Ara

Tohuma Sâhip Olan Hayâta Sâhip Olur

Tohum Farsça kökenli bir kelime. Bitkilerde döllenme sonucunda çiçekten sonra, çiçek veya meyve içerisinde oluşan ve yeniden toprağa gömülünce kendisinden yeni bir bitki üreyen dâne yâhud canlıya verilen ad. Erkeğin menisindeki sperm hücrelerinin her biri de hayâtiyet açısından birer tohumdur.

Geçmişte insanlar kendi coğrafya ve iklimlerinde yetişen bitkileri sürekli ekerek hayatlarını idâme ettiregeldiler. Kimi çevreler tohumun kökenleri hakkında aslı astarı olmayan mitolojik bilgiler yayarak ifsadlarına meşrûiyet sağlamaya çalışırlar. Kur’ân-ı Kerîm’e göre Hz. Âdem dünyâ hayâtını idâme ettirmek için gerekli tüm bilgilerle teçhiz kılınmıştı. Dolayısıyla ziraatla ilk uğraşan, ilk hasad yapan ve ilk tohumluk ayıran da Hz. Âdem ve onun ilk çocuklarıydı. Aksini iddia etmek Kur’ân-ı Azîm’üş-Şan’la çelişir.

Gerçek, sahih, geleneksel yâni insanların çeşitli araçlar kullanarak yaratılışlarına müdahale etmediği, yâni tayyib tohumlar bizim en değerli hazînemiz. Bunlar bize ebeveynimizce, faydalanıp bir sonraki nesle sapasağlam teslim etmemiz şartıyla bırakılan emânetler. Bu sâdece ebeveynin değil, aynı zamanda Allâh’ın (cc) da hesâbını soracağı bir emânet. Bu fıtrî tohumlar hem bizim ve diğer canlıların, hem de gelecek nesillerin sıhhat ve hürriyetinin teminâtı. Geleneksel tayyib tohumlar kısır olmayıp kendi neslinin idâmesini sağlar. Ayrıca besleyici yönleri yüksek olup, faydalanan canlıların tüm besin ihtiyaçlarını karşılarlar. Hiç kimsenin özel mülkü olmayıp, Allâh’ın hayat hakkı tanıdığı tüm canlıların ortak mülküdürler.

Dünyâda bâzı şirketler, vakıflar ve devletler tohum bankaları kurarak, güyâ tohumları muhafaza ediyormuş gibi yaptıkları hissiyâtını oluşturarak toplumları aldatıyorlar. Bunun amacı gerçek tohumları çoğaltarak halka ektirmek ise elbette hayırlı bir adımdır. Unutmayın tohumun yeri tohum bankaları değil topraktır. Gerçek tohumları bankalara mahkûm edip hibrit tohumlar ektirmek, halkı aldatmaktır. Toplumun kendini emniyette hissedip tohumla ilgilenmesini engellemektir. Kısaca, tohumu korumak bâzı kişilerin değil toplumun tümünün görevidir. Yediğiniz bir meyvenin çekirdeklerini çöpe atmak yerine onu cebinize koyup karşılaştığınız uygun bir toprağa ekmek en güzel sadakalardan biri değil mi?

Beşeriyetin beslenmesinde en temel gıdanın tahıl olduğunu bilen şer odakları, ifsâda buğdayla başlarlar. İlk olarak da Hindistan ve Meksika’nın yanısıra Türkiye’de ekerler. Türkiye’de ilk korsan ekimleri 1941’de Kasım Gülek yaptırır, tam 100 çiftçiye. Rockefeller’in o dönemki Türkiye ayağı Gülek’tir. Getirip ektirerek tohumlarımızı ifsâd ettirdiği ebter tohumlar da Rockefeller’indir. 10 yıl içinde Türkiye batıdan ciddi miktarda tohum ithâl eder duruma gelir. 1963’de ilk tohum kânunu çıkarılır. Sonrası tam bir felâket... Artık acınası durumdayız. Her türlü bitkinin tohumunu ithâl ediyoruz. Yerli üretim denilenlerin ezici çoğunluğunu da batılı tohum şirketleri burada üretiyor ve “yerli” numarasıyla bize satıyor.

Bugün Norveç’te “Svalbard tohum deposu” var, buzulların altında. Burası şeytanlara âit. Fıtratı ile oynadıkları tohumlar bir gün işe yaramaz hâle gelirse -ki şimdiden geldi. Gelmek ne kelime insanlığı içinden çıkılmaz bir felâkete ve bağımlılığa sürükledi bile- işte o zaman bu tohumları kendileri için kullanacaklar. Birileri de saf saf bu hâinlerin insanlığa iyilik yaptığını sanıyor. Bunlardan hayır ummanın şeytânı peygamber yapmaktan farkı yok.

Dünyâ tohumda ABD, İsrail, Hollanda, Almanya gibi ülkelerin eline bakıyor. Türkiye için de durum bundan faklı değil. Aksi yöndeki popülist iddiaların bir kıymeti yok. Pek çoğumuz farkında olmasa bile asıl savaş burada veriliyor. Tohuma sâhip olan, bütün hayâta sâhip olur. Gıdaya sâhip olan, dünyâyı yönetir. Petrol işin hikâyesidir. Petrolünüz var ama tohumunuz, suyunuz yok. Havanız kirli. O halde buyurun yaşayın!

Kısaca pek çok mevzûda olduğu üzere, tohum konusunda da zihinsel körlük yaşıyoruz. Sahih ve dipdiri vahyin aydınlığında ilerlemek yerine, batının köhne kültürüne öykünüyor ve onları taklit ediyoruz. Hattâ onların ifsâdını engellemek şöyle dursun, onlarla yarışa bile giriyoruz. Allah (cc), “Onlara ‘yeryüzünü ifsâd etmeyin’ dendiğinde, ‘biz ancak ıslah edicileriz’ derler (Bakara, 11.) buyururken, bizde de ifsad/isyan, ‘tohum ıslâhı, bitki ıslâhı, hayvan ıslâhı’ gibi söylemlerle meşrûlaştırılmaya çalışılıyor.

Yaşamakta olduğumuz şey tam bir yoksunluk hâli. Basîret ve hikmet azığını kaybetmiş çiftçimiz, elindeki temiz toprak ve sahih tohumun kıymetini bilmez hâle gelmiş durumda. İlim ve mârifete batının bilimsel safsatalarını tercih eden akademi ile kalkınmayı yol, baraj, otomobil ve yüksek binâlar yapmaktan ibâret sanan bir asırlık köksüz zihniyet yüzünden dünyânın en değerli varlığı olan tohumlarımız tümden kaybolmakla yüz yüze.

Ne acıdır ki bugün kimi çevreler sâdece küresel hâkimiyet, kimi çevreler salt kâr, kimi çevreler ideolojik körlük çerçevesinden bakmakta tohuma. Kimileri ise umursamazlıkları yâhud da cehâletleri yüzünden ilgi duymamakta!

Yakın zamâna kadar binlerce çeşit ürünün ziraatı yapılmakta iken, ‘mono tarım’ da denilen endüstriyel tarım ne yazık ki çeşitliliğin azalmasına yol açtı. Bugün yaygın olarak ekim-dikimi yapılan bitki sayısı maalesef iki elin parmaklarından çok fazla değil. Kirli emelleri olan küresel egemen güçler, tür ve alt türleri azaltmak, geri kalanları ise kendi patentleri altına almanın mücâdelesini veriyor. Bu sebeplerle, emânete sâhip çıkmak bu çağda daha da fazla önem arz ediyor.

Bir buğdayın on bin, pirincin 100 bin, patatesin 20 bin, üzümün ise 15 binden fazla türü var. Bunca çeşitlilik tohumu kendi mülküne geçirmek isteyenleri rahatsız ediyor. Zîrâ birkaç hattâ tek tür buğday, pirinç olsun istiyorlar. Yapısına müdahale ederek patent altına aldıkları bu türler ekilip dikilsin, diğerleri yok olup gitsin diyorlar. Şâyet yaratılışına müdahale ettikleri kendi türleri ekilip dikilir ise insanlık kendilerine bağımlı hâle gelir.

Tohumun genetik yapısına müdahale etmenin asıl amacının verimlilik ve açlık olduğunu iddia ederler. Oysa bu, dünyânın en büyük yalanlarından biri! Bunu ilk yapanların amacı ‘ârî ırk yaratma’, mülkiyeti ele geçirme ve insanlığın sıhhatini bozmaktı. Zîrâ sıhhati bozulan insanlık, bunların egemen oldukları -ve olmayı sürdürdükleri- sağlık mafyasının eline düşecekti. Mülkiyeti bunlara geçecek, bu sâyede hem para kazanacaklar hem de herkesi kendilerine bağımlı köleler yapacaklardı. Bu şeytânî terâneyi bilimsel kılıfla yutturdular akademik ve siyâsî çevrelere. Bizde de bu masala inanan bâzı tipler on altı yıl uğraşıp kırmızı ceviz üretmiş. Peki, kırmızı ceviz hangi derdimizi çözecek? Siyah ve sarı ceviz yaratan Allah (cc), kırmızı ceviz yaratmayı -hâşâ- bilmiyor muydu? Bir başkası ise böğürtlen türlerini çaprazlayarak tüysüz ve dikensiz bir tür oluşturmuş. Bütün bunlar bilim adına yapılan cinâyetlerden başka bir şey değil.

Ârî ırk’ felsefesi faşizm ideolojisinin ürünü. Hibrit tohum papaz Mendel’e dayanır. Dolayısıyla ârî ırk safsatası ile hibritçilik kardeştirler. Kimi çevreler kasıtlı olarak hibritin tabiatta da meydana geldiğini söylerler. Bunun içinde derisi siyah biri ile derisi beyaz bir insanın evliliğinden doğan çocuğu örnek gösterirler. Tabiatta meydana gelen hâdiseye illâ hibritleşme diyeceksek, bu hâl türleri yok etmez, kısırlaştırmaz ve besin değerini azaltmaz. Deri renkleri farklı insanların çocukları da deri renkleri yüzünden kısır olarak doğmazlar. Oysa günümüz ticârî hibritleri hem kısır, hem de besin değeri düşüktür. Bütün bu safsatalarla kendi şerlerini hayr gibi göstermek isterler. Basîret ve ferâset yoksunları da bu oyuna gelirler doğal olarak.

İster bitkiler, ister mantarlar, ister bakteri ve virüsler, isterse de hayvanlarda uygulansın GDO, dünyânın büyük biyo-silâhı ve biyo-terörüdür. Hâkezâ hibrit de ondan farklı değil. Her ikisinin netîcesinde insan zarar görür. Batılı hipnozlu aklı evveller, ‘bu teknoloji olmasaydı insanlar aç kalırlar. Yoksa 7 milyar insan nasıl doyacaktı?’ gibi Allâh’a noksanlık, yoksunluk ve acziyet izâfe eden, “Ben Yarattığım tüm canlıların rızkına kefîlim” buyurduğu halde Allâh’ı yalanlayan bu kimselerin bir bölümü kendini hâlâ “Müslüman” olarak tanımlıyor.

Oysa bir tâne buğdaydan yedi başak, her başaktan da yüzlerce tâneyi yaratan Allah ‘ol’ der ve o başak yedi değil yetmiş, yetmiş değil yedi yüz başak verir de, yedi milyar insanı değil yetmiş yâhud yedi yüz milyar insanı besler. Rızkı verenin Allah değil de biyo-teknoloji olduğunu düşünenler, hadi o zaman hepiniz bir araya gelin, bildiğiniz ne varsa ortaya koyun ve Allâh’ın yarattığı tohumu/canlıyı değiştirmek yerine, siz de sıfırdan olmayan bir tohum yapın! Yapamazsınız değil mi? Vallâhi yapamazsınız! Zîrâ siz âciz ve haddini bilmeyen beşerlersiniz. Size şeytan ve avenesinin üfürdüğü şeyleri gerçekmiş gibi söylüyorsunuz. Hadi değiştirdiniz bâri var olandan daha iyisini yapın. Ama sizin yaptığınız şey var olandan daha iyisi değil, sâdece daha kötü, zararlı ve makyajlanmış hâlidir. Çünkü ya-ra-ta-maz-sı-nız!

Hibrit veya GDO’lu tohumlardan üretilmiş sözde gıdaları almak, bunları yemek, hayvanlara yedirmek zulümdür. Zâlimlere suç ortağı olmaktır. ‘Yapacak bir şeyim yok’ demek bizi vebâlden kurtarmaz. Yeryüzünde ölümden gayrı her derdin devâsı vardır. Her sorunun çözümü vardır. Arayana, gayret edene Allah tüm kapıları açar. İnanın ve bir adım atın yeter!

Kemal Özer (Aralık 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak