Ara

Tasavvuf Ermek değil Erimektir Küçüğüm

Tasavvuf, “ermek” değil “erimektir” küçüğüm. Tenin kâfur kokması, o buğu... Hüzünse içimizden geçen bir büyülü nehirdir, nasılsa yatağını buluyor kalbe girince...

Sevgi yetimisin sen. İnsanların kalbinde bir yer edinebilmek için didiniyorsun. Sanki birileri daha sen doğmadan yeryüzündeki sevgiyi silip süpürmüş. Bu yüzden hayâtı bir internet sayfası gibi algılamanı anlayabiliyorum. Bu yüzden sayfana dâvet ettiğin kişilerin de birer varlık olduklarını, bir kişilikleri ve bir dünyâları olabileceğini düşünemiyorsun.

Gerçek anlamda sevgiyi tanımadığın için beni kafandaki kusursuz idollerin yerine koyuyorsun. Oysa ben mükemmel değilim. Hiç kimse değil. Ama bunu kabûl etmek istemiyorsun değil mi? Çünkü sen zayıflığı aslâ kabûl etmiyorsun. Eğer karşındaki bir bütün değilse senin çatlakların da bir yerden sızacak. Onunla kendini kapatmaya çalışıyorsun. Ama ben tam değilim görüyorsun. Tam değilim ben...

Biliyor musun, tasavvuf da işte bu demek. Yâni insanın kendi çatlaklarını ve boşluklarını cesurca ortaya koyup, günden güne erimesi, yok olması. Tekkelerde dervişlerin boyuna hizmet ettiğini görürsün. Bu bir başkası için yaşamak ve hattâ yeri geldiğinde kendi hakkından vazgeçmek demek.

Eğer kendini şeyhinin ellerine teslim edersen, o vakte kadar kendini kurtarmak için başkalarını mahvettiğin yanların törpülenir. Artık yaşamak için başkalarının sevgisini emerek beslenen vampirlerden olmazsın.

Bütün grotesk öykülerin kurgusudur bu; şuur altlarında sakladıkları gizli ve yaralı benliklerini korkulu rüyâlarla gündüz düşlerine çevirmek. Bütün köprülerini yıkıp, kaleyi içten fethettikten sonra cadılara mahsus bir dehşetle zehirli dişlerini boynuna geçirmek. Sonra da kurbanı kanlar içinde öylece bırakıp başka kâbuslara akmak.

Sen de böylesin işte… Ne kadar uğraşsan da kafandaki idoller bir bir yıkılmaya mahkûm olacak. Çünkü insanlar iki karanlık gezegen gibidir. İnsan kendi özünde bir gemidir bu vebâlı dünyâ denizinde. Ancak bir deniz feneri ışığını gönderirse ışıyacak. Ancak bir deniz feneri hatırlatabilir kendine âit bir ışığı olduğunu.

Bir gizli savaş var her yerde. Beni olduğum gibi kabûl et diyor herkes. Hiç kimse kendinden, kendi içindeki çatlaklardan ödün vermek istemiyor nedense. Bu yüzden karşısındakini alt etmek için kıyasıya savaşıyor. Kişilik savaşı, tavır koymakmış bunun adı cemiyette. Kimse yenik düşmek istemiyor bu savaşta, herkes birbirinin üzerine çıkmaya çabalıyor.

Oysa insanlar çâresiz ve birbirinin sevgisine öylesine muhtaç ki... Buna rağmen indirmiyor yelkenlerini, teslim olamıyorlar sevgiye. Çünkü teslim olursa karabasan ısıracak kalbini, sevgisizlikten titreyen bedeni buz çölüne atılacak. Kazanmak terk etmek demek, şeytânın buzdan heykeli.

Tasavvuf “ermek” değil, “erimektir” küçüğüm. Varlığından ve benliğinden erimek. Öpmek üzere uzandığın şeyhin ellerinde zehirli ve kanlı ağzının yıkanmasıdır. İnsanları gömdüğün kanlı mezarların tekrar dirilmesidir niyazlarla. Bütün yaraların birbirini sarmasıdır. “Sen ben’sin, ben sen’im” diyebilmektir.

Bak dünyâ nasıl da dönüyor. Günün yarısı, ayın karası nerede kaldı? Sordun mu kendine?

Benim hatâlarım senin idolündeki varlığı karartmalı mı?

Ben mükemmel değilim birtânem!

Kimse mükemmel değil.

Ama biz tamamlayabiliriz birbirimizin eksiğini.

“Mü’min” olmanın şerefi ile ayna olabiliriz birbirimize”

Çünkü Tasavvuf “ermek” değil “erimektir” küçüğüm…

Tenin kâfur kokması, o buğu...

Hüzünse içimizden geçen bir büyülü nehirdir, nasılsa yatağını buluyor kalbe girince.

Bak yüzünün yarısı soluyor

Biliyorum sevgi yetimisin sen

Hadi, sarıl bana…

Saliha Malhun (Aralık 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak