Ara

Kıyâmet Günü

Kıyâmet Günü

Zünnûn el-Mısrî hazretleri buyururlar: “Dünyâ ancak O’nu anmakla hoş olur. Âhiret ancak O’nun affıyla güzelleşir. Cennet de ancak O’nun görülmesiyle tatlanır.”

Kur’ân-ı Hakîm’de kıyâmet gününden şu isimlerle bahsedilir:

Yevmü-‘l-masîr: Dönüşün Allâh’a olduğu gün

Yevmü-‘l-cezâ: Amellerin karşılığının verileceği gün

Yevmü-‘l-hak: Her şeyin hakîkatinin ortaya çıktığı gün

Yevmü-‘l-ba’s: Ruhların bedenlerine iāde edileceği gün

Yevmü-‘l-feth: Hiçbir şeyin gizliliğinin kalmayacağı gün

Yevmü-’l-rucce: Toprağın, içinde ne var ne yok hepsini dışarı attığı deprem günü

Yevmü-‘l-hulûd: Ebediyyen kalınacak yerin belli olduğu gün

2020 yılında pandemi ile, 2023 yılının başında ise Türkiye'de çifte deprem ile bir kıyâmet günü provası gördük. 7 Ekim 2023 târihinden bu yana ise Gazze'de kıyâmetin provasını değil, kendisini görüyoruz.

Günlerden bir gün Resûlullah Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm birden şiddetle ağlamaya başladı. Bunu gören Hz. Ebû Bekir şöyle dedi: “Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah, niçin ağlıyorsun?” Resûlullah Efendimiz buyurdular ki: “Ümmetimin önünde uzun ve zor bir yol, omuzlarında ağır bir yük ve birçok da ma'siyetleri bulunmaktadır. Âhirette azâba girerlerse ben nasıl ağlamayayım!”

Sultān-ı Enbiya Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sorulduğunda, “Hazırlanmak için ne yaptın?” diye cevap vermişlerdir. Yine buyurmuşlardır ki:

“Beş şey gelmeden beş nîmetin kadrini biliniz:

  1. Ölüm gelmeden hayâtın kadrini bil!
  2. Hastalık gelmeden sıhhatin kadrini bil!
  3. Meşgûliyet gelmeden boş vaktin kıymetini bil!
  4. İhtiyarlık gelmeden gençliğin kadrini bil!
  5. Fakirlik gelmeden zenginliğin kadrini bil!” 

İnsanoğluna en mühim mesajlarından birisi, kıyâmet kopmadan kıyâmet gününün provasını yaşamaya gayret etmektir.

Hayâtın değerini bilmediğimiz için ölümden korkarız. Nimet ve lütufları bilmediğimiz için kaybetmekten korkarız. Kendimizi bilmediğimiz için düşünmekten korkarız. Düşünmekten korkan, kendiyle yüzleşmek istemez. Gerçeği görmek istemez. Kendini hesâba çekmez, nefis terbiyesi almak istemez. Sorumluk taşımak istemez. Cihâd etmek, hizmet etmek istemez. En yüce korku, hakîkati görmek istememektir. Hakîkati görmek istemeyen, hakîkatten kaçar, karanlığı tercîh eder ve bundan dolayı nurdan korkar. Sonuçta şirke düşer, bencillik ve cehâlet batağına saplanır. Kendimizle dürüstçe yüzleşmek en önemli amacımızdır. Kişinin kendisiyle barışık olması; iç huzûra, dengeye, güvene, özgürlüğe, selâmete ulaşmasıdır.

Hz. Ali (kv) bu konuda: “Dünyâ; geçip gidilecek, kendisinde devamlı kalınmayacak bir yerdir. Öyleyse bu diyardan geçip gidin, onunla fazlaca meşgûl olup da takılıp kalmayın. Çünkü siz daha kıymetli olan ebedî bir hayat için yaratıldınız. Ancak oraya varıncaya kadar çeşitli dönemler geçirecek ve sonunda ebedî kalacağımız yer olan âhiret hayâtına kavuşacaksınız.” buyurmaktadır.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri rubâisinde şu ifâdelere yer vermiştir: “Dünyâyı yok edecek kıyâmet gününden kork. Gönle saplanan intikam okundan kork. Ey hırs gecesinde derin bir uykuya dalıp uyuyan gāfil! Ecel sabahın ağarmaya başladı, hesap gününden kork.” “İnsanın vücûdu bir ormana benzer; onda iyi ve kötü nice huylar gizlidir. Nefiste binlerce kurt ve domuz; temiz, pis, güzel ve çirkin huylar var. Hangi huy daha üstünse hüküm onundur. Altın bakırdan fazlaysa, o altın sayılır. Sende hangi huy hâkimse, o şekilde haşrolunacaksın.”

Muhyiddîn İbn-i Arabî Hazretleri’nin bu konudaki muhteşem şiiri: “Ey çürüyeceği yeri unutan insan! Ne kadar ve ne dereceye kadar korkmayacaksın? Allâh’ın organları konuşturacağı duraktan. İnsanlarla buluşacağın yerden kaçar oldun. Ticâreti kâr etmişlerin kazançlı çıkacağı günde. Tartın için iyilik yap. Umulur ki, vaad edilen günde belki kazançlı çıkanlardan olursun. Kabrinde de dünyâdaki gibi kapıcılar yoktur. Ey tövbeden kendisini uzak tutan. Kalk ve hemen tövbe kapısına koş. Günahların çoktur. Onları gözyaşı ile yıka!”

Yeryüzünde sürdürdüğümüz hayatta Allah Teālâ’ya yönelmedikçe, âhirete yönelmedikçe, kıyâmet gününe hazırlık yapmadıkça, imtihanları kaybettikçe, kendimizi hesâba çekmedikçe, kıyâmet günü provasını yaşamadıkça, pişmanlık gözyaşları dökmedikçe; kıyâmet günü kaybedenlerden olacağız.

Kendi imtihanları ile yüzleşmeyen bir mü’min Rabbü’l-âlemîn tarafından mükâfatlandırılmayacaktır. Cenneti kazanma fırsatını kaçıracaktır, âhiretini kazanma fırsatını bulamayacaktır. Ölümsüzlüğünü kazanma şansını kaybedecektir. Hayâtımızda zorluklar, ızdıraplar, imtihanlar olmazsa; güzellik, nur, muhabbet ve berekete vâsıl olamayız.

Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ashâbına sormuş: “En müflis adam kimdir?” Onlar, “Parasını veya varlığını kaybedendir” diye cevap vermişler. Sonra Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm şöyle buyurmuş: “İflâs eden kişi ömrü boyunca yaptığı ibâdetlerini, dünyâdayken devamlı yapmış bile olsa, rûz-i mahşerde Allâh’ın huzûrunda, kaybedendir.”

Hz. Mevlânâ uyandırıcı sözlerinde şöyle buyuruyor: “İnsanlığın kumandanı, aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz hakîkati söylemiştir: 'Dünyâdan geçip giden kişinin ölüm yüzünden bir derdi, bir acısı yoktur. Elindekilerini kaçırdığından dolayı yüzlerce acıya düşer. ‘Neden her devletin, her nimetin mahzeni olan ölümü kıble edinmedim’? Neden körlükten dolayı o belirlenmiş saatte kaybolup giden boş hevesleri kıblem yaptım? Şaşkınlığımdan bütün ömrümce hayâlleri kıble edindim, onlar da ecel gelince kaybolup gittiler. Neden sûretlere kapıldık?' diye acı çekerler.”

Allah Teālâ şöyle buyurmaktadır:

“Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde diyecek ki: ‘Rabbim, döndür, döndür beni, döndür! Belki ben, o bıraktığımda (boşa geçirdiğim dünyâda) iyi işler yaparım!’ Hayır, hayır! Bu, onun söylediği boş bir sözdür. Ötelerinde ise yeniden diriltilecekleri güne kadar bir engel vardır.” (El-Mü’minûn, 99-100)

Evliyâlar, sıddîklar, şehitler, âşıklar, “Biliniz ki Allah dostları için ne korku ne de hüzün vardır.” (Yûnus, 64.) âyet-i celîlesinde belirtildiği gibi rahata erenlerdir. Hz. Şems-i Tebrizî kıyâmet günü kaybetmeyenlerin hâlini şöyle anlatıyor: “Herkesin cennetle cehennem ortasında bekleyip şiddetli korkulara duçâr olacağı en korkunç günde, yāni kıyâmette ise, hüzünlenmeyeceklerdir.”

Dolayısıyla o gün, “Rabbim, döndür, döndür beni, döndür” yalvarışına düşmemek için, derin pişmanlık duymamak için, dehşet ve korku içinde olmamak için, dünyâ hayâtımızı şu şekilde değerlendirmek gerekir:

Kıyâmet kopmadan kıyâmet gününün provasını yaşamak.

Kıyâmet gününün dehşet veren korkularına düşmeden kendi korkularını azaltmaya çalışmak.

Kıyâmet kopmadan pişmanlık gözyaşları dökmek.

Kıyâmet gününde hesap görmeden kendini hesâba çekmek.

Küçük kıyâmet olan ölüm gelmeden hakîkî ölümü yaşamak.

Toprak olmadan toprak olmak.

Allâh’ın huzûrunda toplamadan, namazda Allâh’ın huzûrunda durmaya çalışmaktır.

Hazret-i Ebû Bekir'in duāsı: “Allâh’ım! Ömrümün en hayırlı vakti ömrümün sonu, amellerimin en hayırlı olanı son amelim, günlerimin en hayırlısı da, sana ulaşacağım gün, son nefesim ve ebedî vuslat olsun!” 

Mü’minler için hayattaki en mühim mesele ölümdür. Hayâtın sırrını keşfetmek için ölümü anlamak gerekir. Ölümün hakîkatini keşfetmek için de dünyâ hayâtı gerekir. İnsan nasıl yaşıyorsa, o şekilde ölecektir. Nasıl ölürse, o şekilde diriltilecektir. Yaşadığımız hal üzere öleceğiz ve öldüğümüz hal üzere diriltileceğiz. En güzel şekilde ölebilmek için, ihlâslı bir hayat yaşamak gerekir. Böylece ölüm korkusu vuslat sevincine dönüşecektir.

Bir hadîs-i şerîfte Resûlullah Efendimiz, aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça anın; zîrâ o, günahları temizler ve gönlü dünyâdan uzaklaştırır.” Bir başka hadîslerinde ise: “Bir nasîhatçi olarak ölüm yeter” buyurmuştur.

Ensar'dan bir zât; “Ey Allâh’ın Resûlu! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?” diye sordu. Resûlullah Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm şu cevâbı verdi: “İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır. İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyâda şeref kazanıp âhirete Allâh’ın ikramları ile giderler.”

Aşkın en büyük hâli ölüme olan aşktır. Aşkla ölüme yaklaşan, hayâtın ve ölümün sırrını çözer. Allâh’a muhabbet duyan, ölümü sever ve arzu eder. Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Her kim Allâh’a kavuşmayı severek isterse Yüce Allah da onu hoşnûd ederek, güzel bir şekilde karşılar.” Hayâtımız boyunca tevhîd hâli üzere yaşarsak, Allah Teālâ da ölümümüzde bizimle olacaktır. Hayâtımız boyunca O’nu severiz, O da bizi ölüm ânımızda sever ve yalnız bırakmaz.

İnsanoğlunun en büyük korkularından birisi ölüm korkusudur. Ölüm korkusu ve dünyâ sevgisi birbirine eşittir. Bir hadîs-i kudsî’sinde Allah Teālâ şöyle buyurdu: “İzzet ve Celâlime kasem ederim ki, kulumun kalbinde iki korkuyu ve iki emniyeti cem etmem. Benden dünyâda korkanları ve her işlerinde Benim rızāmı arayanları, kıyâmet günü bütün korkularından emîn ederim, onu o müthiş gün korkutmam. Dünyâda benden korkmayanları ve emîn olanları da, kıyâmet günü korkuturum.”

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî bizlere şu öğütleri veriyor: “Eğer ölümden korkar ve ondan kaçarsan, kendinden korkuyorsun demektir, ey arkadaş. Âgâh ol, ders al! Korkup kaçtığın şey kendi çirkin yüzündür; ölümün yüzü değil. Rûhun bir ağaç gibidir; ölüm ise onun yaprakları.” “Eğer şu varlığın ölüm kısmı sana tatlı geliyorsa bil ki Allah sana bütünü tatlı kılacaktır. Acılar, ağrılar ölümün elçileridir. Ey değersiz kişi; elçilerden yüz çevirme! Kim tatlı tatlı yaşarsa acı içinde ölecektir; her kim de bedene tapıyorsa rûhu kazanamayacaktır.”

Kıyâmet günü, İsrâfil sûra iki defa üfleyecektir. Birinci ile ikinci üflemesinin arasındaki uzun zamanda her bir insan ayakta kalacaktır. O anda; “... benim durumum ne olacak?” endîşesi, en dehşet verici korkulardandır. Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî ise konu ile alâkalı: “Cümle ilmin özü odur ki kişi haşr günü ne olacağını bilsin.” buyurmaktadır.

Hakîkî bir kulun nihâî emeli ve gāyesi; Allâh’ı görebilmek, O’nun Cemâli’ne bakabilmektir. Allâh’ı görmek için can atar, ne cennet tutkusu, ne de cehennem korkusuyla ibâdet eder.

En yüksek mükâfât-ı ilâhî, gönlünde ne cennet sevdâsı ne cehennem tasası bulunarak Allâh’a ibâdet edenlerin mükâfâtıdır. Onlar, ancak ve ancak hâlisâne olarak O’nun rızāsı için ibâdet ederler. Onlar cennete girecekler ve Rabb-i Zü’l-celâli ve’l-ikrâm’ın verdiği şerefe, sınırsız Rûyet-i Cemâline mazhar olacaklardır. Allah Teālâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “O gün parlak yüzler vardır; Rabblerine bakan.” (el-Kıyâme, 75/22-23)

Kulluk başarısının zirvesi haşir gününde Allah Teālâ’nın nûru karşısında durabilmektir.

Nihâî gāyemiz, hedefimiz kıyâmet günü Fahr-i Kâinât Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın sancağı altında toplanmak ve Cemâlullâh'ı görmektir. Allah Teālâ’yı görebilenler, ancak O’na dünyâda iken kavuşmayı arzu edenlerdir!

Haziran 2025, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak