Amellerin başka başka olması, kalb hallerinin ve mānevî vâridâtın değişik olmasındandır. (Hikem-i Atâiyye, 9. Hikmet)
Cenâb-ı Hak kullarını çeşitli ibâdetlerle mükellef kılmıştır. İbâdetlerin çeşitli olmasının hikmeti ise insanın hâllerinin farklı farklı olmasıdır. Örneğin, Allah Teālâ’nın namazı emretmesindeki hikmet; kibirli insanın kibrini ortadan kaldırmaktır. Zekât ve sadaka emrinin hikmeti; cimriliği ve kalb katılığını ortadan kaldırmak ve böylelikle kardeşlik üzerine bir dünyâ kurmaktır. Abdest ve gusül emrindeki hikmet; kiri ve gevşekliği aynı zamanda mānevî kirliliği ortadan kaldırmaktır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Cenâb-ı Hakk’ın bütün emirlerinde bir fayda yarattığı kesindir. Her bir ilâhî emrin, biz insanoğluna mānevî bir yararı vardır. Nitekim Mevlâmız, kuluna gereksiz ve yararsız işleri teklîf etmekten münezzehtir.
Hz. Mevlânâ ne güzel buyurur: “Ben namazda Rabbime yönelirim; O’nun iltifâtına alışmışımdır. ‘Namaz gözümün nûrudur’ sırrı zuhûr eder; gözlerim nûrlanır, içim açılır. Namazda, içimde duyduğum rahatlıktan, mānevî zevkten ötürü rûhumun penceresi açılır da, oradan vâsıtasız olarak Allah’tan haberler gelir, ilhâm gelir. Allâh’ın ilhâmı, feyz yağmuru, rahmeti, nûru, ezeldeki kaynağımdan ve hakîkatimden gelir, penceremden evime girer. Penceresi olmayan bir ev, cehennem gibidir. Ey Allâh’ın kulu! Dînin aslı, temeli mānevî pencere açmak ve oradan tevhîd ve hidâyet nûru alarak gönlü, gözü aydınlatmaktır.”
Bu hikmetten anladığımız bir başka husus ise, kalbe gelen hallere göre, beden de organlarıyla birlikte çeşitli amellerle meşgûl olur. Yāni zāhirin ameli, bâtının hâline tâbîdir. Örneğin, kalpte sıkıntı (kabz hâli) ortaya çıkınca, organlarda durgunluk ve bitkinlik hâli olur. Kalpte ferahlık (bast hâli) ve neş’e olunca, organlarda hafiflik ve dinçlik meydana gelir. Kalpte zühd ve takvâ duygusu ortaya çıkınca, organlarda her türlü haramlardan sakınma ve her türlü mānevî zararlardan çekinme duygusu oluşur. Kalbe hırs girerse bedende çok çalışma ve yorulma eğilimi olur. Kalbe şevk muhabbet girerse bedende cezbe hâli olur.
Bāzı insanların kalplerine bu hâllerin birisi ya da birkaçı girer; organlarda da ona göre hâller ortaya çıkar. Güzel işlerle uğraşan bir kimsenin bedeninde ve kalbinde güzel hâller ortaya çıkar. Öyle ise sâlike gereken, maddeten ve mānen güzel olan şeylerden ayrılmamaktır.
Kalb, insan vücûdunda eylem prensiplerinin merkezidir. Odaktır! Büyükler demişlerdir ki: “Kalb uzuvların efendisidir. Kalb ‘yapın’ der, onlar da yapar.” Peygamberimiz(sav) bu hususta: “Şunu iyi bilin ki, insan vücûdunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Buhārî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107) buyurmaktadır. Yine bir defasında Peygamber aleyhisselâm kalbin nasıl hastalandığını anlattı. Yapılan her bir günâhın kalbin üzerinde siyah bir nokta meydana getirdiğini, noktalar çoğaldığı zaman kalbin siyah bir hal aldığını ve artık iyi ile kötüyü birbirinden ayırma görevini yapamadığını söyledi.
Ameller ise bedenin hareketinden ibârettir. Hâl ise kalbe gelen hâtıradır. Geçici olursa hâl denilir. Kalıcı olursa makam denilir. Her iki çeşit de ikiye ayrılır. Zulmânî hâl ve makamlar, nûrânî hâl ve makamlar...
Bir kimse iyi işlerle, güzel düşüncelerle meşgûl olur, sālih kimselerle ünsiyyet kurar ve güzel ortamlarda bulunursa kalbine gelen hâtıralar nûrânî olur. Böyle bir kalp, sāhibini neş’e ve huzur âlemine götürür. Aksi takdirde, kişinin kalbi hadiste bildirildiği üzere siyah bir hâl alır ve zulmânî hâtıralar etrâfını sarar. Bu kimsenin iç dünyâsı ve zāhirî çevresi üzüntü ile dolar. O halde mürîde gereken kalbine iyi bakmasıdır...
Kalbin sağlığını korumak veya hastalanmış bir kalbi iyileştirmek için yapılması gerekeni, bizzat onu yaratan Mevlâmız bildirmiş ve: “Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla (anlamakla, anlamanın gereği olarak anlatmakla) huzur bulur!” (Ra’d, 28.) buyurmuştur. Allah Teâlâ’nın yapmamızı istediği her ibâdet, kalbin sağlığını korumak için emredilmiştir. Allah adıyla dirilip can bulan bir kalb, vücut ülkesinin yegâne sultānı olduğu için, emri altındaki bütün varlıklara yāni ellere, ayaklara, dillere, dudaklara, gözlere, kulaklara isâbetli emirler verir; başarılı bir hükümdâr olur.
Ve yine Cenâb-ı Hak; kalbi iyileştirmenin bir ikinci yolunu da; “Ey îmân edenler! (Allâh’ın ‘Yapmayın’ dediği herşeyden uzak durarak) Allâh’a karşı gelmekten sakının ve (bilin ki bu sakınma işini tek başınıza yapamazsınız. Doğru olabilirsiniz ama tek başınıza doğru kalamazsınız. O yüzden hayâtınız boyunca) sādıklarla berâber olun!” (Tebve, 119) âyet-i kerîmesi ile bildirmiştir.
Günümüz dünyâsında kişinin kalbine gelecek en önemli ilaç sādıklarla berâber olmaktır. Çünkü kalb, içinde bulunduğu ortamın rengine, şekline ve âhengine kolayca bürünür. Mānevî terakkî için Allâh’ın sālih kulları ile berâberlik bu sebeple çok mühimdir. Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri, bu hususta yârânına şöyle nasîhat eder: “Ağyâr ve bîgânelerle sohbet etmek, kalbe fütûr, rûha dağınıklık ve gönle perîşanlık verir. Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî, bir gün içinde böyle bir perîşanlık duydu. Bir türlü kendisini toplayamadı; meclisindekilere; “Hele bir bakın meclisimde yabancı biri var mı?” dedi. Araştırdılar, kimseyi bulamadılar. Fakat Bâyezîd-i Bistâmî ısrâr etti: “Hele iyi araştırın. Asâların olduğu yere de bakın. Eğer öyle olmasaydı, içimde bu perîşanlık olmazdı.” dedi. Tekrar araştırdılar ve bir gāfilin asâsını buldular. O asâyı dışarı attılar; Bayezîd-i Bistâmî’nin gönül huzûru da yerine geldi. Yine bir gün Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri, huzûruna gelen yakınlarından birine; “Senden yabancılık kokusu geliyor” dedi ve ilâve etti; “Galiba sen, yabancı birinin elbisesini giymişsin.” O kimse hayretle: “Evet öyle.” dedi ve o elbiseyi değiştirip tekrar geldi.
Bâyezîd-i Bistâmî’ye mürâcaat eden bir derviş, “Beni Allâh’a yaklaştıracak bir amel tavsiye et.” deyince Bâyezîd Hazretleri ona şu nasîhatte bulunmuştur: “Allâh’ın velî kullarını sev! Sev ki onlar da seni sevsinler. Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allah, o āriflerin kalplerine her gün 360 defa nazar eder. Onlardan birinin kalbinde senin adını görürse, seni bağışlar!…”
Hacı Hasan Efendi Hazretleri ne güzel buyurur:
Sālih sohbetine alış
Kâmil mü’minlerle buluş
Leyl-ü nehar ilme çalış
Mesleğinden bezme kuzum
Seherle zikrine bükül
Bahr-i ummânına dökül
Her zaman halvete çekil
Gāfillerle gezme kuzum
Hazret-i Mevlânâ’nın şu nasîhatlerini gönül dünyâmıza ayna kılmak duāsı ile...
“Ey gāfil insan! Mâdem ki peygamber değilsin, ötelerden haber alamıyorsun, sana uyanlar da yok; bu yolda haddini bil, kendi safında kal; ileri gitme! Yürüdüğün hakîkat yolunda da büyük bir velînin arkasından yürü, ki bir gün nefsâniyet kuyusundan çıkıp Hazret-i Yûsuf gibi bir mānâ pâdişâhı olasın.” Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: ‘Bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz.’ (Nahl, 43.) buyurulur. Onlar gönlü, hikmetle buluştururlar. Sır ve muammâları çözerler. Gönüllere inşirah verirler. Meryem’in gönlünün yanışıyla; dudağı kurumuş dal, kutlu bir hurma kesildi. Dostluğa erenler; katı kalpleri yumuşatırlar, göremeyen gözlerin bağını çözerler, kuru dalların meyve vermesine yardımcı olurlar. Katı taş olsan, mermer kesilsen bile; bir gönül sāhibine ulaştın mı inci olursun.
Rabbimiz! Kalplerimize takvâsını ilhâm eyle. Sālihlerin gönlünde yer edinen zümreye cümlemizi ilhâk eyle. Taşlaşmış kalplerimizi gönül sāhibi kimselerle buluşturup, inci kılanlardan eyle. Âmîn...
Ocak 2025, sayfa no: 46-47-48
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak