Ara

Çölü Yaran Ordu

Çölü Yaran Ordu

O erler ki,

O erler ki, gönül fezâsındalar,    Yıldızları tesbih tesbih çeker de,   İçine nefs sızan ibâdetlerin
Toprakta sürünme ezâsındalar. Namazda arka saf hizâsındalar. Birbiri ardınca kazâsındalar.
Bir ân yabancıya kaysa gözleri,  Her rengi silici aşk ötesi renk;    Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Bir ömür gözyaşı cezâsındalar.   O rengin kavuran beyzâsındalar. Sâdece Allâh’ın rızāsındalar.

Necip Fazıl Kısakürek

 

Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in vefâtından sonra Arap Yarımadası’nın değişik yerlerinde yalancı peygamberler zuhûr etti. Bu yalancı peygamberler, İslâm’ı henüz iyice öğrenememiş ve kavrayamamış insanlardan bir kısmını etraflarına topladılar. Aslında bu yalancı peygamberlerden bir kısmı Hz. Peygamber hayatta iken çıkmışlardı; ama onlara iltifât eden olmamıştı. Onların yalancı yıldızı, Hz. Peygamber’in vefâtından sonra parladı ve hemen söndü. Sönmesinde de büyük komutan Hz. Hâlid b. Velid’in üstün gayretleri etken oldu. Hz. Peygamber’in vefâtından sonra Müslümanlar tarafından devlet başkanlığına seçilen Hz. Ebû Bekir (ra), bu konuda sıkı durdu ve işi ciddîye aldı. Bu yalancıların bertarâf edilmesi için başarılı komutanlara görev verdi; Hz. Hâlid (ra) de onlardan biriydi. Bu komutanların ve askerlerinin ciddî gayretleri netîcesinde problem kısa zamanda çözüldü. Yalancı peygamberliğini ilân edenlerden bir kısmı bertarâf edildi; bir kısmı da hatâlarını anlayıp özür dileyerek dîne geri döndüler.

Hz. Peygamber Efendimizin birinci halîfesi Hz. Ebû Bekir (ra), yalancı peygamberler gāilesini ve irtidât olaylarını bastırdıktan ve Arap yarımadasında sükûneti sağladıktan sonra, bu başarılı komutanlarını fetih ordularının başında yarımadanın dışına gönderdi. Bu komutanların en başarılılarından biri olan Hz. Hâlid, Irak’ın fethi için görevlendirildi. O zaman Irak bölgesi, Sâsânî İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında; Suriye de Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altındaydı. Hz. Ebû Bekir, başarılı komutanlarından bir kısmını da Suriye’nin fethi için görevlendirmişti.

İslâm orduları, Arap yarımadasında mürtedlerle ve yalancı peygamberlerle mücâdele ederken Hz. Ebû Bekir, Müsennâ b. Hâris eş-Şeybânî’yi Irak topraklarını fetih için görevlendirmişti. Bu işe başlayan Müsennâ, halîfeden yardım istemişti. Halîfe de Hz. Hâlid’i Irak’a göndermişti. Irak’a gelen Hâlid, Müsennâ’dan bölge hakkında ve Sâsânîler hakkında bilgi aldıktan sonra hareket etmiş ve fetihleri devâm ettirmişti.

Suriye’de Bizans İmparatorluğu ile savaşan İslâm Orduları halîfeden destek birlikleri isteyince Halîfe, bu sefer de Irak’ta bulunan Hz. Hâlid’e, Suriye’ye gitmesi emrini vermişti. Halîfeden bu emri alan Hz. Hâlid, geçilmez denilen bir çölü askerleriyle kısa zamanda geçerek Suriye’ye ulaşmış ve oradaki fetihleri gerçekleştirmiş, sonra da Şam’ı fethetmiştir.

Hz. Hâlid’in, Irak’tan Suriye’ye geçerken kısa zamanda yararak geçtiği çöl, Kurâkır ile Süvâ arasındaki çöldür. Hâlid, Suriye’ye giderken düşmanın haberi olmadan gitmek istiyordu. Bunun için de devamlı kullanılan yolu değil, başka bir yolu kullanmak istiyordu. Çevreyi bilen rehberleri toplayarak kendine göre bir güzergâh tâyin etti ve çölü geçti.

Geçtiği çölde su yoktu. Sekiz yüz askeri ve ordunun binek hayvanları ile bu çölü geçmeye karar veren Hz. Hâlid, çok güzel tedbirler aldı ve bu işi başardı. Bilgisine başvurduğu rehberler, ona bu çölü geçemeyeceğini söylemişlerdi. Tay Kabîlesi’ne mensup olan rehber Râfî b. Âmire, ona şöyle dedi:

“Sen, atlar ve bu yüklerle oradan geçemezsin! Allâh’a yemîn ederim ki, tek başına yola çıkan bir atlı, hayâtından korktuğu için oradan geçmeye cesâret edemez. Yalnızca kendini beğenen gururlu bir kimse bu yola düşer. Bu çöl, iyi koşan bir at için beş günlük bir yol olup insanı şaşırtır. Ayrıca orada su da bulunmaz.”

Kılavuz Râfî’nin bu sözlerine kızan Hz. Hâlid, ona şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana ey Râfî! Beni oyalama! Allâh’a yemîn ederim ki, bu çölü geçmek mecbûriyetindeyim. Bu hususta, Halîfe’den kesin tâlîmât geldi. Sen, ne lâzımsa onu yap!”

Hz. Hâlid’in bu kesin ve kararlı tavrı karşısında Râfî de şöyle dedi: “Öyle ise askerler için çok su alınız. Ayrıca herkes, susamaması için devesinin kulağını sarıp bağlasın. Çünkü bu çöl, Allâh’ın muhâfaza ettikleri hâriç, herkesi mahveder. Ayrıca bana, semiz ve büyük gövdeli yirmi tâne deve bulup getirin.”

Hz. Hâlid, istenen develeri buldu ve getirtti. Râfî, bu develeri iyice susayıncaya kadar susuz bıraktı, sonra onları suyun başına getirdi. İyice susamış olan bu develer, kanıncaya kadar su içtiler. Daha sonra Râfî, geviş getirip de susamasınlar diye develerin dudaklarını bağladı. Sonra da Hz. Hâlid’e: “Haydi hareket edelim!” dedi.

Hz. Hâlid, atları ve ağırlıklarıyla birlikte askerlerin hareket etmesini emretti. Bir gün sonra ilk menzile ulaşıldığında, bu yirmi deveden dört tânesi kesilerek karınlarındaki sular alındı ve ordudaki atlara içirildi. Askerler de yanlarına aldıkları kırbalardaki (deriden yapılmış su kabı, su tulumu) sulardan içtiler. Dört gün boyunca yola böyle devâm edildi. Develerin karınlarındaki sular atlara içiriliyor, etleri de askere yediriliyordu. Çölün geçileceği son günde Hâlid b. Velid, askerlerinin hayâtından endîşe etmeye başlayıp korkunca, gözleri şişip iltihaplanmış olan kılavuza:

“Ne oldu ey Râfî!?” diye sordu. Râfî de “İnşâallah suya kavuşmak üzereyiz.” diye cevap verdi ve kendisince bilinen iki işârete yaklaşınca, askerlere “Çömelmiş insana benzeyen küçük bir avsec ağacı görüyor musunuz?” diye sordu. Avsec, bazı yerlerde Sincan dikeni veya Mûsâ ağacı denilen küçük bir çöl ağacıdır. Onun bu sorusuna askerler:

“Hayır! Öyle bir ağaç görmüyoruz!” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Râfî, ölüm ve felaket anlarında okunan “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz)” âyetini okumaya başladı ve şöyle dedi:

“Vallâhi öyle ise siz de helâk oldunuz ben de helâk oldum! Ne olur iyi bakın!” Askerler, târif edilen ağacı araştırmaya başladılar ve sonunda, bir kısmı kesilmiş bir halde onu buldular. Askerler ağacı görünce tekbir getirdiler. Râfî de onlarla birlikte tekbir getirdi; sonra da: “Ağacın dibini kazınız!” dedi. Askerler ağacın dibini kazdılar ve suyu buldular, kanıncaya kadar su içtiler. Böylece yola devâm etmek mümkün oldu. Suyun bulunmasından sonra Râfî şöyle dedi:

“Vallâhi ben, bu suyun başına, çok küçük yaşta iken babamla birlikte yalnızca bir defa gelmiştim.”

Hâlid b. Velid’in kumandası altında, çok zor ve tehlikeli beş gün devâm eden bu çöl yolculuğundan sonra İslâm ordusunun Sûvâ’ya ulaşması hakkında, şâirlerden birisi şu beyitleri söylemiştir:

“Allah için söyleyiniz! Susuz çöllerde yol göstererek Kurâkır’dan Sûvâ’ya bizi ulaştıran Râfî’nin iki gözü ne kadar da keskindir. Bu çölü geçerken askerler, korkudan ağlamışlardır. Ey Hâlid! Senden önce bu çölü geçen bir insan görülmüş değildir.” (Mustafa Fayda, Allâh’ın Kılıcı Hâlid b. Velid, s. 371-375.)

Kendisinin ve askerlerinin ölümü pahasına susuz çölü geçerek Suriye’ye ulaşan Hâlid b. Velid, Yüce Allâh’ın izniyle Şam şehrini fethetti ve bu sâyede İslâm bu topraklara yerleşmiş oldu. Hz. Peygamber Efendimiz’in dizinin dibinde yetişen sahâbe-i kirâm Efendilerimiz, işte böyle mübârek insanlardı. Onlar, düşman üzerine hücûm ederken korku nedir bilmezlerdi. Çâresizlik içerisinde kıvranmaz, bütün çârelerin tükendiği zaman bile bir çâre bulurlardı. Bizim gibi oturup ağlamazlardı, düşmana teslîm olmazlardı. Kendilerinde var olan her şeylerini, canları ve malları da dâhil, İslâm için harcarlardı. Yüce Allah da onlara zafer verir ve yüzlerini ak ederdi. Bir onlara bakıyoruz bir de bizlere. Onlara baktığımız ve onların hayatlarını okuduğumuz zaman içimiz açılıyor, bize baktığımız zaman da rûhumuz sıkılıyor.

Bizi de onlara benzet yâ Rabbî!

Aralık 2024, sayfa no: 32-33-34

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak