Ara

Kürtçülüğe Karşı Bediüzzaman’ın Duruşu

Kürtçülüğe Karşı Bediüzzaman’ın Duruşu
Yüzyıllardır hilâlin bereketli topraklarında barış ve kardeşlik içinde yaşayan Müslüman Türk ve Kürt kardeşler, 20. yüzyılın başlarından itibaren etnik bir fitnenin/çatışmanın içerisine çekilmek istendi. Aralarına kavmiyetçilik duygusu sokularak îmânî müştereklerden ve ümmet bilincinden kopup İslâm kardeşliği, birlik ve dayanışma ruhundan ayrılmaları arzulandı. O zamandan beri Kürt Devleti senaryoları Türkiye’nin kâbusu ve kırmızıçizgisi olmaktan çıkmadı. Oysa bu bir hayal; tabanı olmayan, Kürt halkının ezici çoğunluğunun desteklemediği, tarihteki emsalleri gibi ölü doğmaya mahkûm sunî/karton bir devlet... Maalesef ibret alınmadığı için tarih misliyle tekerrür etmekte, geçen yüzyılın başında yaşanan benzer oyunlar, aktörleri ve figüranları değişmiş bir halde yeniden sahnelenmektedir. Bu ‘bölücülük oyunu’ geçmişte tutmadığı gibi inşallah bugün ve gelecekte de tutmayacaktır. İşte Kürt Devleti sevdasının ‘tutmayan’ kısa tarihçesi, Kürt halkının ve o bölgeden çıkan Bediüzzaman Said Nursî’nin bu çabalar karşısındaki sağduyulu duruşu ve güçlü tepkisi: SİYASÎ ÇABALARIN ‘KISA’ TARİHÇESİ Kürt devleti kurma fikri ilk defa 1917’de “Kürdistan Bağımsızlık Partisi”nin kurulmasıyla gerçekleşmiştir. İngilizlerin himayesinde devlet kurma düşüncesini Temmuz 1918’de İngiliz Yarbay Kennion’a ilk defa teklif eden Sa­vuçbulaklı Mukrilerin şefi olmuştur. Ekim 1918’de Kürt Şerif Paşa, Sir Percy Cox’a Londra’da benzer bir teklifte bulunmuştur. İngilizler, asırlarca birlikte yaşamış Müslüman Türk ve Kürtleri birbirinden ayırmak ve ‘kardeş kavgasına’ sürüklemek için kavmiyetçiliği tahrik ederek din bağını kesmeyi amaçlamışlardır. İngiltere Kürt meselesini 1919’daki Paris Konferansı’na taşıyarak, Osmanlı’ya karşı milletlerarası siyasî problem haline getirmiştir. 1920’deki Sevr Antlaşması Projesi ile de tarihte ilk kez “Kürdistan Devleti”, emperyalist devletlerin gayretleriyle milletlerarası bir anlaşmaya sokulmuştur. Bu süreçte Seyit Abdülkadir ve Şerif Paşa’nın devlet kurma çabalarına Müslüman Kürt halkı hep tepki göstermiş ve sağduyulu bir tavır sergilemiştir. Bu konuda Doğu vilayetlerinden İtilaf Devletlerine çekilmiş telgraflara bakmak yeterlidir. Mesela Erzincan’daki aşiret liderlerinin Fransız Yüksek Komiserliğine gönderdiği protesto telgrafı şöyledir: “Kürtlük ve Türklük bir bütündür. Birbirlerinin öz kardeşi ve din kardeşidir. Her iki toplum için vatan birdir. Osmanlı İslâm topluluğundan ayrılmak, hiçbir zaman düşünce ve hayallerimizden geçmez. Dünyanın sonuna kadar bu topluluk içinde yaşayacağız.” TBMM’nin Kasım 1922’deki celsesinde ise Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mar­din, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekilleri şunun altına imza atmışlardır: “Türk, Kürt bir kütle-i vahidedir. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur.” BEDİÜZZAMAN’DAN OYUNLARIN İÇYÜZÜNE DAİR DERSLER Birinci ders: Kürt devleti kurma gayretlerine karşı en büyük tepkiyi gösterenlerin başında bölgenin muteber âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursî gelmiştir. Hayatı boyunca Kürtçülük faaliyetinin aleyhinde tutum sergilemiş, bunların İslâm Ümmeti’ni ‘Firenk illeti’ menfi milliyetçilikle parçalamaya yarayacağını savunmuştur. Bölücülüğe geçit vermemiş, vatanına ve devletine (şahs-ı manevisine) sadık kalmıştır. Bölücülüleri; ‘birkaç akılsız kavmiyetçi’, ‘mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe girenler’, ‘bedbaht hamiyetfürûşlar’ gibi ifadelerle vasıflandırmıştır. 23 Aralık 1920’de Vakit ve İkdam gazetelerindeki yazılarıyla devlet sevdalılarını protesto etmiştir: “Kürtler, İslam camiasından ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka özel maksatlar altında hareket eden ve Kürtlük adına söz söylemeye yetkili olmayan beş-on kişiden ibarettir... Kürtlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslüman’dırlar... İslâm, İslâm kardeşliğine aykırı olan kavmiyet davasını yasaklamıştır... İslamiyet, herhangi bir ırkın diğer bir İslam unsuru aleyhine olarak menfi surette ayrıl­masını kabul etmez. Binaenaleyh Kürtleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, İslam’ın esaslarına muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibaret. Hakiki Kürtler, kimseyi kendilerine savunma vekili olarak kabul etmiyorlar... Kürtler.. muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler.” KÜRT DEVLETİ FİKRİNİ HEP REDDETTİ! İkinci ders: Bediüzzaman’ın yürüttüğü iman hareketi içerisinde Kürtçülük hareketlerine mani olmak için olağanüstü gayret sarf ettiğini, müspet hareket ederek dini-içtimai birliği sağlayıcı irşat ve ikazlarda bulunduğunu tarihi hakikatler ispatlamaktadır. O hayatı boyunca “tam bir Osmanlı” olarak kalmıştır. Osmanlı’nın büyük sancılar yaşadığı günlerde Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir’in devlet kurma teklifini sert biçimde reddetmiştir: “Kuran-ı Kerim’de, ‘öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’.. beyan-ı İlâhî karşısında düşündüm ki bu kavmin bin yıldan beri Âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.” Devrin yazarlarından Mevlanzâde Rıfat’ın teklifini de geri çevirmiştir. Şeyhülmuharririn Konsolidçi Asaf Bey’in tanıklığı şöyledir: “Mevlanzâde’nin Kürdistan kurma teklifini reddediyor; “Rıfat Bey, Kürdistan teşkil etmek değil, Osmanlı İmparatorluğunu ihya ede­lim. Bunu kabul edersen canımı bile feda ederek çalışırım” diyordu… Mustafa Paşa (Divan-ı Harbi Örfi Reisi), Mevlanzâde’ye “Rıfat Bey, sen yanlış düşünüyorsun. Bediüzzaman doğru söylüyor. Kürdistan kurmak değil, Osmanlı’yı yeniden kurmak lazımdır” dedi.” Üçüncü ders: Şeyh Sait’in 1925’teki isyanına ve destek taleplerine şiddetle karşı çıkanlardan biri yine Bediüzzaman’dır. Şark’ın büyük bir fitneyle kaynadığını engin ferasetiyle hissetmiş ve etrafındakileri sükûnete çağırmıştır. Böyle tehlikeli bir hareketin dinî-millî varlığımızı parçalayacağı uyarısını yapmıştır. Şeyh Sait’i “Türk’ü Kürd’e, Hasan’ı Hüseyin’e mi kırdıracaksınız?” diyerek ikaz ettiği gibi onu irşat etmeye yönelik şu mektubu göndermiştir: “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmıştır… Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslüman’ız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştıramayız. Bu şer'an caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân ve îman hakikatleriyle, tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olabilir.” Hülasa Kürtlerin, bölücülerin oyunlarına gelmeme ve tarihteki basiretli duruşlarını sürdürme konusunda, bölgenin “akil adamı” olarak herkesten çok Bediüzzaman’ın kanaat, tavır ve tepkisinden çıkartacakları hayatî dersler olduğu muhakkaktır.1 Dipnot: 1) Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Ankara, 1987; Rauf Orbay’ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz Dergisi, c.15; Lucien Rambout, Kürdistan (1918-1946), İstanbul, 1978; Zekeriya Yıldız, Kürt Gerçeği, İstanbul, 1992; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1973; Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolisi, Ankara, 1970; Mahmud Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti, Ankara, 1971; Sadık Albayrak, Siyasi Boyutlarıyla Türkiye’de İslâmiyet’in Doğuşu, İstanbul, 1989; Mülâkat, Nurculuk Hakkında, İstanbul, 1976; Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, İstanbul, 1991. Geniş bilgi için bkz. İsmail Çolak, Kürt Meselesinin Açılımı, 6. Baskı, İstanbul, 2009, Nesil Yayınları. İsmail Çolak*

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak