Bize tam aksini öğrettiler. Ne zaman âile konusuna girilse aynı klişeydi işittiğimiz: “Âile toplumun en küçük parçasıdır.” Toplumu öne alan, âileyi ikinci hattâ üçüncü plana iten bir bakış açısı. Büyüklük neye göre ve kime göre acaba?
Kütlesel bir büyüklükten bahsedilmiyorsa şâyet âilenin içinde taşıdığı dinamikler bakımından toplumdan küçük bir unsur ya da parça olduğuna kim karar veriyor? Halbuki âile toplumu oluşturan en büyük kaynaktır. O kaynak kuruduğu zaman toplum diye bir şeyden de bahsetmek zordur.
Âile demek zürriyet demektir. Zürriyet nesebi âidiyet ve mensûbiyetin temel unsurudur. Bu yüzden fesat ehli girdikleri toplumda ilk önce ekini ve nesli bozmaya çalışırlar. “O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara Sûresi, 205)
Ekin ve nesil ikisi de yeryüzünde kök salan hayâtın mahsûlüdür. Fesatçılar topraktan ve insandan neşet eden tohumu aynı anda ve aynı maksatla dejenere ederler. Hedefleri tabiatı mümbit, kadını ve erkeği anaç ve de velûd kılan özellik ve yetenekleri yok etmektir. Cinsiyetsiz toplum projesi bunun sinsi bir örneğidir. Zîrâ cinsiyetsizlik erkek ya da kadın olmaya yönelik farkındalığı ortadan kaldırıp bu yöndeki aydınlanmaya ket vurma operasyonudur. Modern dünyânın bu şebekeleri güneşin doğuşundan bir çocuğun doğuşuna kadar dünyâyı sınanma yeri kılan bütün devinimsel durumlarla savaşırlar.
Toplumun kozmopolit bir aygıt gibi görülmesi sonucu âilenin değiştirici, dönüştürücü ve de geliştirici yönü bugün maalesef göz ardı edilmektedir. Sanki bütün sorumluluk ebeveynlerden alınıp öğretmenlere verilmiş gibidir. Öğretmenler de buna güç yetiremedikleri için çocukların ve de gençlerin yetiştikleri yer kitle kültürü ve kalabalıklar olmaktadır.
Okul ve öğrencilik süresinin artması âilenin çocukları üzerindeki terbiyevî etkisini azaltmıştır. Sanâyileşme ile birlikte köylerden kentlere göç sonucu sosyolojik anlamda âile de daralma yaşamış bununla birlikte sıhriyet bağlarında da daralma kendini göstermiştir. Geleneksel âile zayıflayıp neredeyse zamanla tamâmen ortadan kalkmış ve yerini çekirdek âilelere bırakmıştır.
Çekirdek âile ekonomik ve sosyal koşulların demografiyi kontrol altına almasının bir netîcesi olarak doğmuştur. Modern mîmârî de kendisini bu duruma adapte etmiştir. Artık çocukların ve yaşlıların ortalıkta görünmez olduğu otel vazîfesi gören evlerde geceliyor insanlar. Hepsi birbirine benzeyen konutlar, aynı saatte televizyonlarının karşısında aynı şeyi izleyen milyonlarca insan.
Bozulma önce insanda başladı, sonra insanın yaptığı, ürettiği şeylerde. Suyun kirlenmesi, ekmeğin bozulması neyse insan ilişkilerinin yozlaşması da odur. Kreşler ve huzur evleri âile birliğini bozarken bu kurumların bir imkân olduğunu sandık. Çocuk sayısı düştü, yaşlılar azaldı, komşular evlerine hapsoldular.
“Çalışan Anne” şiirinde Cahit Zarifoğlu şâirimiz ne güzel özetliyordu yaşarken annesinden uzak kalan çocuğun çığlığını: “Korkunç bir fırtına çıkıyor/annem evden gidince” Bu fırtına içerisinde büyüyor çocuklar bir süre.
Evlerin nasıl imâmesi kopmuş bir tespih gibi dağıldığını Necip Fazıl’ın “Muhasebe”sinden seyrediyor gibiyiz: “Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! /Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, / Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, / Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları. /Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;/ Buyurun ve maktaından seyredin, işte evim!”
Ev, evlilik ve âile bunlar dağılınca hânelerde soğuma başlıyor. Toplum topyekûn küresel bir soğumaya mâruz kalıyor. Boşanmalar evlenmeleri solluyor. Oteller evleri kendi odası kılmayı sürdürüyor. Toplum dediğimiz aygıt yorgun bir yığından ibârettir şimdi. Âile düştüğü yerden kalkmak için tutunacak bir yer arıyor. Belki de doğrusu şudur: Toplum âilenin en küçük parçasıdır!
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak