Bir milletin rûhunu anlamak istiyorsanız, sâdece bugüne değil, onun binlerce yıl önce başlayan hikâyesine de bakmalısınız. Türk milleti için bu hikâyenin en kadîm temalarından biri “Devlet Ebed Müddet” anlayışıdır. Devlet sâdece bir yönetim biçimi değil, milletin varoluşunun, kimliğinin ve geleceğinin teminâtı olarak görülür.
Türk’ün bozkırlardan başlayan sonsuzluk yolculuğu; İslâm’la yoğrulan töresi, Roma’nın ihtişâmı ile buluşan imparatorluk mîrâsı ve nihâyetinde çağdaş Cumhuriyet fikri ile harmanlanmıştır. Ancak öz hep aynı kalmıştır: Devlet yaşamalı ki millet var olabilsin.
Bugün modern çağın karmaşasında, millet egemenliğiyle devletin ebedîliği arasında bir denge kurmaya çalışan Türkiye için bu kavram daha da önemli hâle geldi.
Yenidünya Dergisi olarak, “Devlet Ebed Müddet” anlayışının târihsel derinliğini, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönüşümünü ve günümüz gençliği ile siyâset dünyâsındaki yansımalarını anlamak için yazar ve fikir adamı İbrahim Hakkı Gündoğdu ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Türk milletinin geçmişten geleceğe taşımayı başardığı en güçlü ruh hâllerinden biri olan Devlet Ebed Müddet kavramının izlerini sürerken, sizleri de bu târihî ve rûhânî yolculuğa dâvet ediyoruz.
Röportaj: Sümeyye Palta
Türk-İslâm Düşüncesinde “Devlet Ebed Müddet” Kavramı: Bir Varlık Felsefesi
Türk-İslâm düşüncesinde “Devlet Ebed Müddet” nasıl bir yer tutar?.. Bu anlayış hangi değerlerle beslenmiştir?
Bu aslında bir milletin ruh hâlini ve varlık felsefesini en iyi şekilde gösteren bir değerler âbidesidir… Milletlerin ruh hâli daha çok mitolojilerinde gizlidir. Dikkat edilirse Türk milletinde yaradılış, türeyiş, göç temaları hemen hemen her boyun ilk önceliğindedir.
Bozkır Kültürü, Atlı Kültür, Çoban Kültürü hangisini söylerseniz fark etmez… Türklerin ortaya çıktığı ilk zamanlardan beri: O bozkırlarda, dağların tepelerinden başka vâdiler gördükçe daha ötelerin merâkı onları hep sarmıştır. Bu da başka milletlerden çok farklı vatan kavramını onlara kazandırmıştır: Güneşin doğduğu yerden battığı yere… Eee, vatan böyle olunca devlet de o sınırsızlığın paralelinde yürür olacaktır. Tabii ki Türkler İslâm ile birçok değer kazandı ancak yapı taşı bahsettiğimiz gibi çok ötelere uzanır.
Bozkırdan Cihâna: Türklerin Sonsuz Vatan Anlayışı
Bu kavram Osmanlı’nın devlet felsefesinde nasıl somutlanmıştır?
Osmanlı’ya kadar aslında Türk devlet geleneği birçok kırılmaya ve kültür etkileşimine rağmen hep Türkistan merkezli olmuştur. Yâni, o töreye bağlı kaskatı bozkır kültürünün doğurduğu yapı merkezi hiç terk etmemiştir.
Osmanlı’da kırılma büyüktür. Tam bir yerleşik kültür ile kuşatılmıştır. Hükümrân olma şekli, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar değildir, büyüdükçe değişen kızılelma’sı vardır. Bu İstanbul’dur, alınınca da Roma’dır gibi… Yâni Osmanlı aslında bu tarzıyla kendine duvarlar örmüştür: Doğuda Şii Safevî duvarı (Türk olmalarına rağmen) bu böyledir… Batı’da Hristiyanlık duvarı… Aynı zamanda Roma İmparatorluk anlayışı devlet ebed müddete bir yerden de olsa girmiştir.
Fatih’ten Yavuz’a: Roma ve İslâm İmparatorluğu Çatısında Osmanlı Pâdişahların yönetim anlayışında ne şekilde yansımaları olmuştur?
Kurulurken töreye çok bağlı bir devlettir… Bursa alınıp başşehir yapılınca ilk kırılma da kendini göstermiştir. Sonra Edirne başşehir yapılınca bir nevi iki başşehirli oluşumla bozkır anlayışı kısmen varlığını sürdürebilmiştir. Ancak İstanbul alınınca kırılmanın büyüğü burada yaşanmıştır.
Fatih’in “ben Roma’nın da hükümdârıyım” demesi sâdece bir sözden ibâret değildir.
Başka türlü bir kırılma da Yavuz’un halîfeliği almasıyla olmuştur…
Artık Osmanlı, tâ Türkistan’dan beri süregelen ve sâdece hânedan değiştiren hiç yıkılmayan bir devletin en batı öncüsüdür…
Ancak aynı Osmanlı, Roma İmparatorluğu’nun da devâmıdır…
Aynı Osmanlı dünyâdaki tüm Müslümanların da devleti ve hâmîsidir. (O andaki Şii Safevî Türkleri kabûl etmese dahî…)
Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte bu anlayış nasıl bir dönüşüm geçirdi?
Bazı aydınlar (câhilliğinden mi bilmem de) “Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın devâmı değildir” deseler bile hemen çok büyük özellikleriyle devâmıdır.
Önce şunu söyleyelim ki daha iyi anlaşılmış olalım: Çin denizinden Baltık kıyısına hükümrân olarak hep yürüyen hep büyüyen bir Türk vardı. Bu Türk, yönetmesini, hâkim olmasını, savaşmasını çok iyi bilir. Barış zamânında savaşı unutur ilişki başlatır. Taassup içinde değildir. Başka milletlerin erdemlerinden üstünlüklerinden işlerine yarayan örnekleri alır. Hele: “İlim ve hikmet Müslümanın kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alsın” hadîsinin ışığında bunu en iyi yapan belki de Türklerdir…
İşte, Türkiye Cumhuriyeti de çağın özelliklerine göre tâ Türkistan’dan beri gelen o devlet yapısına hiç özünü bozmadan nice değerleri almış ve katmıştır. Her yetkili, devlet ebed müddeti hep vurgulamıştır. Millet egemenliği içinde o hep vardır. Çünkü o bir ruhtur, Türk’ün tözündedir ve kaybolması mümkün değildir.
Millî Egemenlik ile Devletin Ebediyeti Arasında Uyum Arayışı
“Devlet Ebed Müddet” anlayışı ile “millet egemenliği” ilkesi arasında bir çatışma ya da bir uyum söz konusu mudur? Bu kavram günümüzde nasıl algılanıyor?
Uzun târih sürecinde İmparatorluklar vardır. Bunlar klasik imparatorluklardır. Daha çok toprak-tarım üretimi ile kudretine ulaşabilen devletler… Sonra keşiflerle Sömürge imparatorlukları dönemi özellik kazandı. Sonra da millî devletler… Bu yol haritasında Türkler, en rahat devlet kuran ve çağa en kolay uyum sağlayabilen bir millettir.
Bunu söylememin sebebi: Çağı, Batı şekillendirmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Batı’dan da alarak devlet kurmasına rağmen bunu kendi yapısına uygun hâle getirebildi. Çünkü almayı ve bunu kendi içinde en iyi şekilde eritmeyi bilen bir târihî derinliği vardır.
İşte “Millî Egemenlik” “devlet ebed müddet” içinde eriyerek yürüdü. Çatışma değil uyum oluştu.
Günümüz gençliği ve siyâsetçiler bu ifâdeye nasıl bakıyor?
“Gençler bu ifâdeye nasıl bakıyor?” cümlesinden önce o gençleri çağın rûhuna ve Türk töresine, Türk devlet anlayışına uygun yetiştirmeliyiz… Batı fırsat buldukça gençlerimizi emperyal fikirleriyle etki altına almaya çalışıyor. Bir zaman Kapitalizm, Liberalizm, Sosyalizm, Komünizm gençlerimizi kamplara ayırdı… Bu süreç içinde gençlerimizin sağlıklı düşünmesi, gerçekçi yorum yapması mümkün olabilir miydi?.. Bugün gençlerimizi bekleyen tehlike daha farklı ve daha düşmanca… Onlara önce kavramları yerli yerinde kullanmayı öğretmeliyiz… Gerisi çok rahat yerini bulacaktır. Gençleri sağlıklı yetiştirirsek, onlar da sağlıklı düşünüp millî olabileceklerdir.
Devletin Bekāsı İçin Bireysel Özgürlükler: Nerede Denge Kurulmalı?
Devletin bekāsı için bireyin özgürlüklerinden ne kadar ferâgat edilmelidir?
Bu bir dengedir… Hayat da denge içinde huzûra kavuşur. Devletin bekāsı için halka baskı da yanlıştır; bireyin özgürlüğü için devletin bekāsını tehlikeye düşürmek de…
Târih boyu Türkler devlet yönetimini en iyi başaran millettir. Devlet babadır. Baba çocuklarını en iyi şekilde yetiştirip mutlu etmelidir. Çocukları arasında ayrım yapmamalı ve adâletli olmalıdır…
Türk devletine göre: Halk âriftir, asildir, erdemlidir, adâletlidir… Devlet bunları töre ile koruma altına almıştır. Bizde, Neron gibi şehirler yakan, Stalin, Hitler, Mao gibi insanları katleden zālim hükümdar yoktur. Bizde en savaşçı ve sert hükümdarlar Cengiz Han, Timur, Yavuz gibi… Savaş ânında serttir ancak katliam yapmadılar, barış zamânında da halklarına çok adâletli davranıp insanlarını mutlu etmeye çalıştılar…
Devlet için her şey mubahtır anlayışını nasıl yorumlarsınız?
Türk târihinde böyle bir anlayış yoktur… Eğer Hükümdar halkının isteklerini hesâba katmadan uygulama yaparsa hep teşkîlatlı olan ve her şeyi yürüyen halk; beyi, ağası, aile veya oba reisi o baskıcı hükümdârı terk eder… Türk, zâten: töre, törük, türük, terk anlamlarına gelmez mi?.. Yâni ya töre en âdil olmalı ya da Türk için bozkır mı yok, terk eder ve güneşin battığı yere doğru yürür… Çünkü onun atı, çadırı, koyunu her şeyi yürür.
Her şeyi yürüyen halkı idâre etmek, onu sınırları içinde tutmak hiç de kolay değildir… Ama hakanlar adâlet ve töreleriyle bunu başarabilmişlerdir.
Devletin sonsuzluğu mümkün mü? Yoksa bu bir ideal midir? Bu idealle pratik arasında ne gibi çelişkiler yaşanıyor?
Ne der İbni Haldun: “Devletler ve medeniyetler de insanlar gibidir, doğar, büyür, ihtiyarlar ve ölür…” Aslında binlerce yıldır var olan bu ifâdeye göre Türkler de yok olup gidebilirdi. Türkler bunu gördü ve sürekli kendini yeniledi. Nüfûsu büyüttü ve yeniledi… Toprağı-vatanı büyüttü yeniledi… Medeniyetini büyüttü yeniledi… Hânedanlığı yeniledi, hükümdârı yeniledi… Çin denizinden Baltık kıyısına kadar binlerce yıl içinde bunu kesintisiz yaptı.
Türkler târih sahnesine çıktığından beri binlerce yıldır hep bağımsız oldu… Hep bir veya birkaç bağımsız devletle “ben hep varım” diyebildi. Yâni Türk’ün bağımsız olmadığı hiçbir an, hiçbir zaman dilimi yok…
Dünyâ ölümlü… kıyâmet denen bir anlayış var… Hah, işte kıyâmet dışında Türk ve devleti sonsuzluk anlayışı içinde dünyâda ve târihte hep yerini alacaktır.
Bunu hangi gerekçe ile söylüyorum?.. Nerede ise on bin yıla kadar uzanabilen târihî perspektife bakarak…
Devletin sürekliliği ile rejimin değişebilirliği arasında nasıl bir denge kurulabilir?
Türk için millet-devlet çok önemlidir… Milletsiz Türk kendini çok anlamsız hisseder… Türk, devletsiz de mümkün değil yaşayamaz… Biri birinden ayrılmaz durumdadır… Bunu ruh ve beden gibi düşünür ve yorumlar…
Benim millet olarak var olabilmem için, bağımsız olabilmem için mutlaka devletim olmalı… Bu benim olmazsa olmazımdır… Rejim çok da önemli değildir… ‘Kervan yolda dizilir.’ Önce devleti kuralım, bağımsızlığımızı kazanalım, rejim mi? Halkın huzûru mutluluğu, rahat etmesi için öncülerimiz onu zâten becerir ve en iyisini yapımıza uygun hâle getirir… Türk böyle düşünür ve bunu da uygular.
Türkiye’de “devletin bekāsı” söylemi ne zaman ve neden daha fazla öne çıkmaya başladı?
Yeni bir dönem başladı… AB zayıflıyor, parçalanma sürecine giriyor, İngiltere ayrıldı… Ordusuz ve ABD’ye muhtaç bir AB…
Amerika, gözle görülürcesine zayıflıyor… Etki alanı daralıyor… Saldırganlığı ve bugünlerde hava atmaları sizleri yanıltmasın… Amerika çöküşe geçmiş durumda…
Çin, Küreselcilerin de desteği ile küresel güç olma yolunda hızla ilerlemeye başladı.
Rusya, Ukrayna savaşıyla hiç de korkulacak bir devlet olmadığını, hiç de süper güç olmadığını dünyâya gösterdi. Bu da öncelikle Türk devletlerine cesâret verdi. Türk Devletleri Teşkilatı kuruldu.
Türkiye bu gelişmeleri iyi değerlendirdi ve bölgesinde oyun kurucu hâle geldi.
Bunu gören düşman yapılar daha çok harekete geçip Türkiye’yi daha çok sıkıştırmaya çalışıyor… Bu da çok güçlenen Türkiye için bir bekā meselesi ortaya çıkardı.
Devletin Ebediyyeti mi, Halkın Refâhı mı?
Devletin ebediyeti ile halkın refâhı arasında bir öncelik sıralaması yapılabilir mi? Hangisi hangisine hizmet etmelidir?
Tabii ki devlet halkına hizmet için vardır… İdâre edenler, idâre edilenlerin mutluluğu ve huzûru içindir… Ancak şöyle demek daha uygun olur: Devlet barış zamanında çok adâletli, merhametli ve korumacı olur, Halkını bahtiyar etmek için en muhteşem güzelliklere imza atar… Halk da savaş zamânında devletini ve vatanını korumak için kendini gönüllü kurbân eder… Bunu örneklendirmeye gerek var mı?.. Târih Türk’ün kahramanlık destanlarıyla doludur.
Devlet, halkına hep adâletli ve merhametli olmalı, ödül ve cezâyı en tez vermeli, ödülde cömert cezâda cimri olmalı… Böyle olursa o devlet, ebed müddet yaşar…
Son olarak: “Devlet Ebed Müddet” ilkesine bugünün Türkiye’sinde nasıl bir içerik kazandırmalı? Bu kavramın güncellenmesi mümkün mü? Gerekli mi?..
Türkiye, çok hareketli bir bölgededir. Bilmeli ki bu coğrafyada nice medeniyetler uzun süre var olmalarına rağmen nihâyetinde yok olmuşlardı. Anadolu’nun ilk imparatorluğu Hititler binler yılın ardından yok olmuştur… Parayı ilk bulan Lidyalılar, çok zengin olabilen Frigler… Persler, İngiltere’den Trabzon’a-Kudüs’e kadar hâkim olan Roma imparatorluğu, Bizans, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve nihâyetinde Osmanlı… Her biri belli dönemlerde bu coğrafyaya hâkim olmalarına rağmen yok olup gittiler…
Ancak, Selçuklu iktidârı Osmanlı’ya devrederek gitti, Osmanlı da Türkiye Cumhuriyeti’ne…
İşte Türk’ün farkı da Türklüğü de böylece ortaya çıkıyor.
Biz, çocuklarımıza “Devlet Ebed Müddet” rûhunu iyi öğretebilirsek ya bu devlet hep böyle bağımsız yürür, ya da en çâresiz anda yerini yeni ve daha büyük bir Türk devlet anlayışına bırakır… Ölümsüzlük dünyâ var oldukça böylece sürer gider… Türk de bunu hep hak edendir.
Dünyâ adâleti için ve mazlum milletlerin huzûru için Türk hep var olmalı ve güçlü olmalıdır… Bugüne kadar yaşanılanlardan anlaşılmıştır ki dünyânın bundan da başka çâresi yoktur…
Mayıs 2025, sayfa no: 14-15-16-17-18
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak