Hz. Mevlânâ, meşhûr eseri Mesnevî’sini, Keşşâfu’l-Kur’ân/Kur’ân’ın tefsîri, Mağz-ı Kur’ân/Kur’ân’ın özü diye tanıtır. Kur’ân’ın ilk emri Oku olduğu halde o Mesnevî’sine Bişnev/Dinle diye başlar. Bişnev kelimesinin ilk harfi bâ, besmelenin ilk harfini hatırlatır. O, dinle neyden, diye söze başlar. Çünkü dinlemek ilim ve irfân için son derece önemlidir. Tabii ki bu dinleme hem baş kulağı ile hem de gönül kulağı ile olacaktır. Baş kulağı ile söylenenler dinlenecek, gönül kulağıyla onlar değerlendirilip gereği yerine gelecektir. Onun için Kur’ân’da üzünün vâiye/anlayan kulaklar ifâdesinin kullanılması oldukça dikkat çekicidir. Su taştığı vakit, size bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır.1 Anlayışlı kulaklar… Aslında insan kulağı ile işitir, aklı ve gönlü ile anlar. Ama âyette dinlemekten asıl amacın anlamak ve gereğini yapmak olduğu vurgulanmak özere anlayışlı kulaklar ifâdesi kullanılarak dinlemedeki asıl amaca vurgu yapılmıştır.
Pek çok Kur’ân âyeti işitme duyusuna vurgu yapar ve duyup dinledikleri hakîkatleri kabûle yanaşmayanları kulakları tıkalı, sağırlar olarak niteler. Onlar bu nimetlere şükretmesini bilmeyenlerdir:
Oysa, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O'dur. Pek az şükrediyorsunuz.2
And olsun ki cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hattâ daha sapıktırlar. İşte bunlar gāfillerdir.3
O münâfıklar/kâfirler sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doğru yola dönmezler.4
Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.5 İşte, Allâh’ın lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır.6
Kur’ân özelikle âyetlerinin okunduğu zaman dinlenilmesini emreder. Aslında onun bu emri hakîkat çağrısına gönül kulağını vermek, gerçeği kaynağından doğru bir şekilde öğrenmek ve öğrendiklerinin gereğini yapmaya yöneliktir:
Kur’ân okunduğu zaman ona kulak verin, dinleyin ki merhamet olunasınız.7
Ey insanlar! Size çarpıcı bir misâl verilmektedir, şimdi onu dinleyin.8
Aralarında hüküm verilmek üzere Allâh’a ve peygambere çağrıldıkları vakit: «İşittik, itāat ettik» demek, ancak mü’minlerin sözüdür, işte saādete erenler onlardır.9
De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur’ân'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir: «Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’ân dinledik de ona inandık. Artık biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.»10
Gerçek mü’minler çağrıyı dinleyip ona uyan kimselerdir:
Peygamber ve mü’minler; işittik, itāat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş Sanadır, dediler.11 Rabbimiz! Doğrusu biz Rabbinize inanın diye îmâna çağıran bir çağrıcıyı işittik de îmân ettik.12
İnkârcıların Kur’ân’ı dinlememe konusundaki taşkınlıkları da kınanır: İnkâr edenler: «Bu Kur’ân'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız» dediler. İnkâr edenlere çetin bir azap tattıracağız. İşledikleri en kötü işlere karşılık onların cezâsını vereceğiz.13
Nûh dedi ki: Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sâdece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu ben Senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.14
Dinlemekteki asıl amacın doğruyu öğrenip gereğini yerine getirmek olduğu da ısrarla vurgulanır. Zîrâ hakîkat düşmanı nice insan vardır, gerçeğin sesini kısmak ister, nicesi de vardır gerçeği dinlememek için kulağını tıkar yâhut gerçeğin konuşulduğu meclislerden uzak durur, bir kısmı da dinler fakat dinlediklerinin gereğini yerine getirmez. Bunların hepsi kınanmıştır Kur’ân’da:
Ey inananlar! Allâh’a ve peygamberine itāat edin, Kur’ân'ı dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde «dinledik» diyenler gibi olmayın.15
İnsanlığın önderleri olarak seçilen Peygamberler, günahlardan korunmuş mâsum kimseler oldukları gibi, fizikî kusurlardan da sâlim kimselerdir. Sözgelimi Hz. Ya’kûb gibi geçici bir süre görme duyusunu kaybeden peygamber olduğu halde, peygamberler için sağırlık hiç söz konusu olmamıştır. Zîrâ sağırlık aynı zamanda konuşma özürlü oluşu/ahraslığı da berâberinde getirir.
Âyetlerde işitme nimeti, görme nimetinden önce zikredilmiştir. Çünkü işitme nimeti görme nimetinden çok daha büyük ve önemlidir. Zîrâ nice gözü görmediği halde pek çok şeyi bilen, ezberleyen, konuşan, anlatan insan vardır. Ama işitmediği için öğrenemeyen yâhut konuşamayan nice insan vardır. Onun için işitme engellilerin eğitim öğretimi, görme özürlülere göre çok daha zordur. Elbette Yüce Yaratıcının bizlere bahşettiği her nimet önemlidir, şükrü yerine getirilemeyecek kadar değerlidir. Biz insanı en güzel şekilde yarattık.16 And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık.17 Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi?18
Eğitimde dinleme son derece önemlidir. Şöyle bir hikâye anlatılır: Bir kişi ilk defa bir sohbete gider arkadaşıyla. Meclise katılanlar halka hâlinde oturmuşlar ve başları yere eğik bir halde sükût etmektedirler. Meclisin lideri de tesbîh elinde sükût etmektedir. Zîrâ insan dinlemesini, ama önce kendini dinlemesini bilmelidir. Uzun süren sessizlikten sonra meclise yeni katılan dayanamaz ve şöyle der: Konuşsanıza be birâder! Tesbîh elinde olan hoca, yavaşça başını kaldırır ve adama: Anlayamadın mı? diye sorar! Adam, ne anlattınız ki anlayalım, deyince hoca cevâbı yapıştırır: Bizim sükûtumuzdan anlayamayan, konuşmamızdan hiçbir şey anlamaz.
Yüce Yaratıcı, insana iki kulak bir ağız vermiştir. İnsan, en az iki kere dinlemeli, bir kere konuşmalı. Bu yüzden, söz gümüşse sükût altındır, der atalarımız. Çok mal haramsız çok söz yalansız olmaz diyen de onlardır. Peygamberimiz de Allâh’a ve âhirete îmân eden, ya hayır söylesin yâhut sükût etsin19 buyurarak konuşma sorumluluğumuzu bize hatırlatır. Yine O, bana şu iki organınızı istikāmette kullanacağınıza söz verin, ben size cenneti garanti edeyim: Onlar, iki dudağınızın arası konuşmanız ve iki bacağınızın arası nâmusunuzdur!20
Tabiidir ki insan konuşması gereken yerde konuşmalıdır. Özellikle hakkı söyleme konusunda hiçbir şey onu engellememelidir. Elbette kişinin nerede neyi nasıl söyleyeceği önemlidir. Ama bu, hakîkati söylemekten kişiyi alıkoymamalıdır. Gerçeği tam olarak bilen kişinin, bildiklerini her fırsatta dile getirmesi onun için bir sorumluluktur. Nitekim Hayat Düstûrumuz Kur’ân, bildiklerini gizleyenleri kınarken; Peygamberimiz de her şartta hakkı haykırmanın gereğine dikkatlerimizi çekmiştir:
Gerçekten indirdiğimiz belgeleri ve doğru yolu Kitap'ta insanlara açıkladıktan sonra, gizleyen kimseler var ya, onlara hem Allah lânet eder, hem lânetçiler lânet eder.21 Gerçekten, Allâh’ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azap vardır.22
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şâyet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin ki bu îmânın en zayıf derecesidir.”23
“En fazîletli cihat, zālim sultānın karşısında adâleti söylemektir.”24
O halde Yüce Allâh’ın bize bahşettiği nimetlerin kıymetini bilelim. Onları, nimetin asıl sâhibi Yüce Allâh’ın ölçüleri doğrultusunda kullanalım. Duyu organlarımızın insan olarak bize bahşedilmiş büyük nimetler olduğunun farkında, onları yerli yerince kullanarak onlarla Rabbin rızāsını kazanmaya çalışalım. Onların bizde emânet olduğunun ve hesap gününde emânete riāyet edip etmemekten sorgulanacağımızın bilincinde, onları hakkın hizmetinde kullanalım. Konuştuklarımızdan sorgulanacağımız gibi, konuşmadıklarımızdan da sorgulanacağımızı unutmayalım. Zîrâ organlarımıza değer kazandıran Hakk’ın emrinde kullanılmasıdır. Göz odur ki Hakk’ı göre, kulak odur ki Hakk’ı duya, dil odur ki Hakk’ı diye, gönül odur ki Hakk’a teslîm ola, can odur ki Hakk’a kurbân ola! Rabbim Hakk’ın emânetini Hakk’ın yolunda kullanmayı bizlere lütfeylesin.
İşte hesap gününden, hiç unutmamamız gereken bir tablo:
Sonunda oraya varınca, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde şâhitlik ederler. Derilerine: «Aleyhimize niçin şâhitlik ettiniz?» derler. «Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan O'dur ve O'na döndürülüyorsunuz» cevâbını verirler. Siz, gözleriniz, kulaklarınız ve derilerinizin aleyhinize şâhitlik edeceğinden korkarak kötü iş işlemekten çekinmiyordunuz. Hayır; Allâh’ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz. İşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti de hüsrâna uğrayanlardan oldunuz.25
Rabbim, bize bahşettiğin organlarımızı, hesap gününde aleyhimize değil, lehimize şâhitlik edecek şekilde kullanmayı bizlere nasîb eyle!
Dipnotlar:
1 Hâkka 69/11-12.
2 Mü’minûn 23/78; Secde 32/9.
3 A’râf 7/179.
4 Bakara 2/18, 171; Enâm 6/39.
5 Enfâl 8/22.
6 Muhammed 47/23.
7 A’râf 7/204.
8 Hacc 22/73
9 Nûr 22/51.
10 Cin 72/1-2.
11 Bakara 2/284.
12 Âlu Imrân 3/193.
13 Fussılet 41/26-27.
14 Nûh 71/5-7.
15 Enfâl 8/20-21.
16 Tîn 95/4.
17 İsrâ 17/70.
18 Beled 90/8-9.
19 Buhārî, Edeb 31, 85, Rikak 23.
20 Buhārî, Rikak 23.
21 Bakara 2/159.
22 Bakara 2/174.
23 Müslim, Îmân 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
24 Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13.
25 Fussılet 41/20-23.
Kasım 2025, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak