Ara

Hat Talebeleri Kalemlerini Neden Gömerdi?!

Hat Talebeleri Kalemlerini Neden Gömerdi?!

Hatırladığım kadarıyla 2007 senesi idi. O yıllarda iş yerim Tophane’de bulunuyordu. Bir gün yakınımızda bulunan Karabaş Mustafa Ağa Câmi-i Şerîfi imam hatibi Bekir Akarsu iş yerimize geldi. Câminin önünde bir misâfirinin beklediğini, câmi civârında medfun şahıslarla ilgili bir araştırma yaptığını, şâyet müsâit isem 5-10 dakîkalığına kendisine nezâret etmemi ricâ etti. Hocamız, târihî mezar taşlarıyla ilgili olduğumu biliyordu. Birlikte câmiye vardık. Misâfirimiz ünlü târihçilerimizden rahmetli Ragıp Akyavaş beyin kerîmeleri Prof. Dr. Beynun Akyavaş hanımefendi idi. Tanışıp merhabalaştıktan sonra Beynun hanım, Hattat Demircikulu Yûsuf Efendi isimli zâtın kabrinin burada olabileceğini söyledi. Bir bilgimin olup olmadığını sordu. Bu ismi ilk defa o zaman işitmiştim. Hakkında hiçbir bilgim yoktu. Bir göz attıktan sonra câminin kıble yönündeki küçük hazîresinde mezar taşını tesbît ettik. Okumaya çalıştık. Evet, Hattat Demircikulu Yûsuf Efendi’nin mezarı burada idi. O gün bugündür bu sanat ehli büyüğümüz hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışırım. Değerlerimizin farkında olamadan yaşıyoruz. Keşfetmek için çaba sarf etmeliyiz. İlerlemiş yaşına rağmen Ankara’dan kalkıp ahirete göçmüş bir sanat ehlinin kabrini araştırmaya gelen Beynun Akyavaş Hanımefendinin gayreti ve azmi bu yazıyı kaleme almamıza sebeptir.

Bahse konu Karabaş Mustafa Ağa Câmi-i Şerîfi, İstanbul, Beyoğlu ilçesi, Tophane semtinde, Kılıç Ali Paşa Câmi-i Şerîfi’nin hemen karşısındadır. Yine hemen yanı başında Osmanlı’nın İstanbul'daki ilk sanâyi tesislerinden, top döküm fabrikası meşhur Tophane-i Âmire binâsı, batı yönünde ise bir zamanların İşçi Bulma Kurumu İşkur binâsı yer alır. Câmi, Kānûnî Sultan Süleyman Han devri Bâbüssaade Ağası Korkut Bey Zade Karabaş Mustafa Ağa tarafından H.957 M.1531’de Halvetî tekkesi olarak inşâ ettirilmiş. Ayrıca sıbyan mektebi ve namazgâh gibi yapılarla bir tekke külliyesi oluşturulduğu çeşitli kaynaklarda zikredilir. Bunların dışında tekkeye bağlı harem, selâmlık, derviş hücreleri ve mutfak bölümleri de mevcut imiş. Farklı zamanlarda tâmirler, yenilenmeler gören yapı topluluğundan günümüze sâdece mescit-tevhîdhāne kaldı. 1958-59 yıllarında merhum Başbakan Adnan Menderes’in tavassutu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından temelden yıkılıp günümüzdeki hâline getirildi. Diğer bölümler 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde pek çok örneği gibi maalesef harâb olup gitmiştir.

Kültür Târihçisi Mustafa Özdamar da buranın bir Halvetî Tekkesi olduğunu zikreder. Ancak rivâyetlerden ve hazîresindeki mezar taşlarından da anlaşılacağı üzere burada Kādirî şeyhleri de görev yapmış. Yine Mustafa Özdamar’ın “Tophane’yi Nakış Nakış İşleyen Gönül Sığınakları” isimli yazısında verdiği bilgilere göre Devrân-ı mukābele günü perşembe olan bu tekkede görev yapan şeyh efendilerin kronolojisi şöyle: “Molla-zâde Şeyh Mehmed Kasım Çelebi (Öl. 1506), Karabaş Ramazan (Öl. 1609), Mısırlı Ömer (Öl.1658), Karabaş İskender (Öl.1667), Hacı Hüseyin (Öl.1717), Hacı Mehmed (Öl. 1719), Hacı Nur Ahmed (Öl. 1765), Hüseyin (Öl.1774), Hacı Abdullah (Öl. 1785), Mustafa Muhsin (Kādirî, Öl. 1796), Seyyid Abdulkadir (Öl. 1802), Seyyid Mustafa (Sümbülî, Öl. 1807), Seyyid Ahmed (Kādirî, Ö1.1832), Şeyh Şakir (Öl. 1860), Şeyh Ahmed (Öl.1908) ve Hobcuoğlu Şakir Bey”. Molla-zâde Şeyh Mehmed Kasım Çelebi’nin vefât târihi 1506 olduğuna göre câmi yapılmadan vefât etmiş olmalı. Daha öncesinde burada bir tekke veya mescid var mıydı? Bu konuda bir bilgiye rastlamadık. Tophane-i Âmire binâsının Fatih Sultan Mehmed Han zamânında faaliyete geçtiği mâlûm. İhtimal ki yanında, yakınında bir mescid veya câmi bulunuyordu.

Câminin kıble yönünde küçük bir hazîresi vardır. Korkut Bey Zade Karabaş Mustafa Ağa ve yukarıda ismi zikredilen şeyh efendilerin bāzıları burada medfundur. Şeyh efendilerin arasında önemli mûsikîşinas ve hattatların olduğunu da zikretmeliyiz. Ayrıca ana giriş kapısından içeri girince sağ tarafta da birkaç târihî kabir bulunuyor. Hazîrede yukarıda da değindiğimiz üzere hattatların çok yakından tanıdıkları, âşinâ oldukları bir isim de yer alıyor: Hattat Demircikulu Yûsuf Efendi. Yazıları arasında hemen karşısında bulunan 1580 târihli Kılıç Ali Paşa Câmii’nin çini ve mermer üzerine celî sülüs hat yazıları ilk akla gelenler arasında yer alır. Hattat Süleyman Berk, “İstanbul, Açıkhava Hat Müzesi” isimli yazısında bir Mimar Sinan eseri olan Kılıç Ali Paşa Câmii yazıları için şu bilgileri verir: “Kapısında bulunan müsennâ celî sülüs yazı Hattat Demircikulu Yûsuf Efendi tarafından yazılmıştır. Câminin diğer bütün yazıları da aynı hattatındır. Kapı üzerinde bulunan müsennâ yazının, celî sülüs yazının târihinde önemli yeri bulunmaktadır. Bu yazı, istifi ile önemli bir eserdir.”

Devrin önemli hattatlarından kabûl edilen bu zât Karahisârî ekolünün son temsilcisi olarak biliniyor. Hattat Demircikulu Yûsuf Efendi’nin asıl adı Yûsuf Bin Abdullah’tır. Mescidin yanı başındaki Topçu ocağında vazîfeli demirci Ali Ağanın kölesi olduğundan “Demircikulu” lakabıyla bilinir. Kölelerin baba adı için Abdullah yazılması da yine kaynaklarda yer alır. Demircikulu, Topçu ocağında “Ulûfeli Duācılık” hizmetinde bulunmuş. Top dökümü esnâsında, ateş yakılmadan evvel ocak başında duā eden kimselere “Ulûfeli Duācı” denilirmiş. Bu vazîfe daha sonra, burada bulunan Karabaş Tekkesi Şeyhliğine tahsîs olunmuş.

Demircikulu Yûsuf Efendi hüsn-i Hattı, Ahmed Karahisârî’nin çırağı Derviş Mehmed’den (Ö. 1000/1592) öğrenmiş. Bu durumu sağlığında yazdığı mezar taşında da belirtmiştir. Şöyle yazıyor sütun tarzı mezar taşı kitâbesinde:

Teveffi el-Merhûm Hattat Yûsuf/
eş-Şehîr be-Demirci Kulu Tilmizi Derviş/
Mehmed min-Telâmîzi Ahmed el-Karahisârî/

Sene: 1020 /1611

Uğur Derman’ın aktardığına göre Demircikulu Yûsuf Efendi, Karahisârî vadisinin son temsilcisidir. Onun vefâtı ile bu tarz yerini tamâmen “Şeyh Hamdullah Mektebi”ne bırakmıştır. 100 yaşında vefât ettiğinde kabir taşındaki eksik kalan târih bölümünü Hattat Hasan Üsküdârî koymuştur. Yeri gelmişken Karahisârî’den de bir-iki kelime de olsa bahsedelim. Tekniği ve yazıya getirdiği yenilikler bakımından Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’la berâber en önemli üç Osmanlı hattatından biri olarak kabûl edilir. En önemli yapıtı Kānûnî Sultan Süleyman’ın isteği üzerine yazmış olduğu ve hâlen Topkapı Müzesi’nde muhâfaza edilen büyük ebattaki Kur’ân-ı Kerîm’dir. Diğer eserleri arasında Piyale Paşa Câmi-i Şerîfi yazıları ve Süleymaniye Câmi-i Şerîfi kubbe yazıları bulunmaktadır. Yine bu câmi içerisindeki pencere üstü levhaları da kendisi ve öğrencileri tarafından yazılmıştır.

Uğur Derman, buradaki mezar ile ilgili “Kalem” isimli yazısında bir rivâyette bulunur. Şöyle ki: “XVIII. asrın sülüs-nesih üstadlarından Yahya Fahreddin Efendi, gençliğinde, Tophane’deki Karabaş tekkesi (bugün câmi) şeyhinin yanında akrabâlık dolayısıyla otururken bir gün, orada medfun XVI. asrın tanınmış hattatı Demirci kulu Yûsuf Efendi’nin mezarını temizleyip düzeltmek arzusu duyar. O esnâda kabrin toprağından bir kamış kalem çıkınca, içinde yazıya karşı bir şevk uyanan Yahya Fahreddin Efendi, meşhur hattatlardan ders alarak kendini bu yola vakfeder…” Gerçekten de Yahya Fahreddin Efendi XVIII. Asrın namlı hat üstadlarından olmuştur.

Yukarıda dile getirilen rivâyetin aslında bir arka planı da vardır. Osmanlı döneminde hattatlar arasında bir gelenek hâline gelen bu anlayış Müstakimzâde Süleymân Sa‘deddîn Efendi’nin Hattatların biyografilerini içeren “Tuhfe-i Hattātî” isimli eserinde kaydedilmiş. Buna göre yazıya henüz başlayanlar, yeni açılmış birer sülüs ve nesih kalemini kâğıda sarar ve bir Cuma günü Karacaahmed mezarlığında, meşhur Hattat Şeyh Hamdullah’ın mezar toprağının iki parmak altına “selâm ve saygı” ile defnederlermiş. Bir hafta sonra yine gömdüğü vakit de oradan çıkarır her yazı çalışmasında birer satır o kalemle yazarlarmış. Bunun yazan için feyizli olduğunu inanılırmış. “İşte kaleme, üstâda, ilime, bilime hürmet böyle olur” demeden edemiyor insan. Nerede kalemi toprağa gömüp feyiz beklemek, nerede üstâdın kabir yerini bilememek?! Hat sanatına dâir derinlemesine bilgimiz maalesef yok. Mezar taşları ve çeşitli târihî kitâbeleri okumaya çalışırken bu sanatımızla bir ünsiyet kurmuş olduk. Zaman içerisinde derin inceliklerin, zarâfetin, estetiğin varlığını da yakînen hissettik. Birbirinden güzel pek çok hat sanatı örneğine de tabii ki şâhit olduk. Bu vesîleyle istedik ki bir mezar taşından yola çıkarak bu yolda mesâfe kat etmek isteyenlere bir nebze de olsa ışık tutalım. Ne demişti Alman şâir ve edebiyatçı Heinrich Heine: “Her mezar taşının altında bir dünyâ târihi yatar.”

Şubat 2025, sayfa no: 66-67-68-69

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak