Ara

Mânevî Hastalıklar

Mânevî Hastalıklar

Allâh’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım.”1 Nebevî Uyarı Sevgi ve rahmet toplumunu inşâ etmek ve güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen âlemlerin Efendisi (sav); Allâh’ın dînine çağıran eşsiz bir dâvetçi, târihin en disiplinli halk okulunu kuran ideal bir eğitimci olarak, ümmetinin seçkin özelliklere sâhip olmasını arzu ettiği için ümmetine pedagojik ve psikolojik prensipleri titizlikle uyguluyor, bâzen doğrudan doğruya, bâzen örneklerle, bâzen de duâlarıyla ümmetini eğitiyordu. Allah Rasûlü, sâdece karşısındaki kişilere değil, onların şahsında kıyâmete kadar gelecek bütün nesillere hitâb ediyordu. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sav) coğrafyayı kucaklayarak bütün ülkelere, târihi aşarak bütün çağlara hitâb ediyordu. Rahmet Peygamberi Efendimiz’in (sav) her bir hadîsi bizim için şaşmaz bir ölçü, eskimez bir prensip ve ciddi bir uyarı niteliğindedir. Her biri birer şefkat iksiri, rahmet damlası ve sevgi sembolü olan hadîs-i şerifler derinliğine incelenmeli, en nâzik üslûp kullanılarak verilen nebevî mesaj, kelime seçiminden kelimelerin cümle içindeki sıralamasına varıncaya kadar iyi okunmalıdır. Peygamberimiz’in (sav) duâları, sıradan bir duâ gibi telakkî edilip ciddî bir şekilde üzerinde durulmadan ve incelenmeden sâdece okunmak için okunmamalıdır. Zîrâ O’nun duâlarının apayrı bir anlamı vardır. O (sav), duâlarında sâdece kendisi için değil aynı zamanda bizim için yalvarıyordu, ya da bizim Cenâb-ı Hakk’a ne şekilde yalvarıp yakarmamızı istiyorsa açıktan yaptığı duâlarda o şekilde yakarıyordu Rabbine… Yukarıda naklettiğimiz duâda dile getirilen dilek ve istekler aslında bize yönelik tavsiyeler olarak telakkî edilmelidir. O’nun peygamberlerin sonuncusu ve insanlığın Efendisi olarak âcizlik, tembellik, korkaklık ve cimrilik gibi çirkin hasletleri taşıması aslâ düşünülemez. Dolayısıyla O’nun duâ şeklindeki bu ifâdeleri, bize nebevî bir tavsiye niteliğinde anlaşılmalıdır. Bu duâ ile verilmek istenen mesaj Müslümanın burada adı geçen hasletlerin tam karşıtı olan ahlâkî özelliklere sâhip olması dileğidir. Sanki Allâh’ın Rasûlü bu duâsıyla bize “Âciz, tembel, korkak ve cimri olmayın. Dinamik, çalışkan, cesur ve cömert olun”demektedir. “Kalplerimizin tabîbi” olan Allâh’ın Rasûlü, bu hadîs-i şerifle özellik günümüzde çok yaygın bulunan mânevî hastalıklara dikkat çekmiş, gönlümüzü bu çeşit hastalıklardan koruması için Allâh’a ilticâ etmemizi emretmiştir. Bugün “İslâm âlemini kasıp kavuran, maddî planda dünyâ milletlerinden geri kalmamıza sebep olan mânevî hastalıklar nelerdir?” konulu bir yarışma açılsa belki de en güzel cevap bu hadîs-i şerif olacaktır. 1- Âcizlik Allâh’ın adını yüceltmek, yeryüzüne hakkı, adâleti, rahmeti, müsâmahayı, sevgi ve saygıyı hâkim kılmak, insanlığı kullara kulluktan kurtarıp Allâh’a kulluğa dâvet etmek gibi en büyük, en ulvî ve en mukaddes dâvânın sâhibi olan Müslüman; dâvâsını öğrenme, yaşama ve yaşatma yolunda aktif, dinamik, faal, aksiyoner, canlı ve heyecanlı olmak zorundadır. Aziz Kitâb’ında bize düşmanlara karşı onları korkutacak şekilde kuvvet hazırlamayı emreden Cenâb-ı Hakk’ın hak yoluna gönül veren Müslüman bu yolda hem îmânen, hem bedenen, hem ilmen, hem iktisâden kuvvetli olmalıdır. Efendimiz (sav), “Güçlü mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allâh’a sevgilidir.”2 buyururken her yönden güçlü olmamızı emretmektedir. Allah nazarında sevgili, hayırlı bir kul olma arzusunu taşıyan Müslüman îman, takvâ, ilim, ahlâk ve mâneviyat gücü yanında teknolojik, ekonomik, akademik, siyâsî, sosyal, fiziksel vesâir her yönden güçlü olmak zorundadır. Müslüman; dâvâsına daha çok hizmet edebilmek, acze düşmemek, ezilmemek ve horlanmamak, zâlimlerin karşısında hakkı ezdirmemek için güçlü olmalıdır. Mü’min; alan el değil veren el sâhibi olabilmek, malını hak yolda harcayarak Peygamberimiz’in (sav) bile imrendiği kişiler arasına girebilmek, şükreden zengin olabilmek, Sahabe-i Kiram misâli ideal bir toplum inşâ edebilmek ve toplumun dinamikleri olan eğitim, kültür, sağlık, yardımlaşma ve diğer sosyal müesseseleri kurabilmek ve bu müesseseleri ayakta tutabilmek için mâlî yönden güçlü olmalıdır. Müslüman, Peygamber Zîşân’ın “Allah’tan yardım dile, âcizliğe düşme.”3 şeklindeki tavsiyesine uyarak yılmamalı, bunalmamalı, sarsılmamalı, acze düşmemelidir. Müslüman vakarlı, izzetli, kendine has İslâmî kişilik sâhibi olarak medeniyet yarışında üstlendiği rolü en iyi şekilde oynamalıdır. Sonsuz kuvvet ve kudret sâhibi Allâh’a îmân eden Müslüman yalnız O’na güvenmeli, O’na dayanmalı, kendisini “âciz, zayıf, biçâre”olarak görmemelidir. O, aczini ve çâresizliğini sâdece Rabbine açmalı, O’nun abd-i âcizi olarak sâdece O’na yalvarıp yakarmalıdır. Kendisini din kardeşlerine hiçbir zaman “Âciz kardeşiniz” diye takdîm etmemelidir. Zîrâ o, Allâh’ın yardımıyla aslâ âciz kalmaz, yenilgisi ve çâresizliği durumunda yalnız Allâh’a yönelir. Ayrıca, Kur’ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmamak şartıyla olaylar karşısındaki haklı ve seviyeli tepkisini sürekli olarak ortaya koyar. Konuşmak gibi bâzen susmak da bir tepkidir. Susmak her zaman aczin işâreti değildir. Yerinde sükût etmek bâzen muhâtaba en güzel cevap olmaktadır. Âcizlik; îmânın temel ilkeleri, Kur’ân’ın ana prensipleri ve Müslümanın mânevî değerleri çiğnenirken maddî ve nefsî hesaplar yaparak pasif ve tepkisiz kalmak, dâvâya ve dâvâ adamlarına sâhip çıkmamak, coğrafyanın değişik bölgelerinde İslâm’ı yaşama ve yaşatma mücâdelesi veren îman kardeşlerimize el uzatamamaktır. 2- Tembellik Gerçek Müslüman çalışkandır, çalışkan olmak zorundadır. O sâdece dünyâsı için değil, hem dîni hem dünyâsı için çalışan insandır. Müslüman, sâhip olduğu îmânı ve ihlâsı sebebiyle hiçbir zaman karamsar ve kötümser olmaz. Allah rızâsına nâil olma arzusu ve ebedî hayâtı kazanma duygusu onun azmini kamçılar, onu motive eder. “Mü’min, cennete kavuşuncaya kadar kesinlikle hayır işlemeye doymaz.”4 Âilesine helâl rızık götürmek için ibâdet niyetiyle çalışan Müslüman, zamânının bir kısmını da îman dâvâsının yayılması ve neslinin geleceğinin inşâsı için çalışmaya ayırmalıdır. Neslinin kimlik bunalımı yaşamaması ve globalleşen dünyâda gençliğin dejenere olmaması için sorumluluk üstlenmeli, alın terini hak dâvâ yolunda dökmelidir. Allâh’ın yardımını bekleyen Müslüman, bu yardıma lâyık olabilmek için bütün imkânlarıyla Allâh’ın dînine yardım edecektir. “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız en üstün sizsiniz.”5 hitâbının muhâtabı olan mü’minler, îman nimetine sâhip olmanın verdiği bahtiyarlıkla hedefe doğru koşar adımlarla yürümeli, ümitsiz ve karamsar olmamalı, çalışmalı, çalışmalı ve çalışmalıdırlar. 3- Korkaklık Hak dâvâ yolunda yürürken en büyük dezavantaj olan korkaklık, fizikî veya psikolojik eksiklikten kaynaklanan, mutlakâ tedâvi edilmesi gereken bir hastalıktır. Kur’ân’ın Allah korkusu üzerinde önemle durması, yüzlerce âyet-i kerîmede Allah korkusunu aşılaması son derece dikkat çekicidir. Kur’ân Allah korkusuna alternatif olacak başka bir korkuyu kabûl etmemektedir. “Kınayanların kınamalarından korkmama” Müslümanın en belli başlı özelliklerinden biridir. Sâdece Allah’tan korkması emredilen ve yardımcısının Allah olduğuna inanan mü’min cesur, atılgan ve korkusuzdur. İslâm düşmanlarının hücum ve saldırıları mü’minin azmini bileylemekte, gayretini artırmaktadır. Korku deryâsında can simidi ve korku hastalığının en etkili ilacı “tevekkül”dür. Yâni yalnız Allâh’a güvenme ve sâdece O’na dayanma inancıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberler arasında özellikle Peygamberimiz (sav) ve Hz. İbrâhîm (as) “Üsve-i Hasene”(en güzel örnek) diye takdîm edilmektir.6 Hz İbrâhîm (as) , Nemrud tarafından mancınıkla ateşe atılırken kendisine Cebrâil (as) gelmiş: “Bir arzun, bir ihtiyâcın var mı?”diye sormuştu. Hz. İbrâhîm (as) ona hitâben: “Sana ihtiyâcım yok. Ama ben Rabbime muhtâcım. Bana Allah yeter. O ne güzel vekildir. O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır.” demişti.7 Kutlu Hicret yolculuğunun ilk durağı olan Sevr Dağı’nda, müşriklerin mağaranın ağzına kadar geldiklerini gören Hz. Ebubekir (ra) endişenmiş, bunun üzerine Peygamberimiz (sav): “Üzülme! Allah bizimle berâberdir.”8 dememiş miydi? İşte izini tâkîb etmemiz gereken önderimiz! Hak yolda yürüdüğümüz müddetçe Allâh’ın bizimle berâber olacağını, Allah dilemedikçe hiçbir kimsenin bize zarar veremeyeceğini düşünerek korkmadan çekinmeden aydınlık günlere doğru yürümeliyiz. 4- Cimrilik Efendimiz’in (sav) Müslümana kesinlikle uygun görmediği mânevî hastalıklardan biri cimriliktir. Canını Allah yoluna adayan mü’minin malında cimrilik yapması mümkün değildir. Kur’ân tercümânı, değerli ilim erbâbı ve seçkin sahabi Abdullah b. Abbas (ra): “Rasûlullah insanların en cömertiydi. Ramazan’da ise son derece cömert idi. Yağmur getiren rüzgârlardan daha cömert idi.”9 ifâdesiyle bu konuda Efendimiz’in sâdece uyarılarla yetinmediğini dile getirmektedir. Allah yolunda infâkı emreden, Allâh’ın Kitâbı’nı en güzel şekilde uygulayan Rasûl-i Ekrem (sav) yüzlerce tavsiyesiyle ashâbın gönlüne Allah yolunda infâkı aşılamıştı. Sahabe, gerek yardımlaşma ve kardeşlik konusunda gerekse cihâda maddî mânevî destek verme noktasında mallarının bir kısmını Allah yoluna vakfetmede birbirleriyle yarışıyorlardı. Genç sahabi Cabir b. Abdillah (ra): “Mal-mülk sâhibi olup da arkasında vakıf bırakmamış Mekkeli veya Medîneli bir Müslüman bilmiyorum.”10 derken ashâb-ı kirâmın bu konuya verdikleri öneme işâret etmektedir. “Kulların sabahladığı hiçbir gün yoktur ki yeryüzüne iki melek inmesin. Bu iki melekten biri: Allâh’ım, malını Allah yolunda harcayana Sen fazlasıyla ver, diye duâ eder. Diğer melek ise: Allâh’ım! Cimrinin malını telef et, diye bedduâ eder.”11 Âciz ve Korkak Olmamalıyız! Günümüz coğrafyasında oluk oluk mü’min kanı akarken, dünyânın çeşitli bölgelerinde din kardeşlerimiz çile ve ızdırap içinde iken Müslümanın kılı bile kıpırdamıyorsa… Müslüman elinde maddî–mânevî pek çok imkân olduğu halde bunları İslâm’ın emrinde kullanmayıp “Ben ne yapabilirim ki?!”diyorsa.. Mü’min kardeşlerinin yardımına koşmuyorsa acze düşmüş demektir. İslâm dâvâsını savunurken sâdece yaptıklarından değil, yapma kâbiliyeti ve kudreti bulunduğu halde yapmadıklarından da sorumlu olduğunun şuurunu taşıyarak çok çalışması gereken Müslümanın İslâmî çalışmalardan uzak durması, kendisinden beklenen gayreti ortaya koymaması İslâmî şuurda zâfiyet alâmetidir. Her konuşmasına “Allah’tan korkun!” diye başlayan son Peygamberin ümmeti, Allah korkusu yerine basit, geçici ve yersiz dünyevî korkulara kapılmamalı; îmânını, ihlâsını ve ilmini takviye edici çalışmalara yönelmeli; dünyâdan çok âhirete yatırım yapan ve târihin şeref levhalarında yerini almış olan İslâm büyüklerinin, cefâkâr Müslümanların ve özellikle altın nesil sahabe-i kirâmın sergiledikleri hizmet ve fedâkârlık örneklerini iyi okumalı ve hayâtına yansıtmalıdır. Yard. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay Dipnotlar: 1 Buharî: Deavât 38; Müslim: Zikr 49; Ebu Davud: Vitr 32; Tirmizî: Deavât 70; Nesaî: İstiaze 6. 2 Müslim: Kader 34; İbn Mace: Mukaddime 10, Zühd 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/366. 3 a.g.e 4 Tirmizî: İlim 19. 5 Al-i İmrân, 139. 6 bkz. Ahzab, 21.: Mümtehine, 4. 7 İbn Kesir, Tefsir, Enbiya, 69. 8 Tevbe, 40. 9 Buharî: Be’dul-Vahy 5,6, Savm 7, Menakıb 23, Bed’ul-Halk 6, Fezailü’l-Kur’ân 7, Edeb 39; Müslim: Fezail 48; Tirmizî Cihad 15; Nesaî: Sıyam 2; İbn Mace: Cihad 9. 10 bkz. İbn Kudame, Muğnî, 4. 11 Buharî: Zekât 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/306.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak