Ara

Ölümsüzlük Özgürlüktür

Ölümsüzlük Özgürlüktür

Gazze özgür olmadıkça, hiç kimse özgür değildir!

Dünyâda bir mü’min için kazanılabilecek en yüce mârifet, en yüce kazanç, ölümsüzlük ve özgürlüktür.

Gazzeli bir gencin sözleri: "Hayâtım boyunca çitlerle çevrili bu demir kafesten çıkmak istedim. Ama savaş geldi ve bana Gazze'nin en özgür yer olduğunu öğretti. Asıl bu kafesin dışındakiler esirmiş. Gazze her zaman özgür ve güçlü bir savaşçı!"

Bu genç savaşın içinde doğdu, büyüdü. Şimdi yeryüzünün gördüğü en şiddetli soykırımı yaşarken, aslında bedenin bir yerde hapsedilmesinin gerçek bir mahkûmiyet olmadığını, rûhun ise aslâ hapsedilemeyeceğini anladı ve bunun netîcesinde ölümsüzlüğe erişti. Gazzeli bu genç, hapsedildiği demir kafesin içinde, dünyânın geri kalanında aslında var olmayan özgürlüğün, tam da orada, o demir kafes içinde olduğunu keşfetti.

Dayanılmaz işkencelere mâruz kalan Hazret-i Bilâl (ra), kölelikten kurtulduğunda şöyle haykırdı: “Ben çok az verdim, halbuki Allah bana herşeyi verdi, ölümsüzlüğü verdi!”

Gazzeli genç de, hayâtın sırrını keşfedebildi. Gazze'nin dünyâdaki en özgür yer olduğunu anladı ve böylece Hazret-i Bilâl gibi ölümsüzlüğe ve özgürlüğe erişti. 

Bugün Filistin halkı her an ölüm tehlikesi altında yaşıyorlar ve ölüm tehdîdi geldiğinde, “Hasbünallâhu ve ni’mel vekîl” diyerek Rablerine teslîm oluyorlar. Bir Filistinli sesleniyor: “Onların topraklarını çaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Ama gerçekte siz onlara cenneti hediye ediyorsunuz. Onların hayatlarını ellerinden aldığınızı mı zannediyorsunuz? Ama gerçekte siz onlara şehitlik makāmı sunuyorsunuz. Onların mâneviyâtını çaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Ama gerçekte onların îmanlarını ve hakîkatini güçlendiriyorsunuz.”

Mü’minin îman kuvveti nereye kadar? Sonsuza kadar! Bu îman kuvvetiyle Filistin halkı ebedî özgürlük ve ölümsüzlük kazanmaktadır!

Hazret-i Mûsâ'nın mûcizelerine şâhit olan sihirbazlar da aynı tavrı sergilemişti. Allâh’a îmanlarını açıkladıktan sonra zālim Firavun, sihirbazları, ellerini ve ayaklarını çapraz olarak kesmekle tehdît etmişti. Onlar da huzur ve sükûnet içinde: “Zâten Rabbimize dönmeyecek miyiz?” demişlerdi.

Yûsuf aleyhisselâm sarayı terk edip zindânı ihyâ edip bir medreseye çevirmişti. İtikâfının nûru parıldamıştı. Zindân içinde özgürlüğe kavuşmuştu.

Dr. Haluk Nurbâki ölümsüzlük hakkında: “Biz cennetin ebedî olduğunu biliyoruz. Âyet-i kerîmede kesin olarak ‘‘Cennet ebedîdir’’ diyor. Ebedî ölümsüz demektir. Vechu Rabbike ise, Nûr-u Muhammedî'dir. Nûr-u Muhammedî ölümsüz olduğu için bu sıradan yaratılan insan, cennete intikāl ederek, ölümsüzlük sırrına kavuşacaktır.” buyurmaktadır.

En büyük özgürlük Allâh’a (cc) köle olmaktır. Asıl kölelik nefse köleliktir. İnsanın asıl özgürlüğü arzularından, dürtülerinden, kendi zulmünden kurtulmasıdır. İnsanın kendisinden fedâkârlık etmesi, onu bencillikten ve nefsinin zulmünden emîn kılar. Fedâkârlık yeni bir hayâtın ve rûhun yükselişinin zaferidir.

Bakımevinde yaşamak zorunda olan bakıma muhtaç insanlar, dışarıdan bakıldığında sakat olmalarına rağmen, içlerinde sağlam bir ruh taşıyorlar. Bu halleriyle ilâhî bir huzûru yansıtmaktadırlar. Onların bedenleri yataklarına bağlı, yalnız ruhları özgürleşmiş. Bizler ise dışarıdan sağlam ve güçlü görünmemize rağmen, iç dünyâmızda aslında hastalıklı ve sakat bir hayat yaşıyoruz.

"Bedendeki kusur ve eksiklikten ziyâde aklın eksikliğinin daha büyük bir hastalık olduğunu" belirtiyor Hazret-i Mevlânâ. Akıl noksanlığı en kötü hastalıktır. Aklı iyi kullanmamak, sağduyu noksanlığı kötülükleri çeker, kişinin hem dünyâsını hem âhiretini mahveder. Akıl noksanlığı olan kişi edebi olmayan kişidir. Mevlânâ Hazretleri bizlere bir öğütte bulunuyor: “Allah’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allâh’ın lûtfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyâyı ateşe vermiş olur. İçine kasâvetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir. Edebten dolayı bu felek nûra gark olmuştur: Yine edebten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.”

İmtiyaz Süleyman, dünyâ çapındaki bir insânî yardım kuruluşunun kurucusu, bugün hem insanlığın durumu, hem de Filistin halkının içinde bulunduğu durumla ilgili çarpıcı bir açıklama yapıyor: “Sana kim bakıyor? Siyonistler mi? Siyonist Lobisi mi? Kimden korkuyorsun? Gazzeli bir gencin haklı olduğunu görüyorsun. Gazze'nin işgāl altında olduğunu düşünüyorsun, oysa dünyâdaki tek özgür yer Gazze imiş, dünyânın geri kalanı zihinsel işgāl altında. Bu savaş Gazze'yi özgürleştirmek için değil, dünyâyı özgürleştirmek için. Gazzeliler zâten özgürler, dünyânın geri kalanının korkuyla köleleştirildiği gibi onlar korkunun kölesi değiller. Her zaman özgürdüler, hiçbir şekilde korkmuyorlardı çünkü inançlarının gücü bu.”

Sultan Yıldırım Bâyezid; “Yenilmekten korkan dâimâ yenilir” buyurmaktadır. Korku ve panik içinde kaldığımızda, her türlü şer güçler kalbimizi işgāl etmeye başlar. Korkularımızdan emîn olmak için tefekkür etmek gerekir. Tefekkürsüz kalb, hazînesini kaybedip şeytānın vesveselerine kukla olur, şuursuzluğa, duyarsızlığa ve cehâlete düşer. Korkumuzu yenip kendimizle dürüstçe yüzleşmek en önemli amacımızdır. Kişinin kendisiyle barışık olması, iç huzûra, dengeye, güvene, özgürlüğe, selâmete ulaşmasıdır. En nasipsiz kişi ise karanlığı tercîh edendir.

“Tek özgür yer Gazze imiş, dünyânın geri kalanı zihinsel işgāl altında!” diyor İmtiyaz Süleyman. Eskiden bir salgın hastalık başladığı zaman milyonlarca insan hayâtını kaybediyor ve bunun önü alınamıyordu. Şimdilerde ise bu salgın hastalıklar zihinlerimizde oluşmaya başladı ve sınır tanımıyor. Anlamsız, mekanik ve uyuşturulmuş bir toplum hâline geldik. Şeytānın şer güçleri akılları ve kalpleri işgāl etti. Şâhit oluyoruz ki hiçbir zaman müslümanların bu kadar esâret altına alındığı görülmemiştir. Kalbimizin de işgāl altında olduğunu görmekteyiz. Kalplerimizi istilâ edip oraya yerleşen şeytan, idoller, kirler, tozlar, mânevî hastalıklar, kısacası “şirk” tarafından işgāl edilmiş durumdayız.

Ayçin Kantoğlu da bu minvâlde kıymetli yorumlar yapıyor: “Hakîkaten Gazze şu savaşı kazansın da, sonra da gelip bizi bir kurtarsın. Şu dünyâda savaşan tek bir avuç Müslüman var orada. Allah onları zafere kavuştursun. Ama onların dışında Müslümanlar yenilmiştir. Müslümanlar yeniktir. Görünen o ki Gazze dışında dünyâda her yer işgāl altında. Hepimiz işgāl edildik. Bununla nasıl başa çıkacağız?”

Biz nasıl kardeş olabiliriz? Kimimiz Filistin'de doğdu, kimimiz Ürdün'de, kimimiz Amerika'da, kimimiz Türkiye'de. Irklarımız farklı, dillerimiz farklı, āilelerimiz farklı. Bizi ne kardeş eder? Peygamberleri ne kardeş etmişti? Her birinin bir mensûbiyeti vardı, bir ırkı vardı. Bir topluma geldiler. Hazret-i Peygamber dedi ki, "Biz hepimiz kardeşiz." Çünkü kaynakları birdi. Müslümanların birliği böyle bir birliktir. Bir bütünleşme değildir. Kaynağa bakmak ihtiyâcımız var. Kaynağa bakmayı örten batı kaynaklı düşünce biçimlerinden zihnimizi yıkamaya ihtiyâcımız var. Suyla abdest almadık. Bak kanla aldırıyorlar.”

Habîb-i Edîb-i Kibriyâ aleyhi’s-salât ü ve’s-selâm bunu şöyle açıklamaktadır: “Dünyâ mü’minin zindânı, kâfirin cennetidir.” “Bu dünyâ, âhireti dileyenler için arzulanmayan ve zahmetli bir yerdir. Âhiret ise bu dünyâyı dileyenlerin arzulamadığı bir yerdir ve onlara verilmeyecektir.”

Bu dünyâ, mü’min için bir hapishanedir. Dünyâdaki hayâtı ziyân ve israftan oluşur, zevk ve lezzet alamaz. Îman nûruyla aydınlanan bir mü’min zindanda olduğunun farkına varır ve beden hapishanesinden çıkmaya yol arar.

İnsanın dünyevî varlığında ebediyet, ölümsüzlük ve sonsuzluk için bir arzu, özlem ve iştiyak vardır. Rûhun bir özlemi var. Ruh âlemini, “Kālû belâ” meclisini özlemekte. Geldiği yere geri dönmek ister. Beden hapishanesinden çıkmak ister. 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî varlık hapsinden kurtulmak ile ilgili şu ifâdeleri buyurmaktadır:

“Eğer şekilde kalırsan sen bir putperestsin. Şeklin ötesine geç ve mânâyı yakala!”

“Allâh’a yakınlık yukarı ya da aşağı gitme değildir. Allâh’a yakınlık varlık zindânından çıkmaktır.”

''Şu varlık dikenini kendinden bir çek de içinde bin gül bahçesi bitsin!''

Ramazan ayı hakkında şiirsel bir dil ile öğütler verirken, özellikle bu hususta ısrarlı bir şekilde durmaktadır:

"Bu mübârek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zâten bu kirli dünyâya mensûp değildi, meleklerdendi, onlara ulaştı!

Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve îmân ordusu geldi, sapıklık ve îmansızlık ordusunu kırdı geçirdi!

Bizi kötü işlere, günahlar işlemeye teşvîk eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindânının kapısı kırıldı; can, nefsin esâretinden kurtuldu, mi’râca çıktı, Sevgiliye kavuştu!

Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yûsuf aleyhisselâm kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!

Îsâ aleyhisselâm isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duāsı kabûl edildi! Sen de nefsânî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü gökyüzünden mânevî yemeklerle dolu sofra geldi ve can sofrası kuruldu!"

Şems-i Tebrizî güzîde misâlini Hazret-i Ebûbekir Efendimiz (ra) üzerinden anlatıyor: “Eğer birisi ölünün yeryüzünde nasıl yürüdüğünü görmek istiyorsa Ebû Bekir Sıddîk’a baksın. O kirli bir çöp kutusundan kurtulup tertemiz cana can katan suyun sohbetine erişti ve Allah kulu olan o denize (Muhammed’e) kul oldu.”

Muhammed Esed bu hususta bizlere muhteşem öğütte bulunuyor: “Çok şükür Batı medeniyetinin ışığı benim gözlerimi kamaştıramadı. Çünkü benim gözüm Medîne-i Münevvere sürmesiyle sürmelenmiştir. Evet, ben Avrupa'da yıllarca tahsil gördüm, uzun müddet o fırının içinde kaldım. Fakat çıkarken Hz. İbrâhim'in Nemrut'un ateşinden çıktığı gibi tertemiz çıktım. Bütün etrâfım, gül-gülistan oldu.”

Selmân-ı Fârisî, müslümanın hakîkî zenginliğini, hakîkî özgürlüğünü, hakîkî kurtuluşunu çarpıcı bir şekilde anlatıyor: “Ben İslâm oğlu Selmân’ım. Ben dalâletteydim, Allah beni Muhammed Aleyhisselâm ile hidâyete erdirdi. Ben fakirdim, Allah beni Muhammed Mustafâ’yla zenginleştirdi. Ben köleydim, Allah beni Muhammed Mustafâ’yla özgürleştirdi.”

Her hakîkî mü’minden beklenen şey, bu varlık mertebesini terk edip, bu dünyânın sınırlarını aşmaktır. Bu çemberi bir kez kırdığımızda, bir daha geri dönüş yoktur. Çünkü Allâh’ın çekim gücü insanın ihtiyârını elinden alarak karşı konulmaz bir hal alır. Allâh’ın karşı konulmaz kuvveti karşısında âciz kalmış kişilere, Kur’ân’a göre: “Rabbimiz saf bir içecek ikrâm eder.” (İnsan, 21.)

Dünyevî olana gözleri kapatmadan âhiret gözlerini açamayız. Kalpdeki şirkleri kırmadan nûrun güzelliklerini göremeyiz. Benlik erimeden mahviyet sırrına kavuşulmaz. Dünyâyı boşamayan kulluk makāmına erişemez.

Dünyâyı boşayıp, dünyâya olan bağlılığı kesilince insan daha büyük bir takvâ, aşk hazînesi, ilâhî farkındalık kazanır ve nihâyet ebedî özgürlüğe erişir.

Mayıs 2025, sayfa no: 26-27-28-29

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak