Ara

Ahmet Yesevî’nin Bir Hikmet’i Üzerine

Ahmet Yesevî’nin Bir Hikmet’i Üzerine

Kayda görseng köngli sınuk merhem bolgıl
Andağ mazlum yolda kalsa hemdem bolgıl
Rûz-ı mahşer dergâhığa merhem bolgıl
Mâ vü benlik halayıkdın kiçtum muna
Dîvân-ı Hikmet’ten

Pîr-i Türkistan

Türklerin, İslâmiyet’i kabûl ederek yeni bir kültür ve medeniyet dâiresi içine girmeleri hem kendi târihleri hem de genel anlamda dünyâ târihi için son derece mühim bir hâdise olmuştur. Zîrâ, İslâmiyet Türklerin alp (yiğitlik) vasfına bu din değiştirmeyle birlikte bir de sûfîlik (erenlik) vasfı eklenmiş, böylece madde ve mânâda kutlu gāyeler için mücâdele eden bir topluluk doğmuştur. Alplikle erenliği birleştirerek “alp-eren” adını alan bu insanlar, Moğol saldırılarının da tesiriyle Türkistan sahasından Anadolu’ya gelmiş, bu toprakları kalıcı yurda dönüştürmüş, burada kurdukları kültür ve medeniyet yapısıyla Balkanlar’a, Afrika’ya ulaşmış, böylece insanlık târihi yeni bir insan ve toplum yapısıyla karşılaşmıştır. Bu, İslâmiyet’le aydınlanan, İslâm’ın mânevî ve estetik bir yorumu olan tasavvufla zenginleşen bir yapıdır.

İşte bu yapının ilk önemli mîmârı, bu târihin Türkistan sahasındaki ilk ve en büyük temsilcisi Ahmet Yesevî olmuştur. Türkçe söyleyen sûfî şâirlerin “pîri” kabûl edilen Ahmet Yesevî, asırlar boyunca Türklerin bulundukları bütün coğrafyalarda mânevî bir mürşid olarak kabûl görmüştür. Kurduğu Yeseviyye tarîkatıyla sonradan kurulacak diğer bütün tarîkatlara da kaynaklık etmiştir. Yesevî, öylesine geniş ve tesirli bir kabûl görmüştür ki bugün nerdeyse târihi, hayâtı ve şahsiyeti unutulmuş, fakat her biri birer “hikmet incisi” olan şiirleriyle, menkıbeleriyle hâfızamızda yaşayan en büyük sûfî olarak kabûl edilmiştir.

Ahmet Yesevî de düşünce ve duygularını diğer bütün sûfî şâirler gibi şiirle ifâde etmiştir. Fakat onun şiirleri edebiyatımızda “hikmet” adı verilen özel bir türle ifâde edilmektedir. Onun şifâhî olarak söylediği bu dörtlükler zaman içerisinde derlenerek bir dîvân hâline getirilmiş ve “Dîvân-ı Hikmet” adıyla anılır olmuştur. Bu eserin en başta gelen özelliği, İslâm’ın inanış, ibâdet ve ahlâk esaslarını yarı-göçebe geniş halk kitlelerine anlatan bir eser olmasıdır. Böylece İslâmiyet’i yeni kabûl etmiş, bu konuda henüz yeterli bilgiye sāhip olamamış bu topluluklar, bu hikmetler vâsıtasıyla dinlerini öğrenme imkânları bulmuşlardır. Daha da önemli olan, bu anlatımın Türkçe ile gerçekleştirilmiş olmasıdır. Böylece öğretilen kurallar ve bilgiler, ezberlenen kurallar olmaktan öte anlaşılan dolayısıyla uygulanabilen kurallara ve bilgilere dönüşmüşlerdir.

Hikmetli Söyleyişler

Ahmet Yesevî’nin dîvânında çok sayıda şiiri (yaklaşık 4400 hikmet) bulunmaktadır. Bunların hepsinin okunup incelenmesi şüphesiz ki önemlidir. Zîrâ bunlarda ilâhî aşk, Allâh’ın birliği, mutlak irâde ve kudreti, Hz. Peygamber sevgisi ve sünneti, ibâdet, ahlâk, âhiret, kıyâmet gibi İslâm’ın inanç, ibâdet ve ahlâk esasları ele alınmıştır. Ama yazımızın başına aldığımız dörtlüğü bile Ahmet Yesevî düşüncesini, daha doğrusu sûfîlerin amaçlarını anlama açısından yeterli olacaktır. Bugünkü Türkçe ile ifâde edecek olursak bu dörtlükte şöyle denilmektedir: “Nerde gönlü kırık birini görürsen sen ona merhem ol. Nerde yolda kalmış bir mazlum varsa ona yoldaş ol. Böyle yaparsan mahşer gününde Yaratıcı ile birlikte olursun. Böylece benlik senlik dâvâsından geçip birlik içinde olursun.”

 

Bu dörtlük, tek başına bütün tasavvuf düşüncesini özetlemektedir. Buna göre kâinatta esas olan insandır. Çünkü insan, gönül sāhibidir. Gönül ise mecâzen “Beytullah”tır. Böyle olduğu için de mârifet (Allâh’ı bilme) bilgisinin kaynağıdır. İnsan bu bilgiyle gönlünü mâmûr eder. İnsan gönlü mâmûr ise ortaya kâmil (olgun) insanlar çıkar. Böyle insanların yaşadıkları toplulukta ne garip ne yoksul ne de yolda kalmış kimse olur. Birlik ve dirlik şuuru içinde sevgi, barış ve esenlik dolu bir hayat sürülür. Bu da dünyâya gönderilişin temel amacıdır. Bir olan Allah, kullarının da birlik içinde olmasını ister. Çünkü birlik yoksa dirlik de olmaz.

Fakat bu meselenin halli o kadar kolay değildir. Gündüzün zıttı nasıl gece ise birliğin düşmanı ayrılık, sevginin düşmanı da nefrettir. Gönülde bu zıtlar arasında kıyasıya bir mücâdele söz konusudur. Hakîkat ehli, insanları hakîkate çağırırken öncelikle bu yoldaki engelleri kaldırmak, ortaya çıkan problemleri çözmek durumundadır. Engel, öncelikle insanın içindedir. İçinde birlik kuramayan dışında birlik kuramaz. İçinde mutluluğu gerçekleştiremeyen, dışında bunun mücâdelesini veremez. Bu yüzden hakîkatin yolcuları önce kendi nefislerini terbiye eden, kişisel olgunluğu temel inanış ve ahlâk esasları dâhilinde sağlayan, sonra da içindeki bu güzelliği, söz ve fiil olarak dışarıya çıkaran kimselerdir. Onların mücâdelesi söz ve amel iledir. Tebliğle birlikte temsil görevi yapacak, etrafındaki insanlara başka bir dünyânın kapılarını açacak, onların gönüllerinde de hakîkat ateşinin yanmasını sağlayacaklardır.

 

Gönül Yapmak

Derdi olmayanın arayışı da olmaz. Bu yüzden öncüler, önce dert ve ihtiyaç sāhiplerine, gariplere, zulme uğramışlara, yolda kalmışlara el uzatacak, onların hem maddî hem de mânevî problemlerine çâre olmaya çalışacaklardır. Ahmet Yesevî, şiirlerinde sıkça işlediği bu “gönül yapmak” meselesini Türkistan sahasında uygulamış, kadın-erkek, genç-yaşlı binlerce insan bu kutlu ışıktan nasiplenerek kâmil insan olma yolunda mesâfeler kat etmişlerdir. Ardından “Horasan Erenleri” olarak da adlandırılan bu topluluktan bāzıları yurt edinilmesi sırasında Anadolu’ya gelmiş, gazâ erlerinden önce burada kurdukları tekke ve zâviyelerle Anadolu’nun garip, yoksul, mazlum insanlarına bambaşka bir dünyânın kapılarını açmışlardır. Ahmet Yesevî, yine dörtlüklerinin birinde şöyle demektedir:

Akil irseng gariplerni gönklün avla
Mustafa dik ilni kizip yetim kavla
Dünyâ-perest nâ-censlerdin boyun tavla
Boyun tavlap deryâ bolup taştım yine

Günümüz Türkçesine “Akıllı isen gariplerin gönlünü avla. Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara. Dünyâya tapan soysuzlardan yüz çevir. Böylece deniz olup taştım işte” şeklinde çevirebileceğimiz bu ifâdeler de aynı tema etrâfında söylenmiş sözlerdir. Burada “Mustafa gibi yetim ara” ifâdesi, sûfîlerin bütün ilkeleri gibi bu ilkelerinin de Hz. Peygamber’den kaynaklandığını belirtmek için kullanılmıştır. Zâten Ahmet Yesevî anlayışının en büyük özelliği budur. O, bir sûfî olarak din hükümlerine ve peygamber sünnetine sıkı sıkıya bağlıdır. Demek ki, bu konuda da önder ve örnek yine Ahmet Yesevî’nin ifâdesiyle “Hz. Peygamber”dir. Dolayısıyla gariplere, yoksullara, mazlumlara kucak açmak, el uzatmak bir peygamber sünnetidir. Bunu Yesevî’nin: “On sekiz bin âleme server olan Muhammed/Otuz üç bin ashâba rehber olan Muhammed” şeklinde başlayan şiirinin şu bölümlerinde görmek mümkündür:

..

Çıplaklık ve açlığa kanatlı Muhammed
Âsî, câfî ümmete şefaatli Muhammed

Geceleri yatıp uyumaz tilâvetli Muhammed
Garip ile yetîme mürüvvetli Muhammed

Yoldan azan günahkâra hidâyetli Muhammed
Muhtaç düşse herkese kifâyetli Muhammed

….

 

Yesevî’nin Açtığı Yol

Ahmet Yesevî’nin Türkistan sahasında açtığı bu kutlu yolda daha sonra başka şâirler de yürümüşlerdir. Bunların Anadolu sahasında en önemli örneği Yûnus Emre olmuştur. O da Yesevî gibi halka kendi dilleriyle seslenen şiirler söylemiş ve bunlarda Yesevî geleneğine uygun olarak İslâm’ın inanç, ibâdet ve ahlâk esaslarını anlatmıştır. Elbette aralarında farklılıklar vardır ama bu özellikleri dolayısıyla Yûnus Emre’yi de “Pîr-i Anadolu” olarak anmak gerekir.

Yûnus Emre bu yolda yalnız kalmamıştır. Kendi Döneminde Âşık Paşa, Gülşehrî, daha sonra bilhassa Süleyman Çelebi kendi dönemlerinde aynı yâhut benzer özellikte bir yol izlemiş ve Türkçe söylemişlerdir. Bu sebeple onların eserlerindeki dînî, ahlâkî değerlerin öğrenilmesi, içselleştirilmesi daha kolay olmuştur. Bugünkü din dili bu anlamda yeniden gözden geçirilmelidir.

Aralık 2024, sayfa no: 60-61-62

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak