Ara

Ulvî Hedef

Ulvî Hedef

“Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah ve Rasûlü için hicret etmekse eline geçecek sevap Allah ve Rasûlü’ne hicret sevâbıdır. Kim de elde edeceği dünyâlık veya evleneceği bir kadına kavuşmak için hicret etmişse, onun hicreti niyet ettiği şeye göre değerlendirilir.”1

Hedef

Hedef, ulaşılmak istenen son noktadır. Hedef; plan ve programda, eylem ve uygulamada her an göz önünde bulundurulan asıl amaçtır. Niçin ve neden sorularının cevâbıdır.

Zaman zaman niyet ve gâye kelimeleriyle de ifâde edilen hedef, îman , amel ve ahlâk noktasındaki mânevî değerlendirme açısından son derece önemlidir. Dünyâ hayâtı ve sonrasının îman  gözüyle değerlendirilmesi söz konusu olduğunda gâye ve hedef ön plana geçer.

el-Hakîm (Sonsuz hikmet sâhibi) ism-i celîlinin tecellîsi olarak herşeyi yerli yerinde, ilâhî hikmetlere ve ulvî inceliklere bağlı olarak yaratan Yüce Rabbimiz, bu hayâtı boş yere ve anlamsız olarak yaratmamıştır. İnsanın yaradılışı ve yeniden dirilişi kesinlikle hikmetsiz ve gâyesiz değildir. “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülemeyeceğinizi mi zannediyorsunuz?”2

İnsan, dünyâya Allah tarafından yüce bir hikmet ve ulvî bir gâye ile gönderilmiştir. Bu, yaradılış gâyesidir. İnsanın dünyâya gönderilmesinin asıl hikmeti ve ana gâyesi: Yaradanı tanıyıp ona kulluk etmesidir. Cenâb-ı Hakk bu gâyeyi, şu şekilde beyân etmektedir: “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”3

Gafleti, bilgisizliği, benliği ve şuursuzluğu sebebiyle ölümden sonrasını düşünmeyen, yaptıklarının karşılığının verilmeyeceğini, başıboş bırakılacağını zanneden şuursuz insan Cenâb-ı Hakk tarafından uyarılmaktadır: “İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?”4

Genel anlamda iki çeşit hedeften söz edilebilir: I. Maddî Hedefler, II. Mânevî Hedefler.

I. Maddî Hedefler

Fizik âlemde yaşayan insanoğlunun gâyet tabii olarak birtakım geçici maddî hedefleri olacaktır. Müslüman, insan olması itibâriyle “Dünyâdan nasîbini unutma!”5 ilâhî uyarısına uyarak kısa vâdeli, geçici bâzı maddî, dünyevî ve fizikî hedefleri gerçekleştirmek için çalışacaktır. Günlük iş hayâtı, ticârî faaliyetler ve uygulanacak projeler için bâzı ara hedeflerin bulunması gâyet tabii, hattâ dünyâ hayâtı için gereklidir.

Sâliha bir hanım, geniş bir ev, rahat bir binek sâhibi olmanın, kişinin mutluluğuna vesîle olacağı hadîs-i şeriflerde bildirilmektedir. Bunlar özellikle gençlik çağındaki geçici maddî hedeflere örnek olarak verilebilir. Dünyâyı her yönüyle yaşanabilir bir dünyâ haline getirebilmek için ortaya konacak maddî ve fizikî anlamdaki her proje, ilk planda “maddî hedefler” arasında sayılabilir.

Her konuda “güçlü” olması istenen mü’min kulun; kendisi ve âilesi, yakınları, çevresi, mü’min kardeşleri ve insanlık için daha müreffef ve daha huzurlu bir hayat kurma ve bu hayâtı geliştirerek devâm ettirme yolunda fizik âlemde bâzı plan ve programları, proje ve hedefleri olmalıdır.

Kişiler gibi kurum ve teşkîlatların, cemiyet ve cemaatlerin de ana görevlerini yerine getirmelerine destek ve yardımcı olacak maddî bâzı hedefleri bulunmalıdır.

Niyetler samîmî, dilekler hayırlı, arzular lekesiz, temennîler gönülden olduğu müddetçe ana gâyeye destek amacıyla kullanılan bu geçici maddî hedefler, sonuçta yine ebedî âlemi kazanmaya vesîledir.

Kendini tamâmen ibâdete ve uhrevî hayâta vakfeden, maddî hiçbir hedefi bulunmayan Müslüman Allah nezdinde makbûl ve mûteber bir Müslüman olmayıp ruhbanlığı andıran bu çeşit düşünce tarzı da İslâmî kriterlere uygun, sağlıklı bir düşünce tarzı değildir.

Buna karşılık helâl-haram düşüncesini gözardı ederek sâdece maddî hedefler peşinde koşan, mânevî ve ahlâkî değerleri önemsemeyen kişinin anlayışı da Allâh’ın ihlâslı kullarına yaraşmayan çarpık bir anlayıştır. Dünyâ hayâtını sâdece maddeye odaklayan, âhiret hayâtını düşünmeyen insan, hayâtın ana hedefini kavrayamamış insandır.

II. Mânevî Hedefler

İnsanın–mübah ve câiz olan, haram olmayan-maddî hedefleri yanında mânevî, ahlâkî, insânî ve ulvî hedefleri de olmalıdır. Kul olduğunun bilincinde olan mü’min, ebedî âlemi kazanmak için gerekli sermâyeyi hazırlamaya çalışır. Her dakîkasını âhiret sermâyesini hazırlamak için kullanır. Onun madde planındaki her iş ve davranışı bile, asıl hedefinin âhirete yönelik olması sebebiyle mânevî anlam taşır.

Mü’min kul, büyük bir fedâkârlık ve ihlâsla, Allah rızâsı için yaptığı halka hizmeti “Hakk’a hizmet” olarak nitelendirir. İlim, sanat ve medeniyet alanında mîras bırakacağı eserlere göz nûru dökerken diploma, sertifika, akademik kariyer, şan ve şöhret gibi basit amaçları hedefleyerek değil, “İlâhî rızâ” gibi ulvî bir gâyeyi hedefleyerek çalışır.

Nâfile ibâdetlerle Rabbimize daha yakın olma, sâhip olduğumuz inancı bir adım daha ileriye götürme, yeni bir kişinin daha bu inançla yaşamasına çalışma, bizim dışımızdaki diğer inanç mensuplarından ve inançsızlardan her yönden daha güçlü, daha üstün ve daha ileri olma arzusu vazgeçilmez mânevî hedeflerimiz arasında yer alır.

Çevresinde mânen hasta olan insanları görüp de onların kurtuluşuna vesîle olacak, dertlerine dermân olacak alternatif çözümler bildiği halde hasta kardeşlerine yardımcı olmayan, egosunu ve zevklerini tatmin etmekden başka hiçbir şey düşünmeyen, sâdece “Nefsî! Nefsî! diyen insan mânevî hedefi olmayan insandır.

Kendini toplumun mânen yeniden yapılandırılmasına, mânevî ve ahlâkî değerlerin yeniden inşâsına adayan -başta peygamberler olmak üzere- Allâh’ın sıddîk ve sâlih kulları, gönül erbâbı ve müttakî ilim adamları; mânevî hedefi ön plana alan, bu sebeple kıyâmete kadar isimleri rahmet, minnet ve takdirle anılacak en değerli insanlardır.

Hedefsizlik Hastalığı

Günümüz insanının en önemli hastalıklarından biri, kendisi, çevresi ve insanlık için ciddî anlamda maddî veya mânevî bir hedefinin bulunmamasıdır. Böyle bir kişi, rüzgâra kapılan rotasız gemi gibidir. Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardımcı olamaz. Hedefi olmayan kişi, direksiyon hâkimiyetini kaybeden şoför gibidir; nereye vuracağı ve nerede duracağı belli olmaz.

Hedefsizlik hastalığı bilgisizlik, irâdesizlik, tembellik ve şuursuzluğun sonucudur. İdeal düşüncelerden yoksun, ulvî gâyelerden uzak olan insan gününü gün edip, kendisini basit dünyevî zevklerle tatmin edip, sonuçta ise târih sayfaları arasında bir toz gibi kaybolup gider.

Siyonistler, misyonerler, yerli ve yabancı İslâm düşmanları gençliği dejenere edecek, mânen çürütecek uzun vâdeli, kalıcı planlı, programlı ve sistemli yıkıcı çalışmalar yaparlarken; Müslüman gencin şahsına, âilesine, ülkesine, İslâm dünyâsına yönelik olarak anlamlı, ciddî ve ulvî hedeflerinin olmaması çok üzücüdür. Hedefi on ikiden vurmakla görevli olanların hedef tahtasını görmezden gelmeleri çok acıdır.

Cesur, atılgan, dürüst ve gönlü pırlanta gibi tertemiz gencimiz spor, sanat, romantizm, internet ve müziğe ayırdığı saatler kadar ilim ve düşünce dünyâsına zaman ayırsa, “ Allâh’ın kulu” olmanın anlamı üzerinde tefekkür etse; yakın, orta ve uzun vâdedeki hedeflerini belirlese; kendisi de âilesi de, içinde yaşadığı toplum da ondan faydalanacak ve netîcede dünyâ ve âhiret saadetine erişecektir.

Ulvî Hedef: Allah Rızâsı

Müslümanın hayâtında gâyesizlik, amaçsızlık ve hedefsizlik söz konusu olamaz. Gâyesiz, hedefsiz, idealsiz ve amaçsız Müslüman düşünülemez.

Müslümanın hayâtında düşük, seviyesiz, süflî hiçbir şey yoktur. Müslümanın inanç ve eylemleri, ibâdet ve tâatleri, duygu ve düşünceleri ulvî olduğu gibi; hedef ve gâyesi de ulvîdir.

Müslümanın hayâlleri ve rüyâları bile temizdir. Müslümanın ana hedefi Allah rızâsını kazanmaktır. Yâni yapılacak herşeyin Allâh’ın emrine uygun olarak ve sâdece Allah için yapılmasıdır. Ona yapılacak en güzel duâ “Allah senden râzı olsun” duâsıdır. Onun bütün ibâdet ve tâatlerine, söz ve davranışlarına, inanç ve düşüncelerine, hattâ sevgi ve nefretine hâkim olan temel espri: Allah rızâsıdır.

İlâhî emirleri gösteriş şan ve şöhretten, takdir ve övgüden uzak olarak “sâdece Allah emrettiği için” yerine getirme arzusu ilâhî rızâya erişmeye bir vesîledir.

Bu kelimelerin altını çiziyoruz: “Sâdece Allah emrettiği için!” Evet, her ibâdette, her işte, her sözde, her davranışta, her hizmette, her görevde ölçümüz budur: Sâdece Allah emrettiği için yerine getirme arzusu.. İslâmî terminolojide buna ihlâs denmektedir.

Bu lekesiz tertemiz arzu, bizi Allâh’ın rızâsına eriştirecektir. Yapılan hizmetin, yerine getirilen görevin ücretli veya ücretsiz olması önemli değil, asıl önemli olan yapılan hizmetin veya görevin niçin yapıldığıdır.

İnsanlara şirin görünmek için, insanları memnun etmek için ya da yetkili ve etkili mercilerin emrine boyun eğdikleri için Allâh’ın açık ve kesin emirlerine aykırı söz ve davranış sergileyenler, ana hedef olarak Allâh’ın değil insanların rızâsını ve memnuniyetini ön plana almış demektir. Allâh’ın Kitâbı ve Rasûlü’nün Sünneti ışığında değerlendirildiğinde; ihlâsı zedeleyen bu anlayış, Allâh’ın huzûrunda geçerli ve kabûl edilebilir bir mâzeret değildir.

Allah rızâsı, uğrunda hayat sürülecek ve uğrunda can verilecek en üstün, en değerli, en ulvî hedeftir. Müslümanın hayâtını anlamlandıran, hayâtına hayat katan temel prensip Allah rızâsıdır.

Allah râzı olduktan sonra bütün dünyâ küsse önemi yok. O (cc) râzı olmadıktan sonra bütün dünyâ yanımızda olsa değeri yok. Önemli olan O’nu râzı edebilmek; önemli olan sâdece O’nun rızâsına erebilmektir.

Rabbim! Rızâna erişmeyi nasîb eyle! Rızâna kavuşmaya vesîle olacak amellere muvaffak eyle!

Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay (Ocak 2017)

Dipnotlar 1 Buhârî: İman 41 ; Müslim: İmaret 155; Ebu Davud: Talak 11; Tirmizi: Fedailü’l Cihad 16; Nesai: Taharet 60; İbn Mace: Zühd 26 2 Mü’minûn, 115. 3 Zâriyat, 56. 4 Kıyâme, 36. 5 Kasas, 77.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak