Ara

Korku ile Ümit Arasında

Korku ile Ümit Arasında

“Havf ve recâ mü’minlerin mânevî
hastalıklarını tedâvîde kullanılan iki ilâçtır.”

İmam Gazâlî

Hz. Ömer’in çok güzel bir sözü vardır: “Eğer dense ki, Cennete yalnız bir kişi girecek, o kişinin kendim olduğunu ümit ederim. Yine dense ki, Cehenneme yalnız bir kişi girecek, o kimsenin kendim olacağından korkarım.”

Allâh’ı sevme, Allah’tan korkma hususlarında denge içinde olmak, korkuyla ümîdi birlikte yaşamak, Onun her iki yönünü de bilmek ve ona göre davranmak en mûtedil ve doğru olanı.

“Beyne’l-havfi ve’r-recâ” yāni “korku ile ümit arasında olma” her Müslümanın dikkat etmesi gereken bir denge hâlidir.

Allah Resûlü (sav), vefât etmek üzere olan bir delikanlının ziyâretine gitti.

“Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu. Genç de cevap verdi:

“Ey Allâh’ın Resûlü! Allâh’ın affını umuyorum, günahlarımdan dolayı da korkuyorum.”

Bu cevâba Efendimiz Aleyhisselâm sevindi:

“Böyle bir durumda inanmış bir kulun gönlünde bağışlanma ümîdi ve günâhından ötürü azap görme korkusu birleşirse, Allah o kuluna umduğunu verir ve onu korktuğu azaptan emîn kılar.” (Neseî, Zühd 31)

Tüm bu endîşe ve korkuya rağmen ümitsizlik yoktur aslâ. Yüce Rabbimiz açıkça bizlere hatırlatmaktadır: "De ki: Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 39/53)

“…Allâh’ın rahmetini umarlar, azâbından korkarlar…” (İsrâ, 17/57) âyeti korkuyla umûdu birlikte zikretmektedir. Mü’minler cehennem ve azap âyetlerini okuyunca korkar; cennet, rahmet, af ve mağfiret âyetlerini okuyunca da ümit içinde olurlar.

“Elbette hayırlı işler yapan bir Müslümanın Allah’tan sevap beklemesi, yaptıklarından pişmân olan günahkârın affedileceğini ümit etmesi recânın makbûl şeklidir. Kötülük yapmaya devâm eden bir kişinin Allah’tan af beklemesi ise sahte bir recâdır.” diyen Kuşeyrî ne kadar da haklıdır.

Gazâlî, “Havf mı yoksa recâ mı daha üstündür?” sorusuna şu cevâbı vermiştir:

“Bu soru, ‘Ekmek mi, su mu daha önemlidir?’ sorusu kadar saçma bir sorudur.”

Mü’min, havf, recâ ve muhabbet üçgeninde en temiz hayâtı yaşar. Bu konuda da aşırılıklardan kaçınmak gerekir. Tefrit hâli gevşeklik ve lâubâliliğe; ifrat hâli ümitsizlik ve karamsarlığa, akıl ve beden sağlığının bozulmasına yol açar.

“Sırât ile bizi korkutma vâiz, lutf-i Hak çoktur
Gezenlerden işittik biz ki anda korkuluk yoktur” Muînî

Unutmayalım ki Allâh’ın rahmeti gazabını geçmiştir (Buhārî, Tevḥîd, 55; Müslim) ve “Allah kulunun zannı üzeredir”. (Buhārî, “Tevḥîd”, 15; Müslim)

En Çok Kimler Korkar?

Elbette ilâhî vahye muhâtap olan, Cenâb-ı Allah ile özel bir iletişime giren peygamberler en başta gelir. Onlar vahiy almanın hazzını, ağırlığını, sorumluluğunu tüm benlikleriyle yaşayan insanlardır. Allâh’ı en lâyıkıyla anlayan, bilen ve îmân edenlerdir.

Ve âlimler… Bilenler… Allâh’ı bilen, ilmin derûnî boyutunu bilen, hayâtın hikmetlerini bilen, kendini bilen insanlar…

“…Kullarımdan ancak âlimler Allah’tan (gereği gibi) korkar…” (Fâtır, 35/28)

Allah Resûlü (sav) de bu hassâsiyetinden dolayı kaygılı bir çizgide olmuştur. Onun sorumluluğu elbette çok daha büyüktü. Vazîfesini gereği gibi yapıp yapmadığı noktasında hep kaygılıydı, dikkatliydi, titizdi. Bu konuda hem kendisi hem de ümmeti adına endîşeliydi.

“Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Allâh’a yemîn olsun, benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belâları defetmesi için) Allâh’a yalvar yakar olurdunuz.” (Tirmizî, Zühd 9, İbnu Mâce)

“Ben Allah hakkında sizden daha çok bilgiye sâhibim ve benim haşyetim (Allah’tan korkum) sizinkinden daha fazladır.” (Buhārî, “Edeb”, 72; Müslim, “Feżâʾil”, 127, 128)

Hz. Muhammed (sav), Kur’ân okuduğu zaman da ağlardı. Bir defasında kendisinin şâhitliğinin zikredildiği âyet gelince iki gözünden yaşlar akmıştır. Abdullah İbn Mes’ud (ra) anlatıyor:

“Bir kere Peygamberimiz bana:

“Ey İbn Mes’ud! Haydi, bana Kur’ân oku!” buyurdu. Ben:

“Ey Allâh’ın Resûlü! Kur’ân size indirilmiş iken onu size nasıl okuyacağım?” dedim.

“Ben Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi çok severim.”

Ben de Nisâ sûresini okumaya başladım. “Her ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve seni de (Ey Muhammed) onlara şâhit olarak gösterdiğimiz zaman onların halleri nice olacak? (Nisâ, 4/41) âyetine gelince, Peygamberimiz, “Yeter!” buyurdu. O sırada gördüm ki, Peygamberimizin iki gözünden yaş akıyordu.” (Buhārî, Fezâilü’l-Kur’ân 33, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî)

Peygamberimiz mezarın kenarı üzerinde oturdu. Sonra o kadar ağladı ki toprak onun gözyaşlarıyla ıslandı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Kardeşlerim! Kendinizi bugün için hazırlayınız.” (İbn Mace, Zühd, 19)

“Allâh’ım! Faydasız ilimden, Allah korkusu ve Allah sevgisi taşımayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabûl edilmeyen duādan Sana sığınırım.” (Müslim, Zikir ve Duā ve Tevbe ve İstiğfar, 73)

Unutmayalım ki Müslümanın en büyük korku ve tehlikelerine Allah Resûlü (sav), şu örnekleri vermiştir: “Allâh’a ortak koşma, fitnelere âlet olma veya onların içinde bulunma, deccal, dünyâya bağlılık, zenginliğe dalma, doğru yoldan saptıran, çıkaran yöneticiler.” (Buhārî, “Cenâʾiz”, 73; Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, “Fiten”, 51). 

Ebû Nasr es-Serrâc:

Âriflerin korkusu: En yüksek derecedir, sâdece ve doğrudan Yüce Rab’den korku… “Onlardan değil Benden korkun.” (Âl-i İmrân, 3/175)

Orta tabaka Müslümanların korkusu: Allâh’a hesap vermekten doğan korku. Ameller, doğrular, yanlışlarla ilgili endîşeler… “Rabbinin huzûrunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.” (Rahmân, 55/46)

Avam Müslümanların korkusu: Daha çok âhiretteki durumla ilgili yaşanan korku ve endîşe. “Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr, 24/37)

Hüsnü Hātime Umûdu

“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız Sensin.” (Âl-i İmrân, 3/8)

 

“Rabbim, son nefesimizde îmân ile göçmeyi nasîp eylesin!” “Rabbim âkıbetimizi hayreylesin!” temennîleri Müslümanların dillerinden düşürmediği duālardır. Özellikle kendini ölüme yakın hissedenler daha sık tekrâr ederler. Hayâtın içinde değişik vesîlelerle, özellikle de olumsuz bir örnek varsa muhakkak candan yaptığımız bir duādır ve herkes de “âmiiin!” der içtenlikle.

Hüsnü hātime; hayâtın inanç olarak İslâm îmânı ve İslâm itikādı üzere, davranış itibâriyle de günah ve olumsuzluğa yönelmeden, sıhhat, afiyet, güzellikler üzere sona ermesi talebidir. Temennîdir, duādır.

“Rabbim! Bütün işlerde âkıbetimizi hayırlı kıl, bizi dünyâ mahcûbiyetinden ve âhiret azâbından koru.”

Her namazda okuduğumuz Fâtiha sûresinin altıncı âyetinde “Bizi dosdoğru yola ilet!” ile hem doğruluk ve hidâyet üzere olma hem de doğru yolda sebât etmek istenmiştir.

Doğru yolda olmak ve bu yolda sebât etmek; Allâh’ın sālih kullarıyla, iyi insanlarla berâber olmakla daha da mümkündür. Yaşarken sālih kullarla, helâl ve harâmı, adâlet ve hakkāniyeti, meşrû ile gayrı meşrûyu bilip Rabbimizin emirlerine uygun hareket edenlerle bu dünyâda berâber olmak esastır. Bunu yaparsak Rabbimizin lütfuyla ölürken de öldükten sonra dirilirken de onlarla birlikte oluruz. Bunun gerçekleşmesi için de gayret ve duā ederiz. “…Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla! Kötülüklerimizi ört! Rûhumuzu sālihlerle birlikte al!” (Âl-i İmrân, 3/193)

“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allâh! Benim gönlümü dînin üzere sâbit kıl” (Müsned, IV, 182, 418; İbn Mâce, Tirmizî).

 Haziran 2025, sayfa no: 20-21-22

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak