Kâinât, uçsuz bucaksız bir intizâm içinde yaratılmıştır. Bu hudutsuz nizam ise insanoğlunda hülâsa edilmiştir. İnsan, esrârengiz bir öze ve irâdeye sâhiptir. Bu özelliğinden dolayı, yaratılmışların en şereflisi olarak tanımlanmıştır. Buradaki şeref kelimesi, hem mânevî yücelik hem de âhenk ve güzellik bakımından değerlendirilmelidir. Çünkü insan, ahsen-i takvîmdir.
Güzel yaratılan insana, güzel yaşaması salık verilmiştir. Güzel yaşarsa, güzelliklerle ödüllendirileceği va’dedilmiştir. Bu denklemi tahlîl ettiğimizde karşımıza idrak mefhumu çıkmaktadır: Ayırt edebilme kābiliyetine sâhip olanlar, hayâtın temelini güzellikle sağlamlaştırır. İdrâkin güzellik membâından fışkıran sular, iki kola ayrılır ve câzibesiyle ilerler. Geçtiği her yeri vahalara çevirerek estetik ummânına kavuşur.
Estetik, ruhların inkişâfını bir rakkas edâsıyla harekete geçirir ve ruh iklîmini medeniyet mevsimine rapteder. Medeniyet mevsimi, estetiğin remizlerini Türkçe’nin en şümûllü kelimeleriyle süsler. Türkçe, kelimeleri bünyesine alıp, onlara evvelâ engin mânâlar yükler, akabinde inkılapçı bir ülkü kazandırır. Tabiatıyla Türkçe’de hayat bulmuş kelimeler, fırtınalarda savrulmaz ve girdaplarda yok olmaz. Başka lisanlardan alınmış olsa bile, Türkçe hüviyetini kazanan bir kelime, cihanşümûl bir güce ulaşır. Bu mâhiyetli ve mahâretli kelimelerden biri de iyileştirmektir.
İyileştirmek, aşk rahlesinin karşısında diz çökenlerin anlayacağı bir kavramdır. Kâh fecrin temiz nefesinde, kâh merhametin mütebessim çehresinde temâyüz eder. İyileştirmek, anne kucağıdır. Sevmenin huzûrudur. Meçhûlün mevcûda dönüşmesidir. Fazîletin sönmez gökkuşağıdır. “el-Cemîl” ism-i şerîfinin berrak damlasıdır.
İyileştirmek, tekâmül etmiş bir melodi, gülümsemeyi hatırlamış bir çocuk ve belâgat hâlelerinin cilveleştiği aşk mektubudur. Biz iyileştirmenin en nâdide inkişâfını, en bahtiyar sîmâsını ve en ferah râyihasını estetiğin ilham veren şûlelerinde görüyoruz. Estetik, Türk irfânının ve İslâm medeniyetinin iyileştirici cevheridir. Bu cevherde, şiirin hayat veren meltemlerini, türkünün hârikulâde akislerini ve millî dehânın ulvî gāyelerini buluyoruz.
Estetik, âbidevî bir manzûmedir. Başlığını Kur’ân’ın asilce yankılanan âyetlerinde bulmuştur, muhtevâsına Peygamberimiz’in intizam ruhlu hadislerinde kavuşmuştur, nakaratını bilginin akılla örtüşen yelpâzesiyle tekrarlamıştır, kāfiyelerine ise düşüncenin, kelâmın ve eylemin ispâtıyla ulaşmıştır.
Estetiğin Diriliş Yurdu: Düşünce
Medeniyet insanı, dünyâsını zarîf öğütlerle çevreler. Yelkenlerini bilginin ve hakîkatin esintilerine göre ayarlar. Düşündükçe ufuk çapı cennet peyzajlarını andırır. Estetiğin bağrından çıkan düşünce, peygamber mûcizesi gibidir; bāzan Îsâ aleyhisselâmın rûhunda ölüleri diriltir, bāzan Mûsâ aleyhisselâmın asâsıyla denizleri ikiye ayırır.
Geçmişe göz attığımızda estetikle bezenmiş düşüncenin heybetli bir insanlık nizâmı meydana getirdiğini görüyoruz. Çünkü düşüncesi güzel olan fertler ve toplumlar, fikrini kalbine bağlayan yola revân olur. Her adımda zihinleri temiz bir neşeyi basamaklar. Bu sebeple, ihtiras uçurumlarına düşmez, kabalık vehmine kapılmaz ve mantığın suyunu bulandırmazlar.
Estetik örgülü düşünce, mâverâya varmayı ve mâsivâdan uzaklaşmayı kendine temel ilke edinmiştir. Bu ilkenin kalbinde samîmiyet çağrıları cıvıldar. Her cıvıltıda durağanlığın dikenleri kurur, aksiyon tomurcukları ise çiçeğe durur. Anadolu irfânı işte bu çiçeklerin buketleridir.
Gerçek şu ki estetik dâiresinde düşünenler ithal fikirlere itimat ve iltifât etmezler. Çünkü zekânın kibar kadehlerini yudumlar ve sözün ebedî anlamına tâbi olurlar. Söz, estetik düşüncenin gönül hoşluğuyla kesif karanlıkların üstüne doğar. Böylesine neşvünemâ eden sözler, bir külliyat hükmündedir. Fakat her külliyat, ayrıntılı şerhlerin izâhına muhtaçtır.
Estetik düşünce, tereddütleri alt edip nezâket otağında asırlık kararlara imzā attıktan sonra, rengârenk şarkılar ve kanatlanmış mısrâlarla Aristo’ya1 kulak vererek sözün sınırına vâsıl olur.
Estetiğin Mütebessim Yüzü: Söz
Sözün kutbu, tebessüme vesîle olanıdır. Öyleleri vardır ki tek bir söz ile sakîm olur, öyleleri de vardır ki, söz ona müstakîm olur. Sözü, mürşid-i kâmil görmek, mânâya teşne olanların alâmetidir. Öyle olmasaydı her kavli kelâm-ı kibar olan şâir; “söz ola kese savaşı”2 der miydi? Yâhut büyük münevverimiz3 “Sözü, akıl ile söyle; bilgi ile süsle” tavsiyesini bize emânet eder miydi?
Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzer; insanın rûhuna tat verir.4 Filvâki, söz insan olsaydı, kalbi estetik olurdu. Her îmâsında kemâlât süzülürdü. Çünkü kâmiller ilimle düşünür, irfanla konuşur ve mârifetle hareket eder. Buradan mülhem medeniyet insanı, söz tohumlarını mânâ tarlasına serper ve orada bereketli tebessümler hasat eder.
Söz, bāzan havâri, bāzan sahabe şeklinde telaffuz edilse de dostluğun mukaddes irâdesinde birleşir. Türk irfânı “tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” derken, bir duruşu da târif etmiştir. Küfür, argo ve mizâcı zedeleyen lakırdılar ile medeniyet tasavvur edilemeyeceğini belirtmiştir. Bilinmelidir ki, varsayıma temâyül eden, mâlûmâtsız iddialarda bulunan ve üslûbun güzelliğini yaralayan kimseler, sözün tertîlinden ve tertîbinden mahrumdur.
Milletimizi istikbâlin büyüleyici muhîtine ulaştıracak reçeteler, güzel sözlü insanlar mârifetiyle mümkündür. Güzel sözlü insanlar, düşünce pınarlarından akıp Kevser Irmağına karıştığı noktada zamânı ihyâ, mekânı îmar ve insanı imlâ edecektir. Bu sâyede bütün homurdanmalar kitâbîleşecek, metruk manzaralar dirilecek, kirli zihinler tefekkürün muallâ gayretiyle temizlenecektir. Uğultular mütecessis şuurla bâd-ı sabâya dönüşecek, hırıltılar Türkçe’nin âlicenaplığı ile bestelenecektir. Binâenaleyh, estetik menşeli sözler medeniyet için îman kadar, vicdan kadar ve târih kadar elzemdir. Çünkü îmansız vicdansız ve târihsiz bir söz eyleme dönüşemez. Dönüşse bile maskaralıktan öteye geçemez. Bu sebeple ki, biz her eylemi ahlâkın tecessümüyle düşlüyoruz. Hem de mecnun gibi…
Estetiğin Mütecessim Hâli: Eylem
Estetiğe bağlı hal dili, en tesirli öğüt ve en mükemmel öğretmendir. İslâm medeniyeti öteden beri kuvveden ziyâde fiiliyâta ehemmiyet vermiştir. Zîrâ eylem, düşüncenin ve sözün ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Düşüncenin ve sözün, alelâde mi yoksa aliyyülâlâ mı olduğu eylem safhasında anlaşılır. Medeniyetimiz savaşta dahî gösterdiği seciye ile estetiğin hal tercümesini gözler önüne sermiştir. Vicdanlı muhâkeme yapabilenler, bu hakîkati bütün açıklığıyla görecektir. Çünkü vicdan, âdil ve estetik düşüncenin meyvesidir. Bundan mahrûm olanlar düşünmediklerini düşünmüş, söylemediklerini söylemiş ve eylemediklerini eylemiş gibi îlân ederler. Uygarlık ehli bu zümredendir. Ancak insanlığın vicdânı olduğu gibi târihin de vicdânı vardır. Târihin vicdânı ise şâheserle harâbeyi, muhterisle mûteberi ve bulanıkla duruluğu birbirinden ayıran en değerli kılavuzdur.
Eylem, estetiğini daha ziyâde mîmârî ve sanatta temâyüz ettirir. Yalnız başına İstanbul bile eylem-estetik râbıtasını anlatmak için kâfîdir. Fakat estetiği sâdece mîmârî ve sanat eserlerinde aramak sığlıktır. Böyle düşünenler lisân-ı hâlin hamlelerini kavrayamaz. Lisân-ı hal, “Allah Güzeldir, güzeli sever”5 ve “Biz insanı, en güzel şekilde yarattık”6 anlayışını hayâtına ilmik ilmik dokumaktır. Yâni lisân-ı hal, her bakımdan insanlık dâvâsının alfabesidir. Eylemini bu alfabeyle okumayan, yazmayan, düşünmeyen hiç kimse kalbin terbiyesine vâkıf olamaz. Yâni ihsânın lütfuna…
Son tahlil
Hayat, bütüncül bir ameller serîsidir. Gerek ferdî, gerekse ictimâî davranışların kemâle ermesini sağlayan en mühim âmil, estetiktir. Bir usta yaptığı işe bediiyâtın çizgilerini katarsa, bir öğretmen, talebelerine güzelliğin biricik hâleleriyle yaklaşırsa, bir idâreci zaaflarını estetiğin erdemli meziyetiyle ikāme ederse orada bayağılık kalmaz. Aksine her şey fevkalâdenin fevkine yükselir. Yâni çorak arâziler gülistâna dönüşür, fikirler münevver telakkîsiyle çağları aşar.
Estetik, Türk-İslâm medeniyetinin yol başçılarından biridir. Güzelliği mihmandâr eyleyen bir anlayış, bütün eksikliklerini ve noksanlıklarını tashîh etmiş sayılır. Biz mâzîde bu sedef işlemeli saadet günlerine estetiğin şahsiyetiyle muvaffak olduk. Bu sebeple bizim medeniyet târihimizde sahtelik yerine hakîkat, sefâlet yerine azamet, bedbahtlık yerine bahtiyarlık, mahrûmiyet yerine mâmûriyet vardır.
Bize düşen görev, ulu kudemâmızın yolunda, yâni fikirde, kelâmda ve amelde estetik düstûruyla yola devâm etmektir. Dün-bugün-yarın mesâfesini yeni bir estetik anlayışıyla yürürlüğe koymaktır. Medeniyetimizin cümle sahasını güzelliğin nakışlarıyla işlemeyi ibâdetimizin bir parçası saymaktır. Türk-İslâm medeniyetinin kalbi burada gizlidir. Bu sır bize armağan edilmiş en kıymetli lütuftur. Bilmeliyiz ki, bidâyetimizin ve nihâyetimizin ihlâsı, sırrımızın lütfuna gayret ile yaklaşmaktır.
Azîz milletim! Bize yakışan yaşamı, ölümü ve öldükten sonraki kanâatleri bile estetik dâiresine bezemektir.
Dipnotlar:
1 Konuşma sanatını bilen adam, düşündüklerinin hepsini söylemez; fakat söylediklerini düşünür de söyler.
2 Yunus Emre Divanı, Mustafa Tatçı, 2. Cilt, Kültür Bakanlığı Yayınları/1281, s 113,
3 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, İş Bankası Yayınları, 2018, s 94,
4 Hz. Süleyman (as)
5 Hadis-i Şerif, Müslim, Îmân, 147,
6 Tin, 4.
Ocak 2025, sayfa no: 34-35-36-37
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak