Ara

Balaban Baba'dan Doğancılar'a Küçük Bir Gezinti

Balaban Baba'dan Doğancılar'a Küçük Bir Gezinti

Ekim ayının ilk günlerinde kitap fuarını da vesîle yaparak yine Eyüp Sultan'dan Üsküdar'a revân olduk. Eyüp Sultan semtimize en çok benzettiğim, sokaklarında aynı uhrevî havayı hissettiğim Üsküdar'a her geçtiğimde yeni keşiflerde bulunurum. Bu keşifleri belirli bir plan dâhilinde değil de tamâmen zuhûrâta tâbi olarak yapıyorum. Vapurdan inip meydana ulaşana kadar rotam belli değildir. Ne tarafa yelken açacağıma namaz, yemek ve çay faslından sonra karar veriyorum. Bu sefer tâkip edeceğim güzergâhı vapurda belirledim. Vapur sâhile yanaşırken Şemsi Paşa Câmi-i Şerîfi hizâsında, daha ötelerdeki iki câmi silüeti bugün gözüme daha bir belirgin geldi. Belki adını bildiğim, duyduğum, tanıdık mâbedlerdi bunlar, ancak şu an haklarında hiçbir bilgim ve fikrim yoktu. Karârımı verdim. Fuarı ziyâret ettikten sonra Üsküdar'ın evvelce uğramadığım, pek bilmediğim bir muhîtine doğru gezinti yapacak ve bu mâbetleri tek tek ziyâret edecektim. Öyle de yaptım. Fuar çıkışı Yeni Vâlide Câmi-i Şerîfi'nde öğle namazını edâ edip, civârındaki çay ocağında iki çay içtikten sonra yola koyulduk. Yolumuzun üzerinde, sahile çok yakın bir konumda bulunan Balaban Tekkesi ve Mescidi bulunur. Tekke, İsfendiyar namı ile ünlü Balaban Ahmed Baba tarafından 17. yüzyılda yaptırılmıştır. Zamanla harap olan mescid, 20. yüzyılın başlarında Şeyh Âşir Efendi ve eşi Ayşe Sıdıka Hanım tarafından onarılmıştır. Daha sonra yıkılan mescid, 2008 yılında yeniden ihya edilmiştir. Yeni Vâlide Camii Şerifi'ne çok yakın bir mesâfede bulunan Balaban Tekkesi ve Mescidi'nin banisi Balaban Ahmed Baba tekke haziresinde medfundur. Şâhidesinde şu ifadeler yer alır:

"Hûve'l-Bâkî, İsfendiyarzâdeler'den Eş-Şeyh Balaban Ahmed Baba Hazretleri'nin ruhuna El-Fatiha. Sene: 1047/1637

İstanbul'un Anadolu Yakası'nda Fetihten Sonra Yaptırılan İlk Câmi-i Şerîf Burada

Balaban Baba hazretlerine selâm verip Doğancılar Caddesi boyunca yürüyerek yokuşu tırmanmaya başlıyoruz. Sağ tarafımızda Damat İbrahim Paşa Çeşmesi, hemen arkasında Hüsrev Ağa Câmi-i Şerîfi, câminin az ötesinde ise Eski Hamam bulunur. Parlak sokağının başına geldiğimizde silüetini gördüğümüz birinci câmi-i şerîfin minâresi gözükür. Burası İstanbul'un Anadolu Yakası'nda fetihten sonra yaptırılan ilk câmi olma özelliğini taşıyan Rum Mehmed Paşa Câmi-i Şerîfi'dir. Aziz Mahmud Hüdâyi Mahallesi, Eşrefsaat Sokağı’nda yer alan bu mâbed Rum asıllı Osmanlı vezîri Rum Mehmed Paşa tarafından 1472 senesinde yaptırılmıştır. Külliye olarak inşâ edilen yapı topluluğunun medrese, hamam ve imâretten oluşan birimleri maalesef günümüze ulaşmamıştır. Yanlarda birer odaları bulunan ve iki kademeli ana mekâna sâhip tek kubbeli câmi Fatih devri mîmârîsinin önemli örnekleri arasında gösterilir. Fatih Sultan Mehmed zamânında sadrâzamlık yapmış olan paşanın klasik Osmanlı üslûbunda inşâ ettirmiş olduğu taş türbesi de câmi avlusundadır. Türbe çevresinde oluşan etrâfı duvarla çevrili hazîrede Mehmed Paşa'nın Nağmenaz adlı kızı da medfundur. Mahalle sâkinlerinden ve müdâvimlerinden başka kimselerin uğramadığı bu müstesnâ mekânda sükûnet ve huzur iklîmini iliklerinize kadar hissedebilirsiniz.

Şâir Şem'î Şem'ullah Efendi’nin Kabri Başında

Câmiden çıkıp buram buram târih kokan Eşrefsaat sokağı boyunca devâm edip tekrardan Doğancılar Caddesi’ne ulaşacağız. Meydana varmadan köşe başında bir çeşme ile karşılaşıyoruz. III. Ahmed Han hayrâtı olan çeşmenin yanı başında bir de kabir bulunur. Burada 16. yüzyıl Osmanlı Âlimi ve Mesnevî Şârihi Şâir Şem'î Şem'ullah Efendi medfundur. Kâtip Çelebi, Şem'î Efendi’nin Sahn-ı Seman Medreseleri’nden emekli olduğunu zikreder. Eserleri arasında Gülistan şerhi, Hafız dîvânı şerhi, Feridüddin Attar'ın Pendnâmesi şerhi yer alıyor. Açık Türbesinin dört kutucuktan oluşan kitâbesinde şu ifâdeler yer alır: "Ruşen etsün hane-i kalbin Hûda / Şem'î nin rûhuna kim kıla duā" (Şem'î nin rûhuna duā eden kişinin Allah kalb evini aydınlatsın)

Yeri gelmişken not düşelim. Doğancılar Caddesi boyunca ve civârında yarım düzineden fazla çeşmeye rastladık. Bu çeşmelerin tamâmı ihyâ edilmiş vaziyette idi. Müthiş bir zenginlik. Böyle güzellikleri görünce elbette mutlu oluyoruz. Darısı diğer gözyaşı tükenmiş çeşmelerin başına. Bu hayır hizmetlerinde emeği geçen, katkı sağlayan herkese tebrik ve teşekkürlerimizi gönderiyoruz ve yolumuza devâm ediyoruz.

İmrahor Câmi-İ Şerîfi Önünde, Evrensel İyiliğin Sembolü Sadaka Taşı

Birkaç yüz metre ilerideki küçük meydanda mütevâzı bir mâbed bizi karşılar. Burası İmrahor Câmi-i Şerîfi’dir. Sinan Paşa'nın hizmetinde bulunan Mehmed Ağa tarafından 16.yüzyılın sonlarında inşâ edilmiştir. Câminin duvarı dibinde, "sağ elin verdiğini, sol elin bilmeyecek" düstûrunun zarîf bir yansıması olarak gördüğümüz; evrensel iyiliğin sembolü, zarâfet ve fazîlet âbidesi bir de sadaka taşı bulunur. Antik sütundan dönüştürülen bu sadaka taşı İstanbul'da en çok bilinen örneklerdendir. Vaktiyle rahmetli Ahmet Yüksel Özemre hocamızın girişimleriyle yok olmaktan kurtarılmış, Üsküdar Belediyesi tarafından korumaya alınmış ve günümüze kadar ulaşması sağlanmıştır. Sadaka taşlarının üstlendiği misyonu ciltler dolusu kitap anlatamaz. Biz yine de birkaç kırık dökük kelimeyle ifâde etmeye çalışalım: 

Karbeyaz sütunların tepeleri oyuktu,
Alanı gāyet az vereni bir hayli çoktu.
Hâli vakti olan bırakırdı akçasını,
Olmayan bölüşürdü kalan son lokmasını. 

O'na uzanan “ihtiyâcı kadar” alırdı,
Geriye kalanın payını da ayırırdı.
Câmi, türbe, çeşme, imârethane yanında,
Fakir fukarânın sırdaşıydı zor ânında. 

Veren sormaz kimedir, alan bilmez kimdendir
Bu zarâfet hangi düşüncenin eseridir?
Sağ elin verdiğini sol elin bilmemeli,
Medeniyetimizin düstûrudur ezelî.

Bir zamanların samîmî, sıcak sofraları,
Ne arayanları kalmış ne de soranları.
Asîl ecdâdımızın medâr-ı iftihārı,
Fazîlet âbideleri sadaka taşları…

Ayazma Câmi-İ Şerîfi Hazîresi’nde Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları

İmrahor Câmi-i Şerîfi'nden ayrılıp sâhil yönüne uzanan Enfiyehâne ve Ressam Ali Rıza Sokaklarından geçerek Ayazma Câmi-i Şerîfi'ne ulaşıyoruz. Vapurdan siluetini gördüğümüz ikinci mâbed burasıdır. Câminin ve semtin adı vaktiyle bu civarda bulunan ayazmadan geliyor. Ayazma, şifâlı olduğuna inanılıp kutsallık atfedilmiş su kaynağı ve üzerine inşâ edilen yapılara deniyor. İstanbul'un pek çok muhîtinde Bizans döneminden intikāl eden Ayazma vardır. Rivâyetlere göre geçtiğimiz yüzyılın başlarında İstanbul'da bir kısmı kilise bünyesinde bir kısmı bağımsız olmak üzere yaklaşık 150 civârında ayazma vardı. Ayazma Câmi-i Şerîfi inşâ edilmeden önce bu mevkide Ayazma Sarayı bulunuyordu. Osmanlı ve Barok esintileri barındıran mâbed III. Mustafa Han tarafından, annesi Mihrişah Emine Sultan ve ağabeyi Şehzâde Süleyman adına 18. yüzyılın sonlarına doğru yaptırılmıştır. Aydınlık, gāyet ferah bir ortamı, fevkalâde akustik düzeni vardır. Ta‘lik hatla yazılan târih manzûmesi Sadrazam Râgıb Mehmed Paşa’nın, yazı ise Şeyhülislâm Veliyyüddîn Efendi’nindir. Bir sultan câmisi olan Ayazma Câmi-i Şerîfi tek minâreli ve tek şerefelidir. Külliye olarak inşâ edilen yapı topluluğunun sıbyan mektebi, hamam ve muvakkithânesi günümüze ulaşamamış, vakıf dükkânlardan ise sâdece bāzı izler kalmıştır. Rahmetli Semavi Eyice mâbed ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Ayazma Câmii, Türk mîmârîsinde artık yabancı üslûbun hâkim olduğu bir dönemin örneği olmakla berâber, normal ölçüleri aşan yüksekliği ve yapıldığı yerin topografik durumu ile bunu bir kat daha arttıran heybetli bir görünüme sâhiptir. Marmara ve Boğaz’ın girişine hâkim oluşu ile şehrin Anadolu yakasına değişik bir güzellik kazandırdığı açıkça görülmektedir.”

Ayazma Câmi-i Şerîfi hazîresinde birbirinden kıymetli “medeniyetimizin sessiz tanıkları” târihî mezar taşı örneği bulunur. Bunlar devletin muhtelif kademelerinde görev yapmış insanlara ve yakınlarına āit mezar taşlarıdır. Özellikle yeniçeri mezar taşları İstanbul'daki nâdir örneklerdedir. Câmi duvarında yer alan merhamet medeniyetimizin zarîf yansıması kuş sarayları da mekânda görülmesi gereken emsâlsiz güzelliklerdendir. İkindi namazını burada edâ edip ayrılıyoruz. Kimi gösterişli kimi mütevâzı ahşap konakların arasından geçerek tekrardan Doğancılar Caddesi’ne ulaşıyoruz. Üsküdar’ın merkeze fazla uzak olmayan ancak gözlerden ırak olan bu köşesi hakîkaten görülmeye, deneyimlemeye değer. Sessizliğin ve huzûrun hâkim olduğu semtteki bu iki mâbed âdetâ bir vaha, tefekkür ve arınma mecrâsı. Cenâb-ı Mevlâmız kadrini kıymetini bilenlerden eylesin inşâallah. Başka keşiflerde buluşmak dileğiyle hoşça bakın zâtınıza efendim..

Kasım 2025, sayfa no: 58-59-60-61-62

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak