Nûr Sûresi 31. âyeti – özellikle kendilerini “kadıncı” (feminist) olarak tanımlayanların dikkatinden kaçsa da – Müslüman kadının kendini tanımlaması ve şahsiyetini oluşturması yönünde önemli emirler içerir. Çünkü bu âyette, örtünme ve mahremiyeatin Müslüman toplumdaki önemine dikkat çekilerek mahremiyetin özgün kuralları belirlenir. Böylece hem dinî bir emrin yerine getirilmesi hem de toplumsal düzenin korunmasına dair önemli ipuçları verilir. Dolayısıyla Müslüman şahsiyeti bu kurallar çerçevesinde oluşur ve her Müslümanın bunları bilmesi şarttır.
Buna rağmen, günümüzde başta düğünler olmak üzere kadın-erkek karma ortamlarda bazı Müslüman kadınların – erkeklerin de desteğiyle – yeni bir bid’at ortaya çıkardıkları görülmektedir. Şöyle ki, yalnızca mahrem erkeklerin görebileceği süsler ve giysilerle evlerinin dışında da arz-ı endam etmektedirler. Ne yazık ki bu durum, İslâm’ın en önemli prensiplerinden biri olan iffeti koruma ve dikkat çekici veya fitneye yol açabilecek davranışlardan kaçınma gerekliliğinin, kadın-erkek tüm Müslümanların en önemli görevlerinden biri olduğu gerçeğini göz ardı ettiklerini göstermektedir. Bu yazıda, Nûr Sûresi 31. âyetinin nâzil oluşuna şahit olan Müslüman kadınların nasıl bir tavır aldıkları hatırlatılarak, kadınların ve erkeklerin birlikte bulunduğu ortamlarda İslâm’ın örtünme ve mahremiyet kurallarına uygun davranılmasının ne denli önemli olduğu yeniden vurgulanmak istenmektedir.
İslâm’da fazilet, yani üstünlük, Allah’ın emir ve yasaklarını layıkıyla uygulamakla elde edilir. Bunu ifade eden pek çok âyet ve hadis vardır. İslâm’da adalet ve eşitliğin temelini takva duygusu oluşturur. “Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır.” (Hucurât 49/13) buyrulduğu üzere, Allah katında herkes eşittir; üstünlük yalnızca takva ile elde edilir. İslâm’da takva sahibi olmak, kişinin Allah’a olan bağlılığını ve O’nun rızasını kazanma çabasını ifade eder. Bunun canlı bir örneği de aşağıda anlatıldığı üzere Ensâr kadınlarından şu şekilde gelmiştir:
Safiyye bint Şeybe (ra)’den rivayet edildiğine göre, onlar bir gün Âişe validemizin (ra) yanında, Hz. Hatice validemiz (ra) başta olmak üzere Ümmü Seleme, Esmâ bint Ebû Bekir gibi İslâm’ın ilk yıllarında Peygamber Efendimiz’in (sav) yanında yer alan ve İslâm’ın yayılmasında büyük katkıları olan Kureyşli kadınların faziletlerinden söz ediyorlardı. Onların ne denli önemli işler yaptıklarını, bu uğurdaki cesaretlerini, sadakatlerini ve fedakârlıklarını anıyorlardı.
Bu esnada Âişe (ra) şöyle dedi:
“Kureyş kadınlarının fazileti vardır; ancak Allah’a yemin ederim ki Ensâr kadınlarından daha faziletli ve Allah’ın kitabına daha çok inananını görmedim. Çünkü Nûr Sûresi’nin 31. âyeti indiğinde, erkekler kadınlarına, kızlarına, kız kardeşlerine ve akrabalarına, Allah’ın indirdiği bu âyeti okudular. Bunu duyan Ensâr kadınları anında harekete geçerek, ellerindeki en kalın ve sağlam elbiselerinden, âyette emredildiği şekilde, başlarıyla birlikte göğüslerini de örtecek şekilde başörtüsü yaptılar ve sabah namazına öyle geldiler. Rasûlullah’ın arkasında duruyorlardı; sanki başlarında kargalar vardı.”
Rivayette geçen “başlarında kargalar varmış gibi” ifadesi, Ensâr kadınlarının takvâlarını vurgulamak için kullanılmıştır. Çünkü onlar, başörtülerini âyette emredildiği gibi başlarını ve göğüs bölgelerini tamamen kapatıp, saçlarının bir teli dahi görünmeyecek şekilde sıkıca örtmüşlerdir. Hâlbuki bu âyet nâzil olmadan bir gün önce, onlar da Câhiliye kadınlarının yaptığı gibi saçlarını toplamak ve düzenli tutmak için farklı renk ve desenlerdeki örtüleri başlarına takıyor, ardından bunların uçlarını göğüs ve boyunları görünecek şekilde ya arkalarına atıyor ya da bone gibi yapıp kafalarının üzerinde topluyorlardı. Ancak bu âyetten haberdar olur olmaz hemen harekete geçerek âyetteki emri derhal uygulamışlardır.
Bu âyetten de anlaşıldığı üzere, Müslüman kadınların örtünmesinin vâcip olmasının yanı sıra örtünmenin özel şekli de açıklanmaktadır. Bu da onları Câhiliye ve müşrik kadınlarından farklı kılan, kendilerine has örtülerdir. Günümüzde de görüldüğü üzere, entelektüel görünmek veya başka kaygılarla, Câhiliye kadınlarının yaptığı gibi kulakları ve göğsü açıkta bırakan bir örtü ya da bone veya şapka kullanarak Allah’ın emrettiği örtünme yerine getirilmiş olmaz.
Nitekim Hz. Âişe validemizin Ensâr kadınlarına dair bu şahitliği, Allah’ın mü’min kadınlara yönelik “süslerini açmasınlar” emrinin, Allah’ın rızasına uygun en doğru şekilde önce Ensâr kadınları tarafından uygulandığının bir ifadesidir. Onlar bu konuda, kendilerinden sonrakilerin de takip edeceği güzel bir çığır açmışlardır.
Elmalılı Tefsiri’nde, “kadınların süsleri” ifadesinden örf ve teamülde taç, küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına, elbise süsleri gibi unsurların akla geldiği belirtilir. Buna göre, Müslüman bir kadın yalnızca vücudunu değil, bu tür süslerini dahi mahremi olmayan erkeklere gösteremez. Aslında kadınlar, yaratılışları gereği bütün bedeniyle “cemal”, yani doğal bir güzelliğe sahiptirler. Bu sebeple, vücutlarının hiçbir bölümünü açmamalıdırlar. Âyette işaret edildiği üzere “görünen kısımlar” bundan müstesna tutulmuştur. Bundan maksat, örtünün dış kısmıyla birlikte el ve yüzdür. Zira örtü de kadının bir süsüdür.
Genel olarak İslâm âlimleri, kadının el ve yüzünün örtülmesinin farz olmadığını, dolayısıyla nâmahrem erkeklerin bu bölgeleri görebileceğini kabul ederler. Ancak bu durum, kadının makyaj yapması hâlinde değişebilir. Makyaj, kadının süslenmesi ve güzelliğini artırması anlamına gelir. Bu nedenle kadın, makyajlı olduğu durumlarda el ve yüzünü nâmahrem erkeklere göstermemelidir.
Müslüman Kadınların Ev Hâli
Âyetin ifadesine göre, mü’min kadınlar süslerini “kocalarına, babalarına, kocalarının babalarına, oğullarına, kocalarının oğullarına, kardeşlerine, kardeşlerinin oğullarına ve kız kardeşlerinin oğullarına” gösterebilirler. Kadın, kocası yanında süslenir ve başkalarının yanında yapmadığı şeyleri yapabilir. Kocası dışındaki mahremlerinin yanında ise aşırıya kaçmadan ve gösteriş yapmadan, bilinen zînet yerlerinden yüz, el ve ayaklarla birlikte iş veya hizmet sırasında açılabilen başını, saçını ve kulaklarını açabilir. Çünkü yakınlıklarından dolayı bir arada bulunmaları gerekir. Ancak karnını ve sırtını göstermesi câiz değildir. Böyle bir giysiyle mahremi olan erkeklere görünmek, arsızlık olarak nitelendirilmektedir.[1]
Müslüman Kadınlar ve Diğerleri
Müslüman kadınlar, birbirlerinin süslerini görebilir; ancak bunu kocalarına anlatmazlar, çünkü bu haramdır. Bu nedenle, müşrik olsun, zimmî olsun veya Yahudi ve Hıristiyan olsun, gayrimüslim kadınların yanında ise örtülerini çıkarmazlar. Aynı şekilde çift cinsiyetli veya kendini kadına benzeten erkeklere de süslerini göstermezler. Çünkü Müslüman kadınlar, kadınların süslerini mahrem olan erkeklere aktarmanın haram olduğunu bilir ve bundan sakınırlar. Ancak diğerlerini bundan alıkoyan bir şey yoktur.
Sonuç olarak, Nûr Sûresi’nin 31. âyeti, Müslüman kadınlara örtünmenin farz olduğunu ifade etmekle kalmaz; aynı zamanda bunun nasıl olması gerektiğini de ortaya koyar. Her bir Müslümanın bu emri tahrif etmeden uygulaması gerekir. Zira bu tutum, kişiye iffeti koruma bilinci kazandırır ve böylece başta aile içinde olmak üzere toplumsal düzen kolaylıkla sağlanmış olur. Bu nedenle her Müslümanın bu kuralları bilmesi ve uygulaması büyük önem taşır. Bu bölümü noktalarken, gelecek yazımızda Müslüman kadınların erkek çocuklar karşısındaki davranışlarıyla sokaktaki hâllerini başlı başına ele almayı uygun gördük.
[1] “Arsız” kelimesi, Türkçede utanmaz, yüzsüz, edepsiz veya ahlaksız anlamlarına gelir. Arsız bir kişi, toplumun genel ahlak kurallarına ve normlarına uymayan, utanma duygusu olmayan ve başkalarının haklarına saygı göstermeyen bir davranış sergiler. Bu tür kişiler, genellikle başkalarının tepkilerini umursamadan kendi çıkarlarını ön planda tutarlar ve utanmazca hareket ederler. Bu konuda daha detaylı bilgi için Elmalılı Tefsirine bakılabilir.
Şubat 2025, sayfa no: 8-9-10
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak