Ara

Hz. Peygamber’in (sav) Sünnetinde İnsan-Çevre İlişkisi

Hz. Peygamber’in (sav) Sünnetinde İnsan-Çevre İlişkisi
İnsan” denilen varlık, gerek fizikî yapısıyla gerekse iç dünyâsıyla Allah (cc) tarafından “en güzel bir şekilde” yaratılmış ve varlık âlemindeki her şey ona bir nîmet olarak sunulmuş, onun emrine verilmiştir. İnsanın yaratılış özelliği, kendisi dışındaki tüm varlıklarla birlikte bir bütünlük arzetmektedir. Bu bütünlük, varlık-insan ilişkisini de berâberinde getirmektedir. Bu ilişki, İnsan küçük bir kâinât, kâinât büyük bir insandır” düşüncesinin hareket noktası olup, Yüce Rabbimizin Vahdâniyeti’nin bir tezâhürüdür. Varlık–insan ilişkisinin nasıl olacağı ise yine Yüce Allah (cc) tarafından bildirilmiş, Sevgili Peygamberimiz (sav) tarafından gerekli şekilde açıklanmıştır. Buna göre insan, Allâh’ın (cc) yeryüzünde muhâtab kabûl edip halîfe tâyin ettiği bir varlıktır. İnsanın dışındaki tüm varlıklar, yerinde, usûl ve âdâbınca kullanılması şartıyla onun emrine verilmiş, hizmetine sunulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm canlı cansız bütün varlıkların Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığından bahsetmekte, insanın varlık âleminden faydalanırken bu ölçü ve dengeyi bozmaması gerektiğine dikkat çekmektedir. Çünkü bu bir “emânet”tir. Bu “emânet”in korunması gerekmektedir. İşte en zor olanı da budur: Emânetin korunması!.. Şu âyet-i kerîme, insanların kendilerine verilen bu emâneti gereği şekilde kullanamamaları durumunda, yaptıklarının kötü sonuçlarını kendilerine tattıracağını haber vermektedir: "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinin bir sonucu olarak yeryüzünde bozulma başladı. Belki dönerler diye Allah (cc) yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır." Her şey “emânet”, insan denilen varlığın kendisi de “emânet”. “Emânet” kavramının içinde, geçicilik ve geçici olma mânâsı bulunmakta. Yâni insanın emrine verilen varlık âlemindeki her şey, belli bir süre için geçici olarak insanın emrine verilmiştir. Varlık âlemindeki her şey Allâh’ı (cc) anlatmakta ve O’nun tevhîdini, kudretini, her şeye kâdir olduğunu lisân-ı hâliyle ispât etmektedir. İnsan ise, diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve irâde nîmetini kullanarak yüce Rabbinin azametini ve kudretini, ulûhiyet ve rubûbiyetini farkedecektir; yâni “kul” olduğunu kendi irâdesiyle bilip farkına vararak yaradanına teslîm olacak, O’nu kemâl-i hürmetle tâzîm edecektir. Allah Teâlâ’nın insandan istediği de budur: “Rabbini bilmek, O’na karşı ubûdiyetini/kulluk görevini yerine getirmek”. Zâriyat sûresinin 6. âyetinde bu husus şöyle ifâde edilmektedir: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” Bu âyet-i kerîmede anahtar kelime “ibâdet” kelimesidir. “İbâdet” kelimesi insan-Allah ilişkisini ifâde ettiği gibi, insan-varlık ilişkisinin de nasıl olması gerektiğini düzenlemektedir. “İbâdet” kelimesinde, ilâhî kudrete karşı bir teslîmiyet vardır. İlâhî kudretin buyrukları istikametinde, içinde yaşadığı varlık âlemiyle ilişki kurma vardır. Kendisinin emrine verilen diğer varlıklara karşı emâneti korumanın gereğini yerine getirme hassâsiyeti vardır. “İbâdet”, emâneti koruma bilinci ve yöntemidir. “İbâdet”; hayâtı, Allâh’ın (cc) emirleri ve Hz. Peygamber’in (sav) sünneti istikametinde yaşamanın adıdır. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek vb. ibâdetler bu “ibâdet” kavramının en üst noktalarıdır. Yoksa hayâtın her noktasında kul “ibâdet” üzeredir. İşte bu bilinç, -bir işe başlarken niyetin samîmî olması, işlenen amelin âdab ve erkânına uygun yapılması gibi- işi kemâle erdirecek diğer şartları da berâberinde getirecektir. Bu bilinç olmadan, emânetin korunması gerçekleşemez. Önemli olan önce “ibâdet etme bilincine ulaşmak”tır. Bu bilince ister ihlâs diyelim, ister samîmiyet diyelim, isterse kul olduğunun farkına varma ve ona göre davranış sergileme diyelim, hangi kelime ve kavramla açıklarsak açıklayalım esas olan ne yaptığımızın farkında ve şuurunda olmak ve bunu en güzel şekilde yerine getirmektir. Bu ilâhî bir emirdir: Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için” ölümü ve hayâtı yarattı. O, azîzdir, ğafûrdur (üstün kudret sâhibidir, affı ve mağfireti boldur).” İşte bu bilince ulaşılınca insan-varlık ilişkisi ayrı bir anlam kazanacaktır. Bu bilinçteki bir insan helâl-haram kavramlarının ne mânâya geldiğini daha iyi anlayacak; israf kelimesinin ifâde ettiği anlam zenginliği daha iyi kavrayacak; kul hakkı, hayvan hakkı, bir başka varlığın hakkı karşısında ne hissetmesi gerektiğinin idrâkinde olacak; Hz.Peygamber (sav)’in “Her hak sâhibinin hakkın ver” hadîsini aslâ unutmayacaktır. Hz. Peygamber (sav) hayâtı boyunca hep bu hakîkati tebliğ etmiş, açıklamış ve nasıl olması gerektiğini “bir babanın evlâdına öğrettiği gibi” öğretmiştir. O’nun tebliğinde insanın, insan olma vasıflarını nasıl kazanıp koruyacağından, Yüce Rabbine karşı nasıl kulluk görevini yerine getireceğinden, gerek hemcinsleriyle olan münâsebetlerinin gerekse varlık âlemiyle olan ilişkilerinin ne şekilde olması gerektiğine varıncaya kadar her şey, bâzen genel ilkeler hâlinde bâzen de özel açıklamalar şeklinde anlatılmıştır. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) bize örnek teşkil eden sünnetini hayâtın her alanında görmek mümkündür. Meselâ içinde yaşadığımız tabiî çevremizle yâni doğa ile olan ilişkilerimizin nasıl olması gerektiğini bize telkin eden hadislerden birkaç örnek vererek konuyu daha anlaşılır hâle getirelim. Efendimiz (sav) şöyle buyuruyorlar: “Sizden biriniz durgun suya bevletmesin..” Hadis, bize bir su birikintisi karşısında nasıl bir tavır sergilememiz gerektiğinden, onu kirletmememizden bahsediyor. Bir su birikintisi deyip geçilemeyecek, ondan insanların, kurdun kuşun her türlü canlıların faydalanma imkânı bulabileceği bir sudan bahsediyor. Suyun kirletilmemesini, ona özen gösterilmesini tavsiye ediyor. Hadîsin zâhirî mânâsının ötesinde “Bevletmek” kelimesinin âdetâ “kirletmek” kelimesinden sembol olarak kullanılmış olma durumunu dikkate alarak anlamaya çalışırsak; bu anlam genişliği içine denizlerin, akarsuların kirletilmemesi, oradaki canlılara zarar verilmemesi gibi “kirletme”, “çirkin ve zararlı hâle getirme” anlamında olan pek çok konunun Müslümanlara bu hadisle yasak edilmiş olduğunu anlayabiliriz. Cevâmiu’l-kelîm olan peygamberimizin bu bir cümlelik uyarısı bize bir bakış açısı veriyor ve Müslümanın dünyâ ile olan ilişkileri, kısaca insan-çevre ilişkisi konusunda dikkatimizi çekiyor ve “Aslâ hiçbir varlığa zarar verme” ahlâkî uyarısında bulunuyor. Şu arzedeceğim hadîsin ifâde ettiği anlam da, insan-çevre ilişkisi açısından verdiği mesaj îtibâriyle son derece önemlidir. Hadis şöyledir: “Bütün yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı.” Hadîsin bize anlattığı hakîkat, yeryüzünün her tarafının mescid hükmünde olduğudur. Yâni ayrı özel bir namazgâh aramaya gerek olmadığına, temiz olduğu sürece her yerde namaz kılınacağına işâret etmektedir. Bu nokta önemlidir, şöyle ki: Namazın şartlarından birisi de, namaz kılınacak yerin temiz olmasıdır (Necâsetten tahâret).  Yeryüzünün tamâmı bana mescid kılındı” demekle, yeryüzünün tamâmının, üzerinde her an namaz kılınabilecek şekilde temiz tutulması gerektiğine işâret edilmektedir. Yeryüzünün her yerine, mescide karşı gösterilen hassâsiyet gibi temiz tutmaya özen gösterilmesi istenmektedir. Âyet-i kerîmede şu hakîkat de hatırlatılır: "Yedi kat gök, yeryüzü ve bunlarda bulunan varlıklar Allâh’ı tesbih ederler. Onu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur." İnsan–çevre ilişkisine bu derece önem veren bir Peygamber (sav) ve onun tebliğ ettiği bir din. Anlatılmak istenen nihâî amaç: “Ey insan, sana verilen her nîmet, emrine sunulan her şey senin için bir emânettir. Mescidde Rabbine kulluk görevini yerine getirmek için nasıl bir hassâsiyet içinde isen, üzerinde yaşadığın şu dünyâda çevrenle olan ilişkilerinde de emâneti koruma bilincini/kulluk bilincini unutma !” hatırlatmasıdır. Aşağıda verilen hadisleri de bu bakış açısı istikametinde anlayabiliriz: “Bir müslüman bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir kuş, insan veya herhangi bir hayvan yerse, bu onun için sadaka sayılır.“Kıyâmet koparken elinde hurma fidanı bulunanınız, -onu dikmeye gücü yetiyorsa- hemen dikiversin.” “Kim ağaç dikiminde bulunursa, onun için ağaçtan hâsıl olan ürün miktârınca Allah sevap yazar.“Kim bir ağaç diker ve meyve verinceye kadar muhafaza ve büyümesi için ilgisini devâm ettirirse, meyvesinden elde edilen her istifâde bir sadakadır ve dikenin hesâbına yazılır. ” “Kim bir ağaç diker ve de bu ağaç olgunluğa ererse, Allah bu ağaç sebebiyle, diken kimse için cennette bir ağaç diker.” "Her kim boş, kuru ve çorak bir arâziyi ihyâ ederse bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihyâ edene sadaka yazılır." Rasûlullâh (sav): Her kim çölde yolcuların ve hayvanların gölgelendiği bir çöl bitkisini boş yere, haksız olarak keserse Allah onun başı­nı cehenneme atsın.” şeklinde bedduâda bulunmuştur. “Merhametli olanlara Rahman da merhamet eder. Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar da size merhamet etsinler.” “…Merhamet etmeyene merhamet edilmez…” Hz. Peygamber (sav): “Haksız olarak bir serçeyi öldürenden Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde hesap soracaktır.” (Vallahu a’lemu bi’s-Sevâb) Prof. Dr. Ali Çelik (Temmuz 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak