Ara

Ötekilere Karşı Duruşumuz ve Sorumluluklarımız

 Prof. Dr. Ali Akpınar İNSAN OLAN HERKES DÂVETİN KONUSUDUR Yüce Yaratıcının insanlık için seçip gönderdiği İslâm, tüm zamanların, tüm coğrafyaların evrensel dînidir. İslâm’a göre, aklı başında olan ve yaşayan her insan dâvetin konusudur. Bir münkir, bir kâfir ne kadar yaşlı ve kart olursa olsun, potansiyel mü’min adayıdır. Müslüman onu kazanmak, onu kurtarmak için çaba göstermeli, ona İslâm’ı tebliğ etmelidir. Çünkü genişliği yerler ve gökler kadar geniş olan cennette, herkese yer vardır. Her insan için cehennemde bir yer ayrıldığı gibi, cennette de bir yer ayrılmıştır. Evrensel elçi son peygamber Hz. Muhammed de (sav) yaşı, işi, konumu ne olursa olsun herkesi muhatap almış ve onlara Allâh’ın dînini tebliğ etmiştir. Bunun için Kur’ân’ın pek çok âyeti ‘Ey insanlar’ hitâbıyla başlar.Yirmi biri çoğul, ikisi tekil olmak üzere yirmi üç kere Kur’ân’da yer alan bu ifâde, insana insan olduğunu hatırlatan ve onu insanlığının gereğini yapmaya yönlendiren anlamlı bir çağrıdır. Bu, aynı zamanda Kur’ân’ın tüm insanlığa gelmiş evrensel bir ilâhî mesaj olduğunu da gösterir. Kur’ân’ın muhatapları olanlar, onun çağrısını tüm insanlığa ulaştırmakla görevli olduğunun bilinci içerisinde olmalıdırlar. Kur’ân’da Nisâ ve Hac sûreleri Ey insanlar hitâbıyla başlar. İşte Kur’ân’ın tüm insanlığa çağrılarından bir kaçı: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, azaptan korunasınız.”[1] “Ey İnsanlar, Elçi size, Rabbinizden gerçeği getirdi. Kendi yararınıza olarak ona inanın. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allâh'ındır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”[2]  “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, günahlardan en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.”[3] Ey insanlar diye başlayan bu âyetlerinde Yüce Allah, kullarına genel olarak nimetlerini hatırlatmakta ve onları Yüce Allâh’a inanmaya, yalnızca O’na kulluk etmeye çağırmaktadır. Kur’ân, beş âyetinde[4] tüm insanlığa Hz. Âdem’in çocukları olduğunu hatırlatır. Kur’ân’ın “Ey Âdemoğulları” çağrısını duyan insanlara düşen, ataları Âdem gibi seçkin ve temiz olmak, Yüce Allâh’ın rızâsını kazanma yarışı içerisinde yer almaktır. Aynı zamanda bu ifâde, tüm insanlığın kardeş olduğunu da ilân eden bir çağrıdır. Nitekim Vedâ Hutbesinde Peygamberimiz (sav) şöyle buyurarak, İslâm’da etnik ayrım ve üstünlüğün olmadığını ilân etmiştir:“İnsanlar, hepiniz Âdem’densizin. Âdem ise topraktandır. Arab’ın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab’a herhangi bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâda/Allâh’a karşı sorumluluğunu yerine getirmededir.” Kur’ân, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ peygamberin yolundan gittiklerini söyleyen yahudi ve hıristiyanlara seslenirken de onları rencide edici kullanımlardan sakınmıştır. Genellikle onlara “Ey kitap ehli” diye seslenerek onları Kitap ehline yaraşır insanlar olmaya teşvik etmiştir. Zira Kitap ehli olmak, cehâletten uzak olmak, bilgi donanımına sâhip olmak, o doğru ve mâkûl şeyleri benimseyip güzel şeyler yapmaktır. Buna göre Kitap ehli hitâbı, bir yerme ifâdesi değildir. Kur’ân, Kitap ehli diye başlayan bu âyetlerinde onları son peygamber ve son kitaba inanmaya çağırmıştır.İşte bu çağrılardan birkaçı: “De ki: ‘Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allâh'a tapalım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah'tan başka tanrılar edinmeyelim.’ Eğer yüz çevirirlerse; ‘Şâhit olun, biz müslümanlarız!’ deyin.”[5] “Ey Kitap ehli, gerçeği gördüğünüz hâlde, niçin Allâh'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” “Ey Kitap ehli, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?”[6] Görüldüğü üzere Kur’ân tüm insanlığı asğarî değil, âzamî müşterekler etrafında birleşmeye çağırıyor. Evet, tek bir Allâh’a kulluk etrafında birleşmek, insanlığın en büyük müşterekidir. Kur’ân’ın herkese yönelik bu evrensel çağrıları, onun herkese değer verdiğinin ve herkesi kurtarmak istediğinin açık göstergesidir. MÜ’MİNLERİN DOSTU ANCAK MÜ’MİNLERDİR Kur’ân bu genel çağrılarını ısrarla yaptıktan sonra, inanmayanlara karşı mü’min tavır ve duruşunu belirler. Müslümanların gerçek dostlarının kimler olduğunu söyler. Bu, diğer insanlarla insânî ilişkilerde bulunmaya, onlarla iyi geçinmeye, onlara adâletli davranmaya mâni değildir. Ancak cennete giden yol arkadaşlığında, gerçek dost olanlar mü’minlerdir. Çünkü ötekiler mü’mini cennete giden yoldan alıkoyarken, mü’minler o yolda yardımcı olanlardır. Zîrâ din kardeşliği, dîni yaşamada birbirine yardımcı ve destek olmayı gerektirir. Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren ve ruku’ eden müminlerdir.[7] Kendi dinlerine uymadıkça, yahudi ve hırıstiyanlar senden aslâ hoşnut olmayacaklardır.[8] Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihâd edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.[9] Kur’ân mü’minlerin gerçek dostlarını bu şekilde tespit ettikten sonra, mü’minlere ve ötekilerine karşı mü’min duruşu da belirler: Müminlere Karşı Şefkat Ve Merhametli, Kâfirlere Karşı Onurlu Ve Tâvizsiz Muhammed Allâh'ın elçisidir. Onun berâberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.[10] Ey İnananlar! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, dîninizi alaya ve eğlenceye alanları ve inkârcıları dost olarak benimsemeyin. İnanıyorsanız Allah'tan sakının.[11] Ey İnananlar! Aranızda dîninden kim dönerse bilsin ki, Allah, sevdiği ve onların O'nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihâd eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu, Allâh'ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.[12] FİTNE ve SALDIRI SÖZKONUSU OLDUĞUNDA SAVAŞILIR Barış dîni İslâm, barışı önceler. Savaşı başlatan taraf olmak istemez. Peygamberimiz’in (sav) savaşları, doğrudan yâhut dolaylı olarak savunma amaçlı olarak gerçekleşmiştir. Müslüman savaşı istemez, çâreler tükenir savaşmak zorunda kalırsa o zaman sebatla savaşın hakkını verir. Kur’ân’ın, fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın[13], onları bulduğunuz yerde öldürün[14] âyetleri, son çâre olarak savaşa başvurulduğu anlar için sözkonusudur. Kaldı ki İslâm’da savaşın da hukûku vardır. Gerçek bu iken, bugün İslâm’ı savaşçı bir din olarak lanse etmek isteyenler, onu bir bütün olarak tanımayan art niyetli kimselerdir. Kur’ân’a göre, karşı taraf saldırı ve düşmanlıktan vazgeçerse, barış isterse onlarla anlaşma yapılır ve onlar bozmadıkça anlaşmaya sâdık kalınır. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allâh'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir.[15] Eğer antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, çünkü onların yeminleri sayılmaz, belki vazgeçerler.[16] Kur’ân’ın, her zaman, her şartta ve herkese karşı adâleti önceleyen şu evrensel çağrısı, onun bu konudaki en muhteşem mesajıdır: Ey İnananlar! Allah için adâleti ayakta tutup gözeten şâhitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adâletsizliğe sürüklemesin; âdil olun; bu, Allâh'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.[17] Sizi Mescidi Haram'dan menettiği için bir topluluğa olan kininiz, aşırı gitmenize sebep olmasın; iyilikte ve fenâlıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın. Allah'tan sakının, Allâh'ın cezası şiddetlidir.[18] İlk âyet, Mekke müşriklerinin Peygamberimiz’i (sav) öldürmek için kirâlık kâtil göndermeleri yâhut kendileriyle görüşmek için yurtlarına geldiğinde kendisini öldürmeye yeltenen yahudi kabîlesi Nadiroğulları hakkında inmiştir. İkinci âyet de Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Evet, onlar daha önceden Peygamberimiz’e (sav) ve mü’minlere olmadık eziyet ve işkenceleri yaparak Mekke’yi zindan etmişler, onları öldürmeye teşebbüs etmişler, Hudeybiyye senesi umre yapmalarına engel olmuşlardır. Sonunda güç ve hâkimiyet mü’minlerin eline geçmiş, ancak Yüce Allah onlara adâlet ve hakkâniyeti emretmiştir. Çünkü mü’minleri yöneten Yüce Allah’tır, O’nun Kelâmıdır, O’nun Peygamberidir. Mü’minler, aslâ ötekinin dolduruşuna gelmez, hak bildiği yoldan sapmaz ve onların başvurduğu insanlık dışı yollara başvurmaz. Mü’min olmanın gereği budur.   [1] 2 Bakara 21. [2] 4 Nisa 170. [3] 49 Hucurat 13. [4] 7/26, 27, 31, 35, 36/60. [5] 3 Âl-i İmran 64. [6] 3 Âl-i İmran 70-71. [7] 5 Mâide 55. [8] 2 Bakara 120. [9] 8 Enfâl 72-73. [10] 48 Fetih 29. [11] 5 Maide 57. [12] 5 Maide 54. [13] 2 Bakara 193, 8 Enfâl 39. [14] 2 Bakara 191. [15] 8 Enfâl 61. [16] 9 Tevbe 12. [17] 5 Mâide 8. [18] 5 Mâide 2.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak