Ara

Hâtıralarla Sâmî Efendi(ks)

Hâtıralarla Sâmî Efendi(ks)

Kıymetli kardeşlerim!

1955 Ramazan’ında, Adana Şeyhoğlu Câmii’nde vaaz vermekteydim. Kürsüye çıktım; sohbet için derlediğim notlarımı açtım. Oradaki ihvan kardeşlerimiz ve Üstâdımızın kardeşi Ferit Bey de ön safta idiler. Bir saate yakın vaaz u nasîhatte bulundum.

Câmideki feyz ve muhabbetin tesiri ile notlarıma hiç bakamadan gözyaşları içinde konuştum, kürsüden indim. Bu feyz ve muhabbetin kendimden olmadığını biliyorum. İşte böyle bir günde Ferit Bey’e dedim ki: ‘Amca, Üstâdımızın kardeşisin. Sâmî Efendimiz Hazretleri(ks) hakkında bildiğin hâtıraları Allah aşkına bize bir anlat, gönlümüz inşirah bulsun!’

Kendileri bizi de çok sevdiği için reddetmedi; ‘peki anlatayım’ dedi ve şöylece devâm etti: ‘Kardeşim Hasan Efendi! Annemden duyduğuma göre, vâlidem, Sâmî Efendi’ye(ks) hâmile kaldığı zaman şüpheli bir lokma yese derhal karnı ağrımaya başlar, nihâyetinde o yiyeceği istifrâ etmeyince kurtulamazmış. Onun mübârek bedenini taşıdığı günlerinde vâlideme şüpheli yiyecek nasîb olmamış.

Dünyâyı teşrîfinde kapıya aksakallı bir zât gelmiş. Annem Ümmü Gülsüm Hanım, muhtaç fukara bir kimse zannederek sadaka vermek istemiş. O zât demiş ki: ‘Ben aslâ sadaka almaya gelmedim. Yeni bir çocuğunuz oldu; ismi Mahmûd Sâmî olsun. Ona süt emzireceğiniz zaman sakın şüpheli yiyecek yemeyin, o geleceğin ferîdi (çok seçkin bir insan) olacak.’

Ardından dönüp bakmış ki, o zât kaybolmuş. Annem de olanları babama müjdelemiş. Seneler sonra bir Kurban Bayramı günü... Çiftliğimizde kurban keseceğiz. Babam hepimize birer kurbanlık koç aldı. Kurbanlar kesilir, hep fakirlere dağıtılır.

Babam bizlere, ‘herkes kendi kurbanını keserse efdal olur’ dedi. Ayrıca kurbanımızı keserken de şöyle düşünmemizi söyledi: Çok günahkârım yâ Rabbi! Dînimizde insanın kendini öldürmesi haram, kendi yerime bu kurbanı kesiyorum, kabûl et Allâh'ım!

Herkes birer çukur kazdı, koçunu getirmeye gitti. Mahmûd Sâmî Efendi ağabeyim de henüz talebe, kazdığı çukurun başında dururken onun koçu kendiliğinden geldi, önüne yattı, kafasını çukura koydu. Koç, kurban edilmek üzere bıçağın altına yattı; diğerleri gibi itâatsizlik de yapmıyor, çırpınmıyordu. Babam bu durumu görünce, ‘Oğlumun sırrını Allah aşkına kimseye söylemeyin; ben bu çocukta başka haller görüyorum’ dedi.

Adana muhitinde yaşayan ilim ehli bir zât olan Mahmud Hoca Efendi’den dinlemiştim: ‘Kızıldağ’da yaylada otururken namazdan çıktıktan sonra Sâmî Bey yanıma geldi. O vakitler kendileri, İstanbul Dâru’l-Funûn Hukuk Fakültesi’nde talebe idiler. Dedi ki, ‘Efendim! Kendi kitaplarımdan bir bıkkınlık geldi bana. Bir kitap ver de biraz mütâlaa edeyim.’ Dedim ki, ‘Kardeşim Sâmî Efendi! Bizim kitaplarımız kuşdili, herkes anlayamaz.’ dedi ki, ‘Olsun. Bir de ben kuşdiline çalışayım.’

Bunun üzerine peki, dedim ve Zübdet’ül-Hakâik isimli kitabı verdim. Bir hafta sonra geldi, baktım ağlıyordu.

Dedi ki, ‘Mahmud Efendi! Verdiğiniz kitabı okudum. Kuşdilinizi anladım, kurtuluş için mutlaka kâmil bir mürşide ihtiyaç varmış. Allah aşkına, siz böyle bir mürşid-i kâmil biliyor musunuz?’

‘Hayır, bilmiyorum Sâmî Efendi kardeşim’ dedim. Şöyle devâm etti: ‘Eğer sen bulur da bana demezsen huzûr-ı İlâhî'de elim yakanda olsun; ben bulur da sana demezsem, senin elin de benim yakamda olsun.’ Böylece ayrıldık.

Üstâdımızla ilgili bundan sonraki hâtıraları babam merhum Mustafa Hulûsî Efendi Hazretleri'nden(ks) dinlemiştim. Mahmûd Sâmî Efendimiz Hazretleri(ks), Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra yine İstanbul’da yedek subay olarak askerliklerini tamamlarlar. Akabinde iki sene Gümüşhanevî Dergâhı’nda kalırlar. Erbain çıkarırlar. Günde yirmi bir üzüm tânesi yiyerek kırk gün çile çıkarırlar. Bir gün köprünün başında dururken koltuğundan iki kişi tutmuş olduğu halde trenden yaşlı bir zât iner.

Tam Üstâdımızın yanına gelince o zât dönüp: ‘es-Selâmü Aleyküm Sâmî evlâdımız’ der. Meğerse o nûrânî zât, Kelâmî Dergâhı postnişîni Es’ad Erbilî Hazretleri(ks) imiş. O ân vâki olan teveccühle Mahmûd Sâmî Efendimiz'in(ks) iç dünyâsında mânevî bir hâl olur. Hemen peşleri sıra tâkibe başlar. Es’ad Efendi(ks) yanındakilere, ‘bakın geliyor mu?’ diye sorar.

Böylece peşlerinden aynı trene binerek giden Üstâdımız, Kelâmî Dergâhı’nda onlarla berâber inerler. Es’ad-ı Erbilî(ks), onu halvethânesine alır, huzûruna oturtur teveccüh ederler. Sonraları Mahmûd Sâmî Efendimiz(ks), teveccühün vâki olduğu o gün için şöyle buyururlardı: ‘İki senede alamadığımı, o teveccüh ânında iki dakikada aldım.’ Üstâdımız, böylece Kelâmî Dergâhı’na girip orada uzun müddet hizmet ederler. Ve Es’ad Efendimizden(ks) sonra, ihvânın irşad görevini üstlenirler.

Rabbimiz(cc) bizleri, mürşid-i kâmillerin dünyâda izlerinden ve dizleri dibinden, âhirette de şefâatlerinden ayırmasın! Âmîn!

Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a!

Şubat 2025, sayfa no: 42-43

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak