Ara

İçimizdeki Düşmandan Yaradan’a Sığınma

İçimizdeki Düşmandan Yaradan’a Sığınma

‘Allâh’ım! Nefislerimizin şerrinden sana sığınıyoruz’1

İnsanı maddî ve mânevî yönden hedef alan birçok tehdit vardır. Yaratılış itibâriyle zayıf olan insan, bu tehditlerin oluşturduğu tehlikeler karşısında kendisini koruyacak bir güce sığınma ihtiyâcı duyar. Ancak kimi tehlikeler insanın dışında/gayrısında varlığını sürdürürken kimileriyse kendisi kadar yakındır. İşte kişiye kendisi kadar yakın olan tehlikelerin başında hiç şüphesiz nefsi gelmektedir. Nefis, arzularına ulaşabilmek adına sâhibini en tehlikeli yollara sokmaktan çekinmeyecek kadar hevâ peşindedir. Gerçekleştireceği eylemin sonucunun kendisi açısından ne ifâde edeceğini hesâb etmeden, tüm varlığıyla ve her yolu mubah sayarak arzusu peşinde koşmaktadır. Bunun için hayatlarını nefs ile mücâhedeye adamış olan sûfiler; ‘Yarabbi ihsân eyle, nefsimden (nefsimin tehlikelerinden) halâs eyle’ şeklindeki duâları sık sık dile getirmişlerdir.

NEFİS NEDİR VE NEDEN TEHLİKELİDİR?

Sözlükte ‘ruh, can, hayat, hayâtın ilkesi, nefes, varlık, zât, insan, kişi, hevâ ve heves, kan, beden, bedenden kaynaklanan süflî arzular’ gibi mânalara gelmektedir.2 İnsanı ilâhî hitâba muhatab kılarak onun sorumlu tutulmasına sebep olan nefse kötülüğü emretme (Yûsuf 12/53), nefsi ve yaptığı kötülükleri kınama (el-Kıyâmet 75/2), daha ileri bir aşamada huzûra erme (el-Fecr 89/27) gibi birbirinden farklı görevler yüklenmiştir.3 Nefis tektir ama mertebe bakımından farklılık arz etmektedir. Tezkiye olmamış yâni aşağı mertebede olan bir nefis devamlı kötülüğü ve isyânı arzular. Bu ise, yaptığı her eylemden Allah (cc) katında sorumlu olan insan için bir tehlikedir. Bu tehlikenin ciddiyetini Peygamberimiz (sav); ‘Allâh’ım! Nefislerimizin şerrinden sana sığınıyoruz’4 şeklindeki duâsıyla işâret etmiştir. Aynı zamanda bu duâdan, nefsin çeşit çeşit hile ve entrikalarına karşı korunabilmemiz için Allâh’a (cc) sığınmamız gerektiğini anlamamız mümkündür. Bir başka açıdan, nefsin aldatmacaları tek başımıza karşı koyamayacağımız türden olduğu için ancak Allâh’a (cc) sığınmakla korunabilmek mümkün olabilir. 

Nefis kendini beğenir, kendine tapar, kendine hayrandır, bencildir, şımarıktır, kibirlidir. Topraktan yaratılmış olduğundan zayıf, çamurdan olması sebebiyle cimri, balçıktan olduğu için şehvetli, pişmiş topraktan olduğu için de câhildir. Zaaf, cimrilik, şehvet ve cehâlet onun esas özellikleridir.5 İnsan iki şeyden meydana gelmiştir: Ruh ve nefis. Ruh âlîdir, yücedir. Nefis ise süflîdir, alçaktır. Rûhun ahlâkı dâimâ aslı gibi kudsîdir, nûranîdir. Nefsin ahlâkı da zulmânîdir. Kendisinde rûhaniyyet gâlip olanlarda ahlâk-ı hasene (güzel ahlâk) gâliptir. Nefsâniyyet gâlip olanlarda ise ahlâk-ı seyyie (kötü ahlâk) gâlip olur.6 

Nefis, kişinin yaptığı az sâlih ameli çok göstermek, çok günahı az göstermekle tehlike arz eder. Allâh’ın (cc) haramlarını çiğnetme noktasında nefsin tuzakları çoktur. Nefsin hevâ ve heveslerine dur denilmediği sürece nefis sınır tanımadan ısrarla arzularının ardından gider. Nefsin hevâ ve hevesine göre hayâtın şekillendirilmesi, kişi için dünyâda ve âhirette olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Peygamberimiz’in (sav) ümmeti hakkındaki kaygısı, nefsin kötü arzularına uymaları konusundadır. ‘Ümmetim için en korktuğum şey, hevâya (nefsin kötü arzularına) uymak ve uzun emeldir. Hevâya uymak onları Hakk’tan alıkor; uzun emel de âhireti unutturur.’7 Kötülük sebebi olması bakımından şeytânın işbirlikçisi sayılan nefis insanın içindeki en büyük düşman olması hasebiyle, ‘Allâh’ım! Bir an bile beni nefsimle başbaşa bırakma!’ diye duâ edilir.8 Bu açıdan nefsini tezkiye etmek (temizlemek) için gayret göstermek her Müslümanın en önemli vazîfelerindendir. Nefsin ıslâhı için mücâdele etmenin önemine vurgu yapması açısından İbn Atâ’nın (ks) (v.309/922) şu sözü çok anlamlıdır: ‘Nefis kötü edeb üzere yaratılmıştır. Kul ise onu edebe bağlı tutmakla görevlidir. Nefis, tabiatı îcâbı hep muhalefet meydanında (haramlarda) koşar. Kul ise cehd ve gayretiyle onu bu kötü hallerden çekmeye uğraşır. Kim nefsinin ipini serbest bırakırsa, yaptığı kötü işlerde ve helâk olmasında ona ortak olmuş olur.’9 Allâh’a (cc) sığınma duygusuyla girişilen mücâdele, nefsin mertebe mertebe temizlenmesine vesîle olacaktır. 

TASAVVUFTA NEFS KAVRAMI VE SÛFİLERİN NEFİSLE OLAN MÜCÂHEDELERİ

Tasavvufta nefis denilince şerrin ve günâhın kaynağı olan, ‘kötü huy ve süflî arzuların tamâmı’ anlamına gelen ve kötülüğü emreden nefis anlaşılır. Ancak ne kadar kötü olursa olsun, nefsi ıslah ve terbiye edip disiplin altına almak ve eğitilmiş nefisten âhiret amelleri için yararlanmak mümkündür. Tasavvufta nefis terbiyesi şiddetli mücâhede ve meşakkatli riyâzât hayâtıyla gerçekleştirilir. Bunun için nefsin arzularına uymamak, ondan gelebilecek tehlikelere karşı dikkatli ve uyanık olmak gerektiği sık sık vurgulanır. Nefsin gazap ve şehvet niteliğinden kaynaklanan olumsuzlukları kökten kazımanın ne mümkün ne de doğru olduğunu söyleyen Gazâlî, onun aklın ve vahyin denetim ve gözetimi altında tutulması gerektiğini belirtir.10 

Öte yandan usûlüne uygun bir eğitimle terbiye edilen nefsin mertebe mertebe ilerlemesi söz konusudur. Genel kabûle göre, nefsin yedi mertebesinin (etvâr-ı seb’a) olduğu ifâde edilir. Bu mertebelerden kısaca şöyle bahsetmemiz mümkündür: 

Nefs-i emmâre: Sürekli kötülüğü yaptırmaya çalışan nefistir. İşlediği günahlardan pişmanlık duymaz hattâ zevk bile aldığı olur. ‘Çünkü nefis, kötülüğü şiddetle emreder.’11 âyeti nefsin bu mertebesine işâret eder. Nefs-i emmâre hakkında Cüneyd-i Bağdadî (ks) (v.298/910) şöyle demiştir: ‘Nefs-i emmâre kulu helâke çağıran, (şeytan ve dünyâ) düşmanlarına yardım eden, hevâsına uyan ve her çeşit kötülükleri yapmaya hazır olan nefistir.’12

Nefs-i levvâme: İşlediği günahlardan dolayı zaman zaman pişmanlık duyan nefistir. Bu pişmanlık, o günâhı işlediğinden dolayı kendi kendini kınama durumunun ortaya çıkmasına vesîle olur ve kişi tevbeye meyleder. Adını ‘Levvâme nefse andolsun.’13 âyetinden alır.

Nefs-i mülhime: İlham almaya başlayan, doğruyu yanlıştan ayırabilme melekesine sâhip, kötü arzulara karşı kısmen direnme gücü elde etmiş olan nefistir. Bu mertebe; melek, şeytan ve cinlerden birçok ilhâmın geldiği mertebedir. İlhamların kimden geldiğinin ayırt edilememesi durumu ayak kaymalarına sebep olabilir. Bu açıdan kişi kendi gayreti ile bu mertebeye gelebilir ancak bu mertebeden ileriye gidebilmesi için mutlaka bir mürşid-i kâmile ihtiyaç vardır.14Adını ‘Andolsun nefse isyânını ve itaatini ilhâm edene’ âyetinden alır.

Nefs-i mutmeinne: Kötü ve çirkin ahlâktan kurtulup, güzel ahlâka bürünmüş nefistir. Bu mertebede nefis ibâdetlerden lezzet alır. Bir namaz vakti çıkınca bir sonraki vakti hasretle bekleme durumunda olur. Kur’an’da ilâhî hitâba mazhar olmuş bir nefistir. ‘Ey itminâna ermiş, itaatkâr nefis!’15

Nefs-i râziye: Allah’tan (cc) gelen herşeyi tereddütsüz kabûl eden, hâlinden hiçbir koşulda şikâyetçi olmayan nefistir. ‘Dön Rabb’ına sen O’ndan râzı olarak’16 âyeti bu nefis mertebesine işârettir. Hakk Teâlâ’ya kayıtsız ve şartsız teslim olmuş bir şekilde kulluğunu devâm ettirmesi söz konusudur. Yûnus Emre’nin (ks): ‘Hoştur bana senden gelen/Ya hilat-ü yahut kefen/Ya tâze gül yahut diken/ Kahrın da hoş lütfun da hoş.’ şiirindeki ifâdeler bu nefis mertebesini elde etmiş kulların dile getirebileceği hakîkatler olsa gerektir.

Nefs-i marziyye: Allah (cc) ile kul arasında rızânın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah’tan (cc), Allâh’ın (cc) da kuldan râzı olduğu nefis mertebesidir. ‘Rabb’ın da senden râzı olarak’ âyeti bu makâma işârettir.

Nefs-i kâmile: Bu makamda sâlik, bütün mârifet makamlarını kazanarak irşad mevkiine yükselir. Bu makam vehbîdir.17 

Sûfiler nefs-i emmâreden nefs-i kâmile mertebesine ulaşmanın yolunun mücâhede ve riyâzâttan geçtiğini ileri sürmüşlerdir. Çünkü mücâhede ve riyâzât, nefiste bulunan kötü sıfatlardan arınma yoludur. Mücâhede konusunda Allah (cc) şöyle buyurmuştur: ‘Bizim uğrumuzda (bize ulaşmak için) mücâhede edenleri, hiç şüphesiz Biz, bize getiren yollara ulaştıracağız. Muhakkak Allah, iyilik sâhipleriyle berâberdir.’18 Ariflerin Sultânı Bâyezid-i Bistâmî (ks) (v.261/875) kendi mücâhede deneyimini şöyle anlatır: On iki sene nefsimin başında demircilik yaptım (yâni onu yumuşatmak, pasını gidermek ve kötü sıfatlarını temizlemek için mücâhede ettim). Beş yıl kalbimin aynasını parlatmak için uğraştım. Bir yıl nefsimle kalbimin arasına girip hallerini gözetledim. Bir de baktım ki belimde bir zünnar gözüküyor. (Bende tevhîde ters sıfatlar var). On iki sene onu kesip temizlemek için çalış­tım. Sonra tekrar baktım; bu defa iç âlemimde bir zünnar (tevhîde ters sıfatlar) gördüm. Beş sene onu kesip temizlemekle uğraştım. Onu na­sıl kesip atacağıma baktım; bana bunun yolu açıldı. Sonra halka bak­tım, hepsini ölü (hükmünde) gördüm ve üzerlerine dört tekbir getirerek cenâze namazlarını kıldım (halka âit bütün düşünce, sevgi, korku ve beklentileri kalbimden silip attım).’19 

SONUÇ OLARAK 

İnsan hangi tehlikeyle karşılaşırsa karşılaşsın Allâh’ın yardımı olmadan onun üstesinden gelmesi mümkün değildir. Nefsin ve şeytânın her türlü tuzaklarına karşı Yaradan’a sığınmalıdır. Ancak bu sığınmayla berâber kişi, üzerine düşen mücâhede ve riyâzât çalışmalarını yerine getirmekten uzak kalmamalıdır. Nefse karşı her zaman teyakkuz hâlinde olmak gerekmektedir. Nefisle girilen mücâdelede başarılı olabilmek için nefsin hile ve tuzaklarını iyi bilmek gerekir. Bir kısım sûfilere göre nefis hangi mertebede olursa olsun nefse asla güven olmaz. Nefsi tezkiye ederken tâkip edilmesi gereken usûlü, daha önceden nefsini tezkiye etmiş bir mürşidden öğrenmek kişiyi kısa yoldan başarıya ulaştıracaktır.

Dipnotlar:

1 İbn Mâce, Nikâh, 19; Nesâî, Cum.a, 24.

2 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât “nfs” md.; Lisânü’l-Arab, “nfs” md.

3 Süleyman Uludağ, ‘Nefis’, DİA, İstanbul 2006, c.XXXII, s.247.

4 İbn Mâce, Nikâh, 19; Nesâî, Cuma, 24.

5 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kutu’l-Kulûb, Kahire 1961, I, 176.

6 Yahyalılı H. Hasan (Dinç) Efendi (k.s), Sohbetler 2, Mavi Yay. İstanbul 2013, s. 56.

7 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, H. No: 161.

8 Muhâsibî, er-Riâye, nşr. Abdülhalîm Mahmûd , AbdülkadirAhmed Atâ, Kahire 1390/1970, s.384-385.

9 İmam Kuşeyri, er-Risale, , trc. Dilaver Selvi, Kuşeyri Risalesi, Semerkand Yay., İstanbul 2011, s. 329.

10 Süleyman Uludağ, ‘Nefis’, DİA, İstanbul 2006, c.XXXII, s.247.

11 Yusuf, 12/53.

12 Kuşeyrî, er-Risale, s.330.

13 Kıyâme, 75/2.

14 H. Kamil Yılmaz, Üç yüz Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yay., İstanbul 2014, s. 308. 

15 Fecr, 89/27.

16 Fecr, 89/28.

17 Yılmaz, a.g.e., s. 309.

18 Ankebût, 29/69.

19 Kuşeyri, er-Risale, s.252.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak