Ara

Fatih'in Saklı Hazineleri...

Fatih'in Saklı Hazineleri...

Fatih, Çarşamba semtindeyiz. Târihî İsmail Ağa Câmii’nin yanı başından, Fener istikâmetine uzanan bir sokak bulunur. Bu, İsmailağa Sokağı’dır. Sokağa girip yaklaşık yüz metre yürüdüğümüzde mûnis binâların arasından yükselen ve “Kırmızı Mektep” olarak da bilinen Fener Rum Lisesi’ni görürüz. Pek çok İstanbullu bu yapıyı bir yanlış olarak Patrikhâne zanneder. Oysa Fener Patrikhânesi daha aşağılarda, sâhile yakın bir konumdadır. Biraz daha yürüdüğümüzde, bu kırmızı tuğladan örülü devâsâ binânın önündeki mütevâzı Mesnevîhâne Câmii’ni fark ederiz. Mâbede varmadan hemen sol tarafta Tevkii Cafer Câmii bulunur. Bunun karşısında, sokağın sağ tarafında ise İsmet Efendi Tekke-Câmii yer alır. Bu üç yapı birbiriyle cephelidir. Sokakların birleştiği noktada şirin bir meydan vardır. Her mâbed iki sokağın kesiştiği köşede konumlanmış vaziyettedir. Tâbir yerindeyse burada bütün sokaklar bir mescide çıkar. Bu hâliyle İstanbul'un kültür hayâtında müstesnâ bir yeri vardır semtin.

Risâle-i Kudsiyye'nin Müellifiydi...

İsmet Efendi Tekke-Câmii; tekke, dergâh ve mescid olarak 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde inşâ edilmiştir. Yapı bir avlu içindedir. Câmi kare formlu kâgir bir binâdır. Yarım kubbesi üstü kiremitle kaplıdır. Burası vaktiyle daha ziyâde Tekke olarak hizmette bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra uzun yıllar faaliyet dışı kalmıştır. Daha sonra semt sâkinlerinin katkılarıyla 1960’lı yıllarda yenilenmiştir. Tekke’nin bânîi tarîk-i Nakşibendiyye’den Mustafa İsmet Efendi’dir. 1808 yılında Yanya’da doğan İsmet Efendi, Hâlid el-Bağdâdî’nin halîfelerindendir. Rivâyetlere göre Muhibbânı arasında Sultan Abdülmecid Han da vardır. Ömer Faruk Deliktaş'ın verdiği bilgilere göre İsmet Efendi'nin “Risâle-i Kudsiyye” isimli eseri Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi tarafından şerh ve izah edilerek yayına hazırlanmıştır. Kimi rivâyetlere göre eserin orijinali Galata Mevlevîhânesi’ndedir. Yapı restorasyon aşamasındadır. Hazîresinde 1872 yılında vefât eden bânî İsmet Efendi ve diğer tarîkat müntesiplerine âit kabirler bulunur. Mezar taşları gâyet iyi korunmuştur.

Minâresinin Kâidesi Dışında Başka İz Kalmayan Câmi...

Tevkii Cafer Câmii, Nişancı Cafer Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Eski Nişancı Câmii veya Cafer Çelebi Câmii olarak da bilinir. Bânî 1515 târihinde vefât ettiğine göre câmi bu târihten önce yapılmış olmalıdır. Giriş kapısı üzerindeki kitâbeden Sultan Abdülmecid Han tarafından tâmir ettirildiği anlaşılmaktadır. Yine câmi önünde yer alan 2000 târihli yeni bir kitâbeye göre câmi bu tâmirden epey sonraları yanmış ve uzun bir müddet harap vaziyette kalmıştır. Minârenin kâidesi dışında başka iz kalmayan yapı 1980 yılında vakıflar idâresi ve İsmailağa Câmii Derneği tarafından kare planlı olarak yeniden inşâ edilmiştir. Bânînin kabri câmi hazîresindedir. Hazîrede pek çok mezar taşı bulunur. Lâkin vaziyetleri pek iç açıcı görünmüyor. Hazîrenin bir an evvel elden geçirilmesi gerektiğini ifâde etmeliyiz.

Minâre Âleminde Mevlevî Sikkesi Bulunan Câmi…

Tevkii Cafer Ağa Câmii’nden çıkıp Mesnevîhâne Câmii önüne vâsıl oluyoruz.

Mâbed, Dârülmesnevî Tekkesi ve Şeyh Mehmed Murad Efendi Câmii olarak da bilinir. Cümle kapısı üzerinde Ali Haydar Bey’in ta’lik hattı ile iki satır hâlinde yazılmış bir kitâbe bulunur. Burada: “Hâzâ dâr-ı tedris’el-Mesnevî lî Hazreti Mevlânâ Celâleddîn el-Rûmî kaddese sırrahüs’s-Sâmi” yazılıdır. Mekân, "Mesnevîhân-ı Şehir" diye de tanınan ve devrinin önde gelen Mesnevîhanlarından biri olan Şeyh Hâfız Mehmed Murad Efendi tarafından 1845 senesinde Mesnevîhâne Tekkesi olarak yaptırılmıştır. Zamanla yapılan ilâvelerle Tekke Külliyesi hâlini almıştır. Murad Efendi'nin bâzıları şerh olmak üzere Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere pek çok eseri vardır. Külliye’nin mescid, türbe, su haznesi, çeşme ve şadırvan dışındaki bölümleri zamânımıza ulaşmamıştır. Dikdörtgen planlı kâgir duvarla ahşap çatılı mescidin tavanı ve Mevlevî sikkesi formunda alemi bulunan minâresi 1968'de tâmir görmüştür. Eserin bânîi su haznesine bitişik türbede medfundur. Minâre aleminde hilâl sembolü dışında farklı obje bulunan başka câmiler de vardır. Bunlardan biri de Eyüp Sultan'da, Feshâne karşısında yer alan Defterdar Nazlı Mahmud Çelebi Câmii’dir. Mimar Sinan eseri olan câmi minâresinin aleminde hokka ve kalem yer alır.

Müdâvimleri Arasında Ahmed Cevdet Paşa da Vardı...

Mesnevî her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de “Mesnevî” denildiği zaman akla Hz. Mevlânâ'nın mesnevîsi gelir. Eserin orijinal dili Farsça’dır. Mesnevî-i Mânevî, Mesnevî-i şerîf gibi isimlerle de anılır. Mesnevîyi bir topluluğa okuyan ve şerh eden kişilere de mesnevîhan deniyor. Bu anlamda ilk mesnevîhan, Hz. Mevlânâ'nın sözlerini yazıya geçiren Hüsameddin Çelebi’dir. Mesnevî ilk başlarda doğal olarak sâdece mevlevîhânelerde okutuldu. İlerleyen zamanlarda diğer tarîkat mensuplarının da Mesnevî icâzeti almasıyla halka genişledi. Câmilerde, medreselerde, konaklarda ve kimi cemiyetlerde Mesnevî okumalarının yapıldığı kaynaklarda yer alır. Evet, burası bir mesnevî dergâhıdır, lâkin Mevlevî dergâhı değildir. Zîrâ Mehmed Murad Hazretleri Nakşıbendî şeyhidir. Mesnevî okumalarını Nakşıbendîler arasında yaygınlaştırmak, tasavvufî ilimler ve Farsça öğrenimi yaptırmak maksadıyla dâru’l mesnevî’yi kurmuştur. Bu minvalde tekkeden pek çok insan yetişmiştir. Bunlardan biri de Ahmed Cevdet Paşa’dır.

İlk talebelerin icâzet töreninde devrin pâdişâhı Sultan Abdülmecid Han da bulunmuştur.

Tasavvufî Ekoller, Vaktiyle Bir Üniversitenin Farklı Fakülteleri Gibiydi

İstanbul'da benzer faaliyetlerde bulunan, Mesnevî okutulan başka tekkeler de vardır. Bu mekânlardan birisi de Eyüp Sultan'da yer alan Kâşgârî Dergâhı'dır. Türkistan'dan gelen ve bir Nakşibendî Şeyhi olan Abdullah Nidâyî Efendi, Kâşgârî Dergâhı'nda Mesnevî okumaları da yapmıştır. Lâkin buradaki Mesnevîhâne Tekkesi’nin yeri bir başkadır. İsmi ile müsemmâ olması bunun en açık delîli, minâresinin alemindeki Mevlevî sikkesi ise sembolü ve alâmetidir. Vaktiyle tasavvufî ekoller, bir üniversitenin farklı fakülteleri gibi faaliyetlerde bulunuyordu. Her birinin ayrı meziyeti vardı. Elbette bu bir zenginliktir. Hattâ bâzı şeyh efendiler icâzetini aldığı birden fazla tarîkat mensubuna rehberlik yapardı. Bu sebeple tarîkatlar kadîm zamanlardan beri bir gülistâna benzetilmiştir. Bu; kokusu, rengi ve neşvesi farklı güllerden müteşekkil bir gülistandır.

Balat'ta Merdivenlerden ve Kafelerden Başka Şeyler de Var

Ziyâretimizi tamamladıktan sonra yolumuza devâm ediyoruz. Mesnevîhâne’nin hemen sol tarafındaki sokağa giriyoruz. Arnavut parke taşı döşeli sokaklarda yürüyerek, kimi zaman merdivenleri sayarak Fener semtine doğru ilerliyoruz. Yol boyunca rengârenk boyanmış cumbalı ahşap evler bizi selâmlıyor. Bunların arasında özenle yenilenen binâlar olduğu gibi penceresinden soba borusu çıkan evler de vardır. Bir binâdan ötekine uzanan ip üzerinde kurumaya alınmış çamaşırlar ilginç görüntü oluşturuyor. Bunlar mahalle kültürünün doğallığının, yalınlığının zarif yansımaları. Daha aşağılara sâhile doğru indiğimizde antika, hediyelik eşyâ dükkânları, kafeler ve sanat galerileri ile karşılaşıyoruz. Fener'den Balat'a hattâ Ayvansaray'a kadar uzanan kuşakta da benzer yapılanma vardır. Zaman zaman bu küçük dükkânları biz de dolaşırız. Son yıllarda buraların hatırı sayılır müdâvimi oldu. Şehrin pek çok noktasından akın akın buraya gelip fotoğraf çeken insanlar var. Şehrin stresinden, koşuşturmasından uzaklaşmak ve biraz olsun nefes almak için insanlar arayış içerisinde. Sitelerde, apartmanlarda, aynı kapıdan girip aynı duvara yaslandığımız kapı komşumuzla selâmlaşmaya korkar hâle getirildik. Konforlu bir yaşam hayâl ederken maalesef insanlığımızdan olduk. Önce yok ediyor sonra da bulmaya çalışıyoruz. Bunlar da çelişkilerimiz.

Sezgilerimizin Sesine Kulak Vermeliyiz

Burada bir husûsun altını çizmekte yarar görüyoruz. Bedenlerimizin ihtiyaçları olduğu gibi ruhlarımızın da ihtiyaçları vardır. Ne acıdır ki biz bunun farkında bile değiliz. Belki de farkındayız lâkin bunu yine maddî bir takım etkinlikler ve arayışlarla doldurmaya çalışıyoruz. Beyoğlu, Çukurcuma; Kadırga, Kumkapı ve benzeri semtlerin ilgi odağı hâline gelmesinin, işte bu arayışların bir yansıması olduğunu düşünüyoruz. Balat'ta alışveriş dükkânları, kafeler ve merdivenlerden başka şeyler de var. Meselâ Ni'me'l-Ceyş'ten (Fethin Güzel Askerleri) Hacı Îsâ Câmii ve bânîinin kabri buradadır. Lâkin kimse arayıp sormaz. Az ötesinde Hamamî Muhyiddin Câmii bulunur. Muhyiddin Efendi, Fatih'in hamamcısı olarak da bilinir. Kabri câmi hazîresindedir. Bundan da pek çoğumuzun haberi yoktur. Bir Mîmar Sinan eseri olan 1563 târihli Ferruh Kethüda Câmii de semtte ziyâret edilmesi gereken mekânlardandır. Şâyet yolunuz düşecek olursa Leblebiciler Sokak’ta yer alan 140 yıllık Târihî Merkez Şekercisi’ne ve Cıfıt Antika’ya uğramanızı, sonrasında Ulubey Çay Ocağı’nda iskemleye oturarak iki bardak çay içmenizi tavsiye ederiz. Şâyet yemek yeme ihtiyâcınız olursa aynı sokakta yer alan Fetih İşkembecisi tam aradığınız yerdir. Bunları çoğaltmak elbette mümkündür. Bu sebeple semt ziyâretlerinde rotamızı belirlerken popüler yönlendirme araçlarının değil de gönlümüzün, sezgilerimizin sesine kulak vermek, yerinde bir tercîh olacaktır. Farklı iklimlere, ufuklara ancak böyle yelken açarak ulaşabiliriz...

Ocak 2020, sayfa no: 44-45-46-47

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak