Ara

Mahzen-i Nur

Mahzen-i Nur

Hacı Hasan Efendi(ks) edeb erkân âbidesi. Sağlam îtikad, temel taşı. Bu sağlam zemîne yāni şer’î esaslara oturtur hayâtının her safhasını. 

Şeyh Mustafa Hulusi Efendi’nin(ks), intisâbında aradığı şart şer’î edeblerdir. Dergâh-ı Es’ad’dan gelen laz İbrahim Efendi’ye bunun için intisâb etmemiştir. Abdestte farzlara dikkat ettiği kadar edeblere de riāyet etmesini istemiştir. 

Ebû Ali ed-Dekkāk(ks) “İbâdetler cennete, ibâdette edeb Cemâlüllâh’a kavuşturur.” buyurmuştur.

Va’z ve sohbetlerinin ana tema’sı itikādî konulardı. En çok okuduğu hadîs-i şerîf şudur:

"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necât olacaktır." buyurmuş Efendimiz(sav).

Ashab sormuşlar: "Yâ Resûlallâh, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?"

Şöyle cevap vermiş: "Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yāni Ehl-i sünnet ve cemâat mensuplarıdır."  

Dedemin huzûrunda gözyaşlarını tutamayan birinin bu hâli hoşlarına gitmez. Sebebini şerîata muhālif bir davranışlarında bulur. Üstâdımız, “şerîate uymayan kimse gözüme çirkin görünür” buyururlardı. 

Kazancında helâle dikkat etmeyenlerden ve hâize bir kadının hazırladığı bir yemekten dahi sakınırlardı. Riyâ kokan sofraya dahi oturmamışlardır. Günlerce dâvetten bahseden, tabak ve yemek takımlarının kalitesinden konuşulan bir sofraya oturmadan yola devâm eder. Cenâb-ı Hakk zerre kadar bir harâmı da gözüme gösteriyor buyururlardı. Envâî çeşit yemeklerin sunulduğu bir sofrada, tabaklardan birinin kaldırılmasını ister. Sebebini de içindeki haram kazancı ifâde eder. Duygulanan cemâat gözyaşlarına hâkim olamaz.

Ahmed bin Abdullah İsfehânî hazretleri buyurdu ki: "İbâdetler on kısımdır, dokuz kısmı helâl kazanmaktır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibâdetlerdir."

Haram olmasın hem yemek
Boşa gider sonra emek
Dervişi bil, “eşik” demek
Basınca râzı olman, neden

Lüzumsuz söz ve davranışlarda bulunmazdı. Hastanede yatarken bile mübârek dilleri öğüt ve nasîhatle meşguldü. Hānelerinde başlarını yastıktan kaldırır sohbet buyururlardı. “Kıtlıkta verilen lokma unutulmaz” diyerek yudum yudum içtiği sularla irşâdına devâm ederdi.

Medîne-i Tāhire’de “istirahat edin” diyen doktora, “doktor, bize istirahat et demek öl demektir” der. İnsanlara seviyelerine göre konuşur. İnancında zaafları olan bir muallime, İngiltere’den gelen bir devlet görevlisinin hidâyete erişini anlattı. Her konuda mâlûmât sâhibiydi. Hayvan ve bitkilerin yapısını inceleyen ilim dallarından biri olan anatomi uzmanına sahasına göre mâlûmât verirdi. Gökyüzü semâ haritasını açar uzaydan bahsederdi. Arabî ilimler, aklî ilimler, dînî ilimler hadis, fıkıh, ahlâkî konulardan bahsederdi. Diyânet teşkîlâtının fetvâ kuruluna yaptığı konuşma hâtıralardan silinmez. Mütevâzı bir edâ ile “karşıma ilim ehli hocalar getirin. O zaman anlarsınız bizi” derdi.

Bir gün mektebim yok diyen üstâdımız kendi şiirlerinde der ki:

İhvan, zararın gözdedir
Kalemdâr bildi özdedir
Ordan gelir söz bizdedir
Arada tercümandır bu.

Yabancı kadınlarla görüşmez, ancak bir örtünün gerisinden iştirâk ederdi hanımlar. Müstehcen kelimelerden nefret ederdi. Kadınların letâiflerini târifte, sol memenin altı tâbirinin yerine, sol veya sağ göğsün altı veya üstü diye tâlim ettiler.

Kadınla zikre oturur
‘Helâl’ der, dînin yitirir
Girdiği köyü batırır
Nâmusu korumak lâzım.

Münâsebetsiz kelimeleri babaları da, kendileri de değiştirirdi. Zarara kar, hayâlete halâvet, necisle ifâde edilen bir kabîleye ballı gibi hoş tâbirler kullanırdı. Deli demez, beyninden özürlü derdi. Hedefinde dînin şu tanımı vardı: “Din Allah Teālâ’ya tâzim, mahlûkāta şefkattir.” 

Yardım sandığı oluşturarak, muhtâcına infâk ederdi. Yetim yetâmâ, dul fakir dostuydu. Duālarında bile onların sabrını vesîle kılar mağfiret için.

Muhammed Mustafa (as)’ın özüne bağışla
Fâtıma-tüz-Zehra adlı kızına bağışla
Yetîm yetemânın yüzüne bağışla
Huzûrunda boynumuzu bükme yâ Rabbi! 

Mahallenin bakımsız yaşlılarını gözetir, dul kadınlara ziyâfet verirdi. Herhalde en büyük zevki buydu. Ahidleştiği bir kimseye şöyle der: “Geçimimizi teminden sonrasını infâk edelim.” Belki fabrikası yoktu ama gönül fabrikası ve tesir bıraktığı çok insanın cömertlik fabrikası yirmi dört saat çalışıyordu. Dervişliğin tanımını cömertlik olarak haber verirdi. 

Fakültesi, doktora tezi, doçentliği, profesörlüğü yoktu ama, Sevgili Peygamberimiz’in tâlimiyle irfânı ihsânı hikmeti tâlim ederdi. Bu özelliği, en yüksek kariyerde olanları dizinin dibine oturttu. “Bâtından mahrum zāhirî ilim, ayağımıza bağmış” dedirtti.

Bizim ücretimizi Rabbimiz verecek diye devlet kademelerinde görev almadı ama, hem irşadda hem de kırklar yediler üçler nihâyetinde de kutbiyyet postuna oturdu.

Biz kadrini bilemedik ama, Pakistan’ın profesörleri, Afganistan’ın meşâyihi, ashâb-ı suffe’ye gelişinde arab-aceme gayr-i ihtiyârî “hâzâ şeyh” dedirtti. Allah Teālâ’ya tâzîmi, mahlûkātı kendine bendetti. Bizler ziyâretini ihmâl ettik fakat, geceleri odasını ayırdı, “misâfirlerim geliyor” dedi. Bir gece odamızın önüne kadar geldi. Kapıdan “kimler geliyor kimler gidiyor” diye söylendi. 

Kalemdâr, köleniz diliyor dilek
Ziyârete geldi Cinn ile Melek
Bırakma bizleri, kapında ölek
Teveccüh isteriz, Sâmî Efendim…  

Kimsenin dedikodusunu yapmadı ama kendisine muhālif olanlara şöyle duā etti: “Allâh’ım! Velâyet derecesine eriştirmeden canlarını alma.” Ancak velâyet-i kübrâ bu ahlâkla gerçekleşir. Hacı Hasan Efendi(ks) mahallî tâbirle kendisinden “katmerli velî” diye söz ettirdi.

Ocak 2025, sayfa no: 22-23

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak