oldum/Girdüm Hakk'un haznesine dürr ü gevher saçar oldum”.

İşte Yûnus Emre’nin sözlerini, Hakk nazarıyla aydınlanmış bir gönlün hak ve hakîkat kapısını açarak Hakk’ın hazînesinden alınıp insanlara saçılan “dürr ü güher” yâni “inci, altın, gümüş” (hazîne) olarak görmek gerekir. Bunun böyle olduğunu anlamak için menkîbedeki Yûnus’a şiir söyleme izninin verilme hikâyesi de hatırlanabilir. Menkîbe şöyledir: “Uzun senelerden sonra Anadolu erenleri Tapduk dergâhına gelirler. Meclis kurulur. O mecliste Yûnus-u Guyende adlı pek tanınmış bir ilâhici vardır. Yûnus da oradadır. Tapduk Emre coşup Guyende'ye "Yûnus söyle" der. Birkaç kez söylemesine rağmen cezbe hâlindeki Guyende bu sözü işitmez. Bu sefer diğer Yûnus'a yönelerek: "Yûnus Can, vakit tamâm oldu. O hazînenin kilidini açtık. Nasîbini alıverdin. Hacı Bektaş Velî’nin sözü yerine geldi. Durma, söyle” der. Bunun üzerine Yûnus'un dili açılır, gözlerinden ve gönlünden perde kalkar. Şevk denizine düşüp ağzını açarak inci ve cevâhir saçar. İlâhî hakîkatlerin sırlarından, inceliklerinden öyle bir sohbet eyler ki, dinleyenler hayran kalırlar.”

Sözün Özü

Denizin içinde ne vardır, bunu anlamak için içine girmek gerekir. Nazar meselesi de öyle. Bu yola girenler bunun mâhiyetini elbette bilirler. Biz fânîlere düşen ise en azından şöyle bir netîce çıkarmaktır: Bizi gören bir Allah var. Bu sıfatını göz vâsıtasıyla bize de bahşetmiş, bizim de varlık sırlarını önce kendi varlığımızdakiler olmak üzere görmemizi istemiştir. Zîrâ “Sen seni bilmeyince ere nazar kılmayınca/Senligi bu ara yerden gidermezsen oldu duzak”.

Fakat bu görme olayı sâdece ten gözüyle gerçekleşmeyeceği için can gözüne sâhip olmak, bunun için de bir erin tasarruf dâiresine girerek onun bize nazar kılmasını talep etmek gerekmektedir.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak