Hakk Teâlâ sözüne, Rasûlün sünnetine İnanmayan ümmete, ümmet demez Muhammed Ahmed Yesevî (ö. 562/1166)
O Rasûl-i ümmî-yi Kuraşî, Fil senesi Rebîülevvelin 12. gecesi Mekke-i Mükerreme’de yetim olarak şeref-bahş-i âlem-i vücud oldu… Bir yetimin, bâ-husus fakir bir ailenin muavenetiyle geçinir bir yetimin kendiliğinden bu mertebe-i bâlâ-terîn-i kemâle vusulü, te’dîb-i ilâhî, terbiye-i Süphâni ile değil de nedir?
Bir mektebe oldu kim müdavim: Allah idi zatına muallim
Babanzade Ahmed Naim’in (1872-1934), “Sıdk-ı Muhammediyye’nin Tarihen Sübûtu”
Rebiu’l evvel ayının bu 12. gününde, önce kendimin sonra sizlerin mevlit kandilini kutlarım. Bizlere böyle mübarek bir güne tekraren eriştirmekle lütfeden Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler olsun. Rabbimizden dileğimiz o dur ki İslam âlemi olarak bu mübarek günü, Allah’ın ve Sevgili Rasulü’nün (sav) razı olacağı şekilde geçirelim. Yine Rabbimize niyazımız o dur ki bu mübarek gece, İslam ümmeti olarak birliğimize, beraberliğimize vesile olduğu gibi üzerimize kurulan tuzakların ve dağınıklığın giderilmesine de vesile olsun. Gazze’deki kardeşlerimiz muzaffer olsunlar. Nebî (sav)’in bizlere: “Benden sonra, birbirinin boynunu vuran kâfirlere benzemeyin” uyarısını hatırlayarak sözlerimize başlayalım.
Mevlit Kandili münasebetiyle hemen her sene bu günlerde “Mevlid Kandili” diye bir kutlamanın İslam’da yerinin olmayacağına dair tartışma ve çekişmeler yenileniyor. İçimizden bir grup, kandil adı altındaki bu kutlamaların, özellikle de Mevlit Kandilinin bid’at olduğunda ısrar ediyorlar.
Öncelikle her sene, tekrar tekrar bu tartışmayı alevlendirenlerin gerçekten hakikate ulaşmak isteyip istemedikleri konusundan emin olamıyoruz. Görünen o ki onlar, bu tartışmanın kendisini tartışmayı seviyorlar. Adeta Mevlid Kandilini kutlamanın meşru olduğuna dair bir ayet inse yine kabul etmeyecekler veya Nebi (sav) tekrar dirilse ve bunu kutlamanın caiz olduğunu söylese, yine caiz olmadığında ısrar edecekler. Bu iddiamızın sebebi, onların bu ve benzeri ihtilaflarda takip ettikleri yöntemdir. Şayet gerçekten bu konu hakkında hakikatin peşinde olsalardı, geçmiş ulemanın yaptığı gibi kendilerinin müçtehit kabul ettikleri kişilere giderler ve konuyla ilgili olarak bir delil sunma imkânları olurdu. Diğer taraftan bu gecelere önem vermenin bid’at olmadığını iddia eden bizler de kendi müçtehitlerimize gider ve delillerimizi sunardık. Nitekim tarihimizde nice çözülmez zannedilen ihtilafların bu şekilde çözüldüğüne şahit olmaktayız.
“Rasulullah (sav)’in doğum gününü kutlamak, bid’at ve haramdır!” diyen grup, geçmiş ulema gibi ilim edebini takmamakta, sadece bu tartışmayı devam ettirmekle kalmayıp, gözlerine kestirdikleri gençleri de kendi saflarına çekmeye çalışmaktadırlar. Netice olarak çok kolay bir şekilde çözümlenecek olan ihtilaf, çözümsüz kalmakta ve tartışma her geçen yıl büyüyerek devam etmektedir. Bu durumda bize de bu tartışmayı yapanlar karşısında siz değerli kardeşlerimizin kullanacakları, zihin açıcı birtakım ipuçları vermek düşer.
Bir Müslüman Sevincini Nasıl İfade Eder?
Dinimiz, Allah Rasulü’nün doğumuna sevinmek, bu neşeyi ve sevinci paylaşacak toplantıları, dinin “haram” kıldığı şeylerden uzak bir şekilde yaşanması şartıyla meşru görür. Özetle bu geceyi ihya etmek amacıyla yapılan toplantılar, haram bir söz ya da davranış içermemelidir.
Müslümanlar neşesini ve sevincini Allah’ı anarak belli eder. Allah’ı anmanın pek çok yolu vardır. Bu gece zikir meclisleri düzenlemek, Allah Rasulü’nün şemailini, onun siretini okumak, onu sevmenin, ona uymanın, onun ahlakıyla ahlaklanmanın önemine dair yapılacak olan hatırlatmalar, duygulara tercüman olur ve kişinin kulluk şuurunu artırır.
Mevlit kutlamalarının meşru olduğuna dair bir delil olarak Mûsâ (aleyhisselam)’ın Firavun’dan kurtulduğu günde, Allah Rasulü’nün ashabına oruç tutmalarını emretmesi gösterilebilir. İbn Abbas’ın (radıyallahu anhuma) rivayetine göre, Rasul-i Ekrem Efendimiz (sav) Medine’ye hicret ettiklerinde, Yahudilerin oruç tuttuklarını öğrenir. Bunun sebebini sorduğunda Yahudilerden şu cevabı alır:
“Bu çok büyük bir gündür. Bugünde Allah, Mûsâ ile kavmini kurtardı. Firavun ile kavmini suda boğdu. Mûsâ da buna şükür için oruç tuttu. İşte biz de bugünün orucunu tutuyoruz.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, ‘Öyleyse biz Mûsâ’ya sizden daha yakın ve evlâyız.’ buyurdu. O günden sonra Muharrem’in onuncu gününde hem kendisi oruç tuttu hem de tutulması için tavsiyede bulundu.” (Müslim, Sıyam 127) O gün oruçlu olmayanlara da akşama kadar bir şey yiyip içmemelerini söyledi.
Allah Rasulü’nün Mûsâ Peygamberin Firavundan kurtulduğu o günün kutlanmasını emretmesi, bizim de Allah’ın “Âlemlere rahmet” olarak gönderdiği peygamberinin doğumunu kutlamamızı meşru yapar. Hatta bu konuda Ebû Katâde (radıyallahu anh)’den gelen bir rivayete göre Rasulullah (sav)’e pazartesi günleri oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu: “O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür.” (Müslim, Sıyâm 197, 198)
Bundan anlaşılıyor ki Peygamber Efendimiz (sav), hem maddî hem de manevi kişiliğinin ortaya çıktığı pazartesi gününü, bu güzelliklerin bir takdiri ve teşekkürü olarak oruçlu geçirmeye çalışmıştır. Pek tabii olarak, Sevgili Peygamberimizin doğduğu ve peygamber olarak görevlendirildiği gün, biz ümmeti için de son derece büyük bir anlam taşır. Bu sebeple pazartesi günleri mümkün olduğunca oruçlu bulunmaya çalışmak suretiyle, hem Sevgili Peygamberimiz’in sünnetine uyulmuş, hem de onun bu günlere ait hatıraları yâd edilmiş olur. Zaman ve mekânların kıymeti, sahne oldukları olayların büyüklüğü ve değeri ile ölçülür. Pazartesi günü de iki cihan güneşi Peygamber Efendimiz’in doğumuna ve İslâm'ın ilk vahyine sahne olduğu için büyük bir kıymeti haizdir.
Bizler de bu günleri, Allah’a yakınlaştıracak ameller yaparak değerlendirmeliyiz. Allah Rasulü’nün şemailini okumak veya dinlemek de bir zikirdir. Onun hayatını okumak, anlamak, ahlakını öğrenmek ve uygulamak hepsi birer zikirdir. Bu gece vesilesiyle bütün Müslümanlara hayır dualar etmek, aynı zamanda düşmanlarının hezimete uğraması için dua etmek, birlik ve beraberlik için dua etmek ibadettir. Bu mübarek gün ve gece münasebetiyle Allah Rasulüne yapmış olduğumuz biatimizi yenilemek elbette ibadettir.
Amaç; Allah’ın Rızasını Kazanmaktır
Burada tekrar hatırlatmak gerekirse, bu toplantılar haramların işlendiği yerler olmamalıdır. Haram davranışlar barındırmamalıdır. Deniyor ki bazı yerlerdeki toplantılarda dinin esasıyla ters düşen çirkin şeyler yapılıyor. Mesela erkeklerle kadınlar iç içe, sazlı sözlü toplantılar tertip ediliyor. Bizler bu gece sevinelim, kutlayalım derken elbette bunları kastetmiyoruz. Bizim kastettiğimiz bugünlerde öyle bir amel işleyelim ki bu, bizim Allah’a yakınlaşmamıza bir vesile olsun.
Allah Rasulü Hiç Kutlamadığına Göre Bizim Kutlamamız Haram Olmaz Mı?
Yine bugünü kutlamayı bid’at gören kardeşlerimiz şöyle bir önermeyle iddialarını kuvvetlendirmeye çalışıyorlar:
“Bu gecenin ne fazileti ne de kutlanması hakkında hiçbir rivayet yoktur! Rasulüllah (sav)’in doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de tâbiîn kutlamamışlardır! Bu bakımdan Mevlid-i Nebevi’yi kutlamanın dini yönden hiçbir dayanağı yoktur! Şayet Mevlid-i Nebevi’yi kutlamak, dine uygun bir şey olsaydı, Rasulullah kendisi bunu yapardı veya kendisi yapmasa bile ümmetine bildirirdi.”
Bunun cevabı şudur:
Öncelikle Allah Rasulü bir hadislerinde: “Benim sizin anlayış ve kavrayışınıza bıraktığım konularda siz de beni kendi halime bırakın.” (Buhârî, İ'tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131)
Herkesin bildiği, ittifak ettiği bir usul kaidesi şöyledir:
“Allah Rasulü’nün yapmayı terk ettiği bir fiil, onun haram olduğunu göstermez.”
Mesela Nebi (sav) kaşıkla yemek yemedi. Çünkü eliyle yemeyi tercih ediyordu. Sofrada yemek yemiyordu. Bunun yanında pek çok yiyeceği hiç yemedi. Bu durumda bunlara “haram” diyebilir miyiz?
Gece namazı mesela, Allah Rasulü belli bir miktar namaz kılıyordu. Peki, bunun üstüne çıkmak mümkün değil midir? Elbette mümkündür.
Herhangi bir şey, sadece Allah Rasulü’nün terk etmesiyle haram olmaz. Haram olması için bu konuda bir başka delil olması gerekir.
Allah Rasulünü anmak, Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olmalıdır. Yukarıda ifade edildiği üzere Allah Rasulü, Mûsâ’nın Firavundan kurtulduğu gün neşelendi ve bunu oruç tutarak kutladı. Burada etken olan şey, o güne dair sevincin ifadesiydi. Buna göre oruç tutmak, bir sevincin ifadesidir. Bir Müslüman, diğer ibadetlerden biriyle de sevincini ifade edebilir. Mesela namaz kılabilir, sadaka verebilir, salavat getirebilir, Şemail-i Şerif okuyabilir, hadis-i şerif okur.
Böyle günler ve geceler, kalbinde Allah ve Rasulü’nün sevgisi bulunanların duygularını harekete geçirmeye vesile olur. Mesela bir anne, çocuğunun oynadığı mekânı veya birlikte gezdikleri yerleri görünce heyecanlanır, hatıraları zihninde canlanır. Bir baba çocuğuyla gittiği camiyi, onun namaz kılarken yaptığı hareketleri hatırlar ve duygulanır. Onun (sav) sevgisini yürekten hissetmek, duygulanmak, sahih bir imanın ifadesidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, bu vesile ile Allah’ın rızasını kazanmak olmalı, haramlardan uzak durmalıdır.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak