Ara

Mektûbât-ı Es’âd- Erbilî (ks) (10. Mektup)

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla ‘Namaz, her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar[1] âyet-i celîlesine göre namaz kılan mü’minlerin hepsi bütün kötülük ve yasaklardan korunmuş olması gerekirken nice namaz kılanların birtakım haram ve yasaklardan kendilerini kurtaramadıkları görülmektedir. Binâenaleyh bu konudaki müşkillerin hâlli için müracaat eden bir zâta vermiş olduğum cevâbı, isteyen ihvânın da gözden geçirmeleri için kısaca yazmaya çalışacağım. Şöyle ki: Hakk-celle ve alâ- Hazretleri; ‘Huşû ile namaz kılan mü’minler âhiret azâbından kurtuldular’[2] buyurmuş olduğu gibi Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz de ‘Huşûu olmayan bir kimsenin namazı kabûl edilmeye lâyık değildir ve vâdedilen fâidesi de beklenmez’ buyurmuştur. Bu gibiler ancak şerîat bakımından farzını edâ etmiş ve namazı terk eden kimse için kararlaştırılmış olan dînî cezâdan kendini kurtarmış olur. Huşû ise zâhirî ve bâtınî olmak üzere ikiye ayrıldığından bunlardan her birini ayrıca açıklamak gerekmektedir. Huşû-ı bâtınî için öncelikle şunu ifâde edelim ki, namazı kılmaya başlayan bir kimse ‘Allâhu Ekber’ den ‘es-Selâmü aleyküm’e varıncaya kadar kendisinin Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda bulunduğunu bilip heybet ve azamet-i ilâhîyeye karşı kendisinin ne derece hakir, fakir ve merhamete muhtaç ve günahkâr bir kul olduğunu bilmeli ve ibâdetler arasında Cenâb-ı Hakk’ın en fazla sevdiği olan namaz sâyesinde sözlü/kavlî ve fiilî olarak af ve mağfiret isteyip O’nun (c.c) lütufla cevap veren makam olduğunu tam bir havf ve haşyetle düşünmelidir. Şüphesiz bu şekilde edâ olunan namazımız muhterem meleklerin birçok ibâdet şekillerini birarada bulundurduğundan diğer ibâdetlerin en üstünü, af ve mağfiretin en mükemmelidir. Bilindiği üzere meleklerin bir kısmı ayakta, bir kısmı oturuşta bulundukları gibi bir kısmı rükû ve secdelerle meşgûl ve tekbir, tahmid ve tesbih ile emrolunduklarından İslam’ın muhterem müntesiplerinin namaz kılanları da zikredilen üstünlüklerin hepsinden kısmen feyz almış durumdadırlar. Huzûr-ı zâhirîye gelince, bir insan namaza başlar başlamaz tam bir sükûnetle yâni etraf ve yönlerine bakmadan ve âzâlarını gereksiz hareketlerden koruyarak Bârî Teâlâ’nın huzûrunda bulunup, dilinden dökülen kelimelerin mânâsını derinlemesine düşünmelidir. Meselâ ‘Allâhu Ekber’ deyince Hakk-celle ve alâ- Hazretlerinin her şeyden büyük olduğunu düşünmelidir. Ey Allâhım seni hamdederek bütün eksikliklerden tenzîh eylerim; Senin ism-i şerîfinin hayr ve bereketleri topladığını bilirim; Ve dahi senin azamet ve şânını itirâf eylerim; Sen’den başka bir mâbud olmadığını söz olarak ikrâr kalp olarak tasdîk eylerim; Cenâb-ı Hakk’a sığınırım; Merhamet dergâhından kovulan şeytânın desîselerinden. Cenâb-ı Allâh’ın ism-i şerîfi dilimde ve kalbimde bulunduğu halde namaza başlıyorum; Öyle Allah ki, dünyâda merhameti her bir mevcûdu içine almıştır; Âhirette ise itaatkâr olan kullarına cennet ve cemâlini ihsan buyuracaktır; Hamd ü senâ Allah –zü’l-celâl- Hazretlerine mahsustur ki; Bütün âlemin yaratıcısı, rızık vereni ve terbiye edicisi O’dur; Rahmân ve Rahîm’dir; Kıyâmet gününün Mâlik ve Meliki’dir. Herkesin gözü O’nun lütuf ve keremindedir; Allâhım, yalnız sana ibâdet eder ve yalnız senden yardım bekleriz; Bizlere hidâyet eyle; Cennete uzanan doğru bir yola; Nimetlerine nâil olan nebî ve velîlerin sülûk eyledikleri şerîat ve seçkin yola; Gazâbı hak edenlerin aynı şekilde yoldan sapan Yahudi ve Hristiyanların yoluna değil. Namaz kılan bu şekilde Fâtiha-i Şerîfe’yi okuduktan sonra istediği bir sûre daha okur. Ve Cenâb-ı Hakk’ı yüceltme makâmında rükûa gider, kendini küçültür. ‘Büyüklük yüce zâtına mahsus olan Hz. Allâh’ı bütün noksanlıklardan tenzîh eyler. ‘Allah kendisine hamd eden kimseyi işitti’ diyerek rükûdan kalkar, secdeye varır. Mâlûm ola ki kulların fiilleri içerisinde kabûl olunmaya en lâyık olan şey mahviyettir. Yâni bu, bir insan kendini hakîr, küçük, zavallı bir mahlûk olarak görmek ve her nesi varsa Cenâb-ı Allâh’ın mal ve mülkü bulunduğunu bilmektir. Secdeye varmak, yerlere kapanmak toprak ile bir olmak ise fiilen mahviyeti göstermekte olduğu gibi ‘Kuvvet, beden güç, mal ve mülk açısından herkesin üstünde olan Hz. Allâh’ı bütün noksanlıklardan tenzîh eyler ve teşehhüd için oturur. Hamd ü senâ gibi sözlü ibâdetler Hz. Allâh’a mahsustur; Aynı şekilde fiilî ibâdetler de; Mâlî ibâdetler de; hepsinin Hakk-celle ve alâ- Hazretlerine olduğunu itirâf eyler. Şunu belirtelim ki Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz Miraç gecesinde Yücelikler Sâhibi Rabbin huzûruna varınca ve bu üç yüce kelime ile hamd ü senâ vazîfesini yerine getirince Yüce Yaratıcı de üç kelime ile yâni ‘Selâm, Allâh’ın rahmeti ve bereketi Senin üzerine olsun ey Nebî’ ile mukâbelede buyurmuştur. Bunların mânâsı yâni dünyevî ve uhrevî azaplardan güven ile berâber Cenâb-ı Allâh’ın rahmet ve âfiyet ve hayr ve bereketi senin üzerine olsun, demektir. Ondan sonra Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz, Bârî Teâlâ’nın selâmına cevap olarak; ‘Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve inâyeti bize ve bütün enbiyâ ve velîlerin üzerine olsun’ tâbirleriyle durumunu arz etmiştir. Daha sonra mübârek Miraç gecesinde meydana gelen bu gibi bir sürece vâkıf olan Cibril-i Emin de ‘Cenâb-ı Allâh’ın birliğine ve Muhammed’in en mükemmel kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet eylerim, demiştir. Hz. Muhammed’in ismi anıldığında salât ü selâm getirmenin gereği açık bir şekilde ortada olduğundan teşehhüdün sonunda ‘Ya Rabbî! Rahmetini Hz. Muhammed üzerine indir. Hem de Muhammed’in akraba ve taallukâtı ile itaatkâr ümmetinin üzerine indir. Nasıl ki İbrâhim aleyhisselâm ile âline nâzil buyurmuşsun’ demeli ve bundan sonra nakille bize ulaşan duâlardan birisini okumalı. Ondan sonra namaza mahsus olan mukaddes ilâhî huzurdan çıkarak şühûd âlemine dâhil olacağı için eğer imam ise hazır bulunan cemaat ile yüce meleklere ve eğer tek başına ise sağ ve solundaki meleklere hitâben ‘Selâm senin üzerine olsun’ diyerek namaz vazîfesini îfâ eylemelidir. Cenâb-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak hazretleri İslâm muvahhidlerini başarıya ulaştırsın. Emredildikleri namazlarını tam bir huzur ve huşû ile edâ etmekle kalplerini pür nûr eylesin. Âmîn. Uyarı Hz. Muhammed Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın Cenâb-ı Hak celle ve alâ- hazretlerine arz ve takdîm etmiş olduğu mübârek sözlerden oluşan ‘Ettehıyyâtü…’ duâsını namaz kılan kimse kendi hesâbına yâni kendi tarafından takdîm eylemeli, hikâye nev’inden takdîm etmemelidir. Sonra Cenâb-ı Hakk’ın buyurmuş olduğu selâmı ve Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın ilâhî selâma vermiş olduğu cevâbı aynı şekilde Hz. Cibril’in kelime-i şehâdetini yâni bunların hepsini namaz kılanlar kendileri taraflarından kıraat eylemelidirler. Şunu da ifâde edelim ki namazın başından sonuna kadar huzur ve huşûu korumak büyük Allah dostlarının güçlükle muktedir oldukları bir husus olduğundan sıradan insanlar için bu hâlin olmayacağı açık bir gerçektir. Şu kadar ki namazın herhangi bir rüknünde olursa namaz kılan için o nisbette kabûl ümîdi şüphesizdir. Binâenaleyh namaz kılanlar imkân dâhilinde huzûr için sa’y ü gayret eylemelidirler. Es’âd-ı Erbilî’nin (k.s) Bu Mektubundan Öğrendiklerimiz:
  • İsim vermeksizin sorulan sorulara cevap vermek meseleyi yerel/kişisel olmaktan çıkarıp evrensel bir dil ve üslûb kullanarak muhataba arz etmeye vesîle olduğu için Es’ad Erbilî (k.s) burada soru soran kimsenin ismini vermemiştir.
  • Soru soran kimseye kapasite ve ilminin durumuna göre cevap verilmelidir.
  • İslâm’ı bütüncül bir bakış açısıyla anlayabilmek için İslâm târihine vâkıf olmak son derece önemli bir adımdır.
  • İbâdetlerde asıl hedef olan huşû ve huzûru elde edebilmek için kişi ilâhî huzurda olduğu bilinciyle ibâdetlerini yerine getirmelidir.
  • Müslüman açısından Kur’ân-ı Kerîm’i lafzen okumak önemlidir. Bunun ötesinde müslüman açısından asıl önemli olan Kur’ân-ı Kerîm’in mânâsını anlayıp onun gösterdiği istikâmette bir hayat yaşamaktır. Bunun için müslüman lafız, mânâ ve bir hayat kitâbı olarak Kur’ân-ı Kerîm’e vâkıf olmalı ve bütün hayâtını ilâhî emirler-yasaklar doğrultusunda şekillendirmelidir.
  • İbâdetlerden huşû ve huzur duygusuyla istifâde edebilmek için kul âcizliğini farkedip Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü düşünerek şuurlu bir şekilde ibâdetlerini îfâ etmelidir.
  • Müslüman en büyük düşmanlarından birisi olan şeytâna karşı kalbini zikir ve bedenini abdestin nûruyla korumalı ve şeytâna karşı dâimâ uyanık hareket etmelidir.
  • Müslüman ibâdetlerini Hz. Peygamber’in (sav) gösterdiği şekil, içerik ve kıvamda yapabilme gayretinde olmalıdır.
  • Me’sur duâlar müslüman açısından önemlidir. Bu sebeple Hz. Peygamber (sav) ve sahabe nesli başta olmak üzere önceki nesillerden bize ulaşan inanç, ibâdet ve ihlâsa dâir her güzelliğe sâhip çıkılmalıdır.
  • Söze duâ cümleleriyle başlanıldığı gibi yine duâ cümleleriyle söz sona erdirilmeli.
[1] Ankebut 29/45. [2] Müminun 23/1-2. Güncelleyen: Fatih Çınar

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak