Ara

Yüzyıl Müslümanlarının Bilim ile İmtihânı

Yaşadığımız yüzyıl her alanda insanlık için teknolojik ve bilimsel gelişmelerin son hızla ilerlediği bir dönemdir. Bu dönemde birbirini tâkip eden her yeni buluş ve bilimsel keşif sosyal hayâtımıza hız ve renk katmaktadır. Elde edilen bu kazanımlar yaşam kalitemizi arttırmakta, hayâtımızı daha kolay ve yaşanabilir bir hâle getirmektedir. Hızla birbirini tâkip eden bilimsel gelişmeler hem toplumsal hem de bireysel alanda kendini hissettirmektedir.

Yaşamımızda somut etkilerini gördüğümüz bütün bu gelişim ve değişim süreçleri düşünce boyutunda da kendini göstermektedir. Farklı bakış açıları ve değerlendirmeler, yeni düşünce akımlarını berâberinde getirmektedir. İnternetin bulunması ve internet üzerinde oluşturulan sosyal medya ağları da iletişimi son derece hızlı ve basit hâle dönüştürmekte, böylece dünyâ üzerinde oluşan bütün bu bilimsel düşünce akımları kendine yayılma alanı bulmaktadır.

Geçmiş yüzyıllarda Endülüs'ten Osmanlı'ya, Memlüklüler’den Selçuklu'ya kadar birçok imparatorluğa ev sâhipliği yapmış Müslüman toplumlar sâdece devletler kurmakla kalmamış, kurdukları medeniyetlerle hem kendi dönemlerindeki hem de kendinden sonra gelen toplumlara öncü ve rehber olma özelliği göstermişlerdir. Gösterdikleri adâletli yönetim gayrimüslim toplumlar için bile tercih sebebi olmuş, Bizanslı Grandük Notoras’ın “Başımızda kardinal külâhı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz.” sözü târih sayfalarına önemli bir kayıt ve kanıt olarak düşülmüştür.

İslâmî öğretinin Müslüman toplumlar üzerinde oluşturduğu hak ve adâlet duygusunun sonucu kurulan bu medeniyetler sâdece adâletli yönetimleriyle değil âdetâ birer kültür imparatorlukları hâline dönüşmeleri ile de etkinliklerini göstermişlerdir. Avrupa'da 800 yıl hüküm sürmüş Endülüs Devleti, döneminin ve kıta Avrupası’nın en önemli medeniyetlerindendi. Endülüs Devleti'nin yıkılmasıyla ortaya çıkan kültürel mîras Avrupa'da Rönesans hareketlerinin başlamasına sebep olmuştur. Mısır'da kurulan Memlük Devleti döneminde Kahire önemli bir ilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. Anadolu toprakları üzerinde yüzyıllar boyunca hâkimiyet kurmuş Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu Anadolu'da döneminin en parlak medeniyetlerini kurmuşlardır. Özellikle Osmanlı dönemi ve İstanbul'un fethi ile berâber devletten imparatorluğa geçiş süreci önemli bilim adamlarının İstanbul'a getirilmesini sağlamıştır. Böylece İstanbul Ortadoğu ve Avrupa'nın ilim ve kültür merkezi hâline dönüşmüştür.

Bütün bu târihsel dönemler ve medeniyetler incelendiğinde buluştukları ortak payda İslâm'ın ilme ve bilime verdiği önemdir. Bu ortak paydadan hareketle, Müslüman toplumlar ilmî çalışmaları yaparken İslâmî öğretinin gereğini gerçekleştirmek niyetiyle hareket etmişlerdir. Bu şuurla hareket eden Müslüman toplumlar, dönemlerinin yıldızı parlayan medeniyetlerine imzâ atmışlardır. Hem kendi toplumlarına hem de gayrimüslim toplumlara adâlet ve huzur getirmişlerdir.

Ancak bu Yüzyıl Müslümanlarının ilme, bilime ve keşiflere yönelik çalışmaları geçmiş dönemlerin çok uzağında kalmıştır. Bu durum gerek toplumsal gerek ferdî düzeyde olumsuz etkilerini hissettirmiştir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesi ile berâber başsız kalan Müslüman toplumlar değerlerinden uzaklaşmıştır. Eğitim ve kültürel anlamda âdetâ Batı toplumlarının işgâline uğrayan Müslüman toplumlar, kendi kimliğine yabancı bireylerin ortaya çıkmasına şâhit olmuşlardır. Bu kimlik kaybının meydana getirdiği kültürel erozyon, ilmî çalışmalar alanında da kendini göstermiş; üreten ve geliştiren Müslüman toplumlardan tüketen toplumlara geçişe sebep olmuştur. Bunun yanında Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren Batı dünyâsı, Haçlı zihniyetinin canlanması ile berâber İslâm âleminin üzerinde baskısını ve saldırılarını arttırmıştır. Dünyâ üzerindeki dengelerin gayrimüslim devletler lehine gelişmiş olmasının altındaki asıl sebep, Amerika ve Avrupa'daki devletlerin eğitime gerekli şekilde önem verip bilimsel çalışmalarını yoğunlaştırmış olmalarıdır. İslâm toplumlarının yapması gerekeni batı dünyâsı başarıyla gerçekleştirmiştir. Böylece dünyâdaki siyasetin de üstünlüğünü ele geçirip, bugünkü tablonun ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Müslüman toplumların ilmî çalışmalardan uzaklaşması onları hem ferdî hem de toplumsal seviyede zayıf düşürmüş, bunun bedelini işgâl ve saldırılara uğrayarak ödemişlerdir.

Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen, son yıllarda özellikle ülkemizdeki gelişmeler bizleri ümitli kılmaktadır. Eğitime yapılan yatırımlar ve çalışılan yeni metotlar, gelişen toplum yapısının sinyallerini vermektedir. Kişisel gelişimine önem veren bireylerin toplum içerisinde ön plana çıktığı görülmektedir. Geçmiş yılların ideolojik yaklaşımlarının yerini ilmî çalışmalara dayanan deneysel ve uygulamalı eğitimler almıştır. Toplumumuzda artış eğiliminde olan İslâmî farkındalık bu süreci daha da olumlu yönde etkilemiştir.

Geçmiş yüzyıllarda kurulan İslâmî medeniyetler göstermiştir ki, eğitim alanı ve bilimsel alanda yapılan sistematik ve disiplinli çalışmalar fertten topluma olumlu etkilerini hissettirmektedir. Mimar Sinan'dan El Biruni’ye, Ali Kuşçu’dan Hezarfen Ahmet Çelebi’ye kendi alanlarında ekol şahsiyetler yetişmiştir. Müslüman toplumların İslâmî değerlerini ölçü alarak hayatlarını dizayn etmeleri, âhiret kazanımlarının yanında dünyevî noktada da bilimsel alanda birçok kazanım elde edilmesini sağlamıştır.

Sonuç Olarak

Tüketen toplumdan üreten topluma, seyreden toplumdan keşfeden topluma dönüşüm süreci, ümmet olma bilincinin getirdiği birliktelik ile berâber özlenen ve hedeflenen geleceğe ulaşılmasını sağlayacaktır. Cüneyt Gencer (Aralık 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak