Ara

“Öldükten Sonra Tekrar Dirilme” İnancının Düşündürdükleri

“Öldükten Sonra Tekrar Dirilme”  İnancının Düşündürdükleri
“Öldükten sonra tekrar dirilmek” yâni “el-ba’sü ba’de’l-mevt” inancı Kur’ân ve Sünnet’in önemle üzerinde durduğu bir inanç. İnancı oluşturan iki temel olgu: Ölüm ve Diriliş. Birbirine zıd iki kavram. Bu iki kavram bize başka bir Kur’ânî kavramı daha çağrıştırıyor ki o da “imtihan” kavramı. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah ölümü ve yaşamayı hanginiz daha güzel amel yapacak diye yarattı.(Mülk, 2.) buyurmaktadır. “el-ba’sü ba’de’l-mevt” inancı bu âyetle birlikte düşünüldüğü zaman “el-ba’sü”= tekrar dirilmek, yaşanılan ve ölümle sona eren bir hayâtın (yâni amacı denenmek ve imtihan olan hayâtın) hesâbının görülmek üzere tekrar hayâta döndürülmesi olaydır. Dikkat çekilen husus ise, bu hesâbın görüleceği hayâtın ölümden sonra olmasıdır. Yâni “dünyâ” denilen kendine has özellikleri olan âlemdeki bir hayat acısıyla tatlısıyla, tüm husûsiyetleriyle yaşanacak, “ölümle” son bulacak, ondan sonra da Cenâb-ı Hakk’ın emriyle “âhiret” denilen, kendine has özellikleri olan başka bir âlemde, önceki yaşadığı hayâtın hesâbının verileceği bir hayâta geçilecektir. İslâmî literatürde bu hayâtın adı “Âhiret hayâtı”dır. Bu iki hayatla ilgili olarak pek çok âyet-i kerîmede dünyâ hayâtının geçiciliği, âhiret hayâtının ise daha hayırlı ve ebedî olacağı anlatılmakta; insanların âhiret hayâtı konusunda iknâ edilmeleri için örnekler verilmektedir.1 Hattâ bu dirilişin nasıl olacağı hakkında ayrıntı derecesinde bilgiler verilerek konunun önemine dikkat çekilmektedir. “Kıyâmet günü mut­laka gelecektir, insanların kabirleri açılacak2, yeryüzü içindeki ağırlık­ları dışarıya atacak3 ve Allah (cc) insanları tekrar dirilterek yer­den ot bitirir gibi topraktan çıkaraca­k4, ölmüş bütün yaratıklar ye­niden canlanacak5, belli bir hedefe doğru koşuyormuş gibi6 Rabb’lerinin huzûruna çıka­cakları7 o günde insanlar arasındaki soy yakınlığı fayda vermeyecek; her­kes kendi derdine düşecek ve bu yüz­den kişi kardeşinden, anne baba, eş ve çocuklarından kaçacak8, kimse birbirine bir şey soramaya­cak9, herkes tek başına muhâtab alınıp sorumlu tutu­lacak, bazı yüzler ak, bazıları ka­ra olacak10” şeklinde âhiret hayâtıyla ilgili bilgiler Kur’ân'da ayrıntılı bir şekilde zikredil­mektedir. "Cibril hadîsi " diye meşhur olan ve sözlerinin sonunda Efendimiz’in (sav): “Bu Cebrâil (as) idi, size dîninizi öğretmek için geldi” şeklinde buyurduğu hadiste geçen “el-ba’sü ba’de’l-mevt” = “Öldükten sonra tekrar dirilmek”, îmân edilmesi gere­ken esaslar arasında sayılmıştır.11 Bütün bu bilgiler, bir Müslümanın inanması gereken zorunlu bilgilerdir. Dünyâ hayâtı ancak “öldükten sonra dirilme” inancıyla bir anlam kazanır. Çünkü böyle bir inanca sâhip olan insan, yapıp ettikleri konusunda kendisini dâimâ sorumlu hisseder. Çünkü ne yaparsa yapsın onun hesâbının sorulacağını düşünür. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: Bana Cebrâil (as) geldi, şöyle dedi: “Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa, mutlaka öleceksin; dilediğin şeyi sev, mutlaka ondan ayrılacaksın; istediğini yap, mutlaka karşılığını göreceksin”.12 Yine bu konuda Hz. Ali (ra)’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Dünyâ arkasını dönüp gitmekte, âhiret de yönelmiş olarak gelmektedir. Her birinin çocukları vardır; siz âhiretin çocuklarından olunuz, dünyânın çocuklarından olmayınız. Bugün amel etme günüdür, hesap verme günü değildir; yarın ise hesap verme günüdür, amel etme günü değildir.”13 “Öldükten sonra dirilme” konusunun bu şekilde hakîkî mânâsının yanında bir de bu hakîkî mânâ ile anlatılan hususları pekiştirecek, Müslümanı dünyâ ve âhiret hayâtı hakkında daha fazla duyarlı hâle getirecek, onun yapıp ettikleri konusunda hassâsiyet kazanmasına yardım edecek bir anlayışa imkân verecek bir anlayışı da düşünmek, bizler için Allâh’a kulluk noktasında önemli olacaktır. Nasıl ki ölmüş bir insan bütün canlılığını ve ona canlılık veren emârelerini kaybediyorsa, aynı şekilde toplumda öyle insanlar vardır ki, kendisinin duyarlı ve hassas olması gereken pek çok konuda tamâmen hissiz, idraksiz ve tepkisiz bir tutum içindedirler. Sanki ölüden farkları yoktur. Ne inançlarının, ne değer yargılarının ne de insan olarak sâhip olması gereken sorumluluklarının bilincindedirler. Bu dünyâda sâdece fizîkî hayâtıyla varlıklarını devâm ettirme yolunda bir meşgûliyet içindedirler. Tabii ki bu durum iyi bir şey değildir. Çünkü bu durum -eğer bir sağlık sorunu yoksa-, insanın sâhip olması gereken sorumluluk duygusundan kaçmasının, ya da sorumluluğunun farkında olmamasının yâhud da sorumlulukları konusunda hatâ ve gaflet içinde olmasının işâretidir. Bir de bunu bilinçli olarak yapıyorsa artık o insan dalâlete düşmüş demektir. Dalâlete düşmenin Cehennemlik olmanın en belirgin vasfı olduğunu Yüce Rabbimiz Kur’ân’da haber vermektedir: “Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hattâ daha da aşağıdırlar. Bunlar da gâfillerin ta kendileridir.”1 Hz. Peygamber (sav) de hadîsinde: “Allâh’ı zikretmeyen (O’nun buyrukları karşısında gerekli hassâsiyeti göstermeyen) kimse ölü gibidir.” buyurmuştur. Pek çok âyet-i kerîme ve Hz. Peygamber’in (sav) hadisleri böyle ölmüş kalpleri, duyarsız vicdanları uyarmakta, yukarıda açıklandığı üzere, âhiret âleminde verilecek hesâbın çok çetin ve zorlu olacağını hatırlatmaktadır. Müslüman her an îman esaslarını hatırlamalı, bu konuda ne kadar samîmî olduğunu düşünmelidir. Bu hatırlama onun gönül dünyâsına bir zindelik, bir canlılık verecek, ona sorumluluklarını hatırlatacak; o kendisini sorgulayacak ve nasıl hareket etmesi gerekiyorsa ona göre davranacaktır. Bunun İslâm Ahlâk sisteminde adı “Murâkabe” (Kendisini gözlemleme, kontrol etme) ve “Muhâsebe”(Kendini hesâba çekme, hesaplaşma)’dir. Mü’min bu “Murâkabe/Muhâsebe” duygusunu aslâ kaybetmeyecektir. Onu ölülerden farklı kılan bu duygudur. “Murâkabe/Muhâsebe” duygusu canlı olan insanlar hem bu dünyâda hem de âhiret âleminde huzur içinde olurlar. Çünkü bunda özeleştiri vardır, diğergamlık vardır, hatâ ve eksikliklerini görme vardır, tevbe ve istiğfar vardır, kavuşulan nimete şükür vardır, hülâsa kul olmanın idrâki vardır. Öyleyse îman esasları derken; her birine ayrı ayrı inandım îmân ettim derken bununla ne demek istediğini, neyi anlamak ve anlatmak istediğini; inandıklarıyla davranışlarının birbirleriyle uyum içinde olup olmadığını düşünme, idrâk etme ve bu idrâki istikâmetinde bir hayat sürme vardır. Birtakım cümleleri tekrâr etmekle bu cümlelerde ifâde edilen hakîkatleri içtenlikle belirleme arasında büyük bir fark olsa gerektir. Yukarıda zikrettiğimiz Âraf 179. âyet-i kerîmede anlatılan hakîkat, “Gören gözlere, işiten kulaklara sâhip olmanın” ancak kâmil mânâda insan olmanın belirgin vasfı olduğu hakîkatidir. “Gören göz ve işiten kulak” sâhibi olmak(!..): Hakkı ve hakîkatı görmek ve duymak; hakkı ve hakîkati anlatan, haber veren, işâret eden vs. herşeyi görmek ve duymak… Huzurlu bir dünyâda huzûra ermiş bir kalp ile emâneti Yüce Sâhibine teslîm etmek için hakîkati görmeyi ve duymayı bilmek… Öldükten sonra tekrar dirilişte “aydınlık yüzlere” sâhip olmak için hakîkati görmeyi ve duymayı bilmek… Âhiret âleminde dünyâda yaptıklarımızın hesâbını kolay verebilmek için hakîkati görmeyi ve duymayı bilmek… Ölüm gelmeden önce, ölümün bir gün mutlaka geleceğini, öldükten sonra da tekrar dirilişin olacağını, diriliş sonrasında da mahşerde dünyâda “nimetlenen” her şeyden sual edileceği hakîkatini görmeyi ve duymayı bilmek… Sevgili Peygamberimiz’in (sav) şu hadîsini dâimâ hatırlamak: “Kıyâmet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesâba çekilmedikçe yerinden ayrılamaz:
  1. Ömrünü nerede ve ne sûretle harcadığından
  2. İlmiyle ne yaptığından
  3. Malını nereden kazandığından
  4. Malını nerelere sarfettiğinden
  5. Vücûdunu ve sıhhatini nerede ve ne sûretle yıprattığından.”15
Cenâb-ı Hakk’ın “Ey îman edenler, îman(da sebât) ediniz.”16 buyruğunu tekrar tekrar okuyup bu îmanda “sebat etme”nin nasıl olacağının, tekrar tekrar îmân etmenin, inanmış olmanın hazzına ermenin yolları aranmalıdır. Muaz bin Cebel (ra)’ın “Otur biraz îmân edelim”17 derken neyi anlatmak istediğini bu vesîle ile tekrar düşünelim ve “el-ba’sü ba’de’l-mevt” ile ilgi kurmaya çalışalım. (Vallâhu a’lemu bi’s-sevâb) Prof. Dr. Ali Çelik (Mart 2016) Dipnotlar [1] Bakara,72-73, 259-260 2 İnfitâr, 4 3 Zilzâl, 2 4 Nûh, 17-18 5 Zümer, 68 6 Meâric, 43 7 Yâsîn,51 8 Abese,34-36 9 Mü'minûn,101 10 Âl-i İmrân, 106 11 Buhârî, "îmân", 37 12 Beyhaki, Şuabu’l-İman,thk. Dr.Abul-Ali Abdühamîd Hâmid, (1423/2003)XIII,125,ha.10057 13 Mişkatü’l-Mesâbih, II,659, ha.5215 14 Araf,179 15 Tirmizi, Kıyame,1 16 Nisa,136 17 Buhari, İman,1  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak